• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

Veda Haccı Ve Hutbesi

Veda Haccı Ve Hutbesi

 

İmâm Müslim, Câbir (r.a.)'den senediyle rivayet etti: «Resûlul­lah ts.a.v.î Medine'de tam dokuz sene kaldı, hacc etmedi. Nihayet onuncu yılda, halka Resûlullah'ın haccedeceği duyuruldu. Bunun üzerine halk akın akın Medine'ye geldi. Resûlullah'a uyup, onunla haccetmek istedi. Ve Resûlullah (s.a.v.) Zilkade'den beş gece kalmış­ken[7] Medine'den yola çıktı. Üevesi Beyda'da çökünce, onun önün­deki binekli ve yaya yürüyenlere baktım gözümün erebildiği kadar... Sağı böyle, solu böyle, arkası böyle, ucu bucağı yoktu kalabalığın... Resûlullah ise aramızda, ona Kur'an inip durur.

Bu hususta râviler ihtilâf ettiler: Medine ehli Resûlullah (s.a.v.) -m Hacc-ı tfrad yaptığını, başkaları ise Hacc-ı Kıran yapıp hacla um­reyi birleştirdiğini, bir başka grup ise Temettu'a niyetle umre için Mekke'ye girdiğini, haccı ona ilâve ettiğini söyler...

Resûlullah Mekke'ye üst yandan, Kedâ tarafından girdi: Bent Şeybe kapısına vardı. Beyt-i Haram'ı görünce; «Yâ Rab! Bu beyt'in şerefini, ta'zimini artır. Bereketlendir, heybetlendir. Onu ta'zim eden, Hac ve Umre ile ona gelip teşerrüf eden, ciddiyet ve takva ile saygı ve hürmet gösterenleri artır[8]» diye dua etti.

Böylece Resûlullah (s.a.v.) gitti, haccını yapıp halka hac menâ-sikini öğretti. Sünnetlerini yaparak açıklamış oldu[9]".

Ve Resûlullah Cs.a.v.) Arafat'ta, çevresine toplanmış muazzam müslüman cemaa­ta, son derece şümullü hitabede bulundu. Metni şöyleydi:

-Ey insanlar! Sözümü dinleyin. Bilmem, ama belki de bu sene­den sonra burada sizinle buluşamam... Ey insanlar! Kan ve malı­nız birbirinize haramdır. Tıpkı şu gün, şu ay, şu şehriniz gibi ha­ram... Dikkat edin, câhiliye döneminden ne kaldıysa hepsi ayağımın altındadır. O dönemden kalan her türlü kan dâvaları da lağvedil­miştir, tik kaldırılan kan dâvası da, îbn Rebia bin Hâris'in kamdır. Câhiliye faizleri de iptal edilmiştir, ilk iptal edilip yok sayılan faiz de Abbas bin Abdülmuttalib'inkidir. Çünkü bunların hepsi mülga­dır:

însanlar! Artık şeytan şu ülkenizde kendisine uyulmaktan ebe­diyen ümidini kesmiştir. Ama basit sanılan hususlarda olsun yaptıklarınızda ona itaat olunursa bundan memnun olur. O halde din konusunda ondan sakının... İnsanlar! Nesi' küfre bir ektir. İnkar­cılar, insanları bununla azdırırlar: Yâni (haram ayları) bir yıl he­lâl, bir yıl haram sayarlar. Maksadlan Allah'ın haram kıldıklarına ilâve yapmak. Böylece Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığı­nı da haramlaştırmış olurlar. Zaman döndü dolaştı Allah'ın yeri gö­ğü yarattığı noktaya vardı:

Bir yıl on iki aydır. Bunun dördü haram aydır. Üçü ard arda gelir; Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Receb-i Mudar ise Cemâdi ve Şa­ban arasındadır.

Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Zira siz onları Allah'ın mâniyle aldınız. Allah adına da onların namusunu kendinize he­lâl kıldınız. Sizin onlar üstünde hakkınız olduğu kadar da, onların sizin üzerinizde hakları var. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, döşe­ğinizi sizden başkalarına çiğnetmemeleri; hoşlanmazsanız tabii bu halden[10]. Bunu yaparlarsa, yaralamıyacak şekilde dövebilirsiniz on­ları. Ama onların da sizin üzerinizde; mâruf şekilde yiyecek ve gi­yeceklerini te'min ödevi vardır.

Aklınızı çalıştırın insanlar, çünkü ben tebliğ ettim. Ve size öyle iki şey bıraktım ki; onlara tutunursamz sapmazsınız; Allah'ın Kita­bı ve Resûlullah'm Sünneti.

Ey Nâs! Dinleyin ve itaat edin. Hattâ, Allah'ın kitabını aranız­da uyguladığı müddetçe; kıvırcık saçlı bir köle başınıza tâyin edil­se bile...

Kölelerinize de dikkat edin!.. Onlara kendi yediğinizden yedi-rin, giydiğinizden giydirin. Hatâen suç işlerlerse onları bağışlayın. Ya da satın, ama eziyet etmeyin sakın[11].

Ey Nâs!. Sözümü iyi dinleyip, anlayın. Anlayın ki; her müslü-man birbirinin kardeşidir. Tüm müslümanlar kardeştir. O halde bir kişiye kardeşinin malı helâl olamaz. Ancak, gönül rızası ile ve­rirse o ayrı... Siz nefsinize de zulm etmeyin. Yâ Rab! Tebliğ ettim mi?..

Yarın Rabbinizin huzuruna çıkacaksınız. Sakın benden sonra geri dönüp, birbirinizin boynunu vurmaya başlamayın tekrar...

Dikkat edin, burada bulunanlar bulunmayanlara duyursunlar bunları. Ne belli, belki de işitenden daha iyi kavrayacaktır duyma­yan biri... Bakın, size benden sorulsa ne diyeceksiniz?

Dediler ki: Şâhidlik edeceğiz ki; Sen bize tebliğ vazifeni edâ ettin ve bize güzel öğüt verdin. Şehadet parmağı yukarıda şöyle de­di, O da (üç kere): Şâhid ol yâ Rab!.[12]»

Burada hutbe bitince Resûlullah ancak güneş batmcaya kadar Arafat'da kaldı. Bundan sonra da halkı Müzdelife'ye sevk etti. O sağ eliyle işaret ederek şöyle diyordu: Sakin olun insanlar, daha sakin. Müzdelife'de akşam ile yatsıyı «cem-i te'hirle» kıldırdı ve ge­ceyi burada geçirdi. Sonra da güneş doğmadan Minâ'ya geçildi. Orada ilkin Cemre-i Akabe'ye yedi taş attı. Her atışta Tekbir getiri­yordu. Hemen kurbanı kesme yerine vardı. Altmış üç tane deve kesti. Sonra bu sayıyı yüze tamamlattırdı. Bu işler de bitince, bindi ve tavaf için Beyt'e doğru yöneldi, öğle namazını Mekke'de kıldı. Abdülmuttalib evlâdının yanına vardı. Onlar Zemzem'den halka su dağıtıyorlardı. Şöyle emir verdi: «Abdülmuttalib evlâdı! Su çekin kovalarla. Eğer halkın size müdahale etmeyeceğini aklım kesse, ben de sizinle birlikte su çekerdim'». Sonra bir kova zemzem alıp on­dan içti.

Hac bitince de Resûlullah, Medine'ye doğru hareket etti. [13]

 

İbretler Ve Öğütler

 

1- Resûlullah (s.a.v.)'ın haclarının sayısı ve haccın meşru oluş zamanında ulema ihtilâf etti: Acaba Resûlullah bu haccdan baş­ka hacc yapmış mıdır? Tirmızi ve îbn Mâce'nin rivayetine göre onun Medine'ye hicretinden önce üç kez haccı vardır. Hafız Ibn Hâcer, Fethü'l-Bârİ'sinde şunu söylüyor: Akabe'de Medineli hey'etlerle gö­rüşmesi de bu haccı müteakip olmuştur. Çünkü onlar önce gelip sözleşmişlerdi. Arkasından yine gelmiş ilk bey'atı yapmışlardı. Ta­biî üçüncü kere gelişte ise ikinci bey'at yapılmıştı[14]. Onlardan ba­zısı işte böylece hicret öncesi B-esûlullah'ın her yıl hacc ettiğini riva­yet ediyor... Durum ne olursa olsun şurası şübhesiz ki hacc'ın vü-cûbu hicretin onuncu yılında meşru kılındı. Bundan önce vâcib olmadiği gibi Resûlullah da, Hicreti müteakip bundan başka hacc et­medi.

Onun için de sahabenin çoğu bu hacca »Haccetü'l-îslâm» adını vermişlerdi. Ya da «HaccetüY-Resûl»... îmam Müslim de bu haccı anlatan hadisi aynı adla anmıştır. Bu duruma işaret eden diğer hu­suslardan biri şudur: Abdülkays hey'etinin Resûlullah (s.a.v.)'a ge­lişini anlatan Buhârİ ve Müslim'in rivayetleri. Burada nakledildi­ğine göre o hey'et Resûlullah (s.a.v.)'a dediler ki: Bize öyle birşey emret ki-, biz de yapalım, bizden sonrakilere- de emredelim ve bu sayede de Cennet'e girelim. O da, öyleyse size dört şeyi emredip dört şeyi yasaklıyorum buyurdu. Ve bu dört emri saydı: Allah'a imanı emrediyorum size, namaz kılmayı, zekât vermeyi, oruç tutmayı ve ganimetin beşte birini vermenizi emrediyorum. Öyle görünüyor ki; İman ile ilgili emir ziyâdedir. Çünkü o daha önceden de vardır. Bu­radaki zikir onun herşeyin temeli olduğunu te'kiddir. Zaten bu hey'­et Hicretin dokuzuncu senesinde gelmişti. Demek ki o âna kadar hacc farz olmuş olsa, onlara yönelttiği emirler arasında sayması ge­rekirdi.

2- Resûlullah (s.a.v.1 'in haccındaki büyük anlam:

Resûlullah'ın bu haccı son derece değişik bir mana taşır. Hem onun hayatı, hem İslâm'ın da'veti, hem de İslâm nizamının genel esas­larına ışık tutan bir mâna...

Bilindiği gibi müslümanlar namazını da, orucunu da, zekât ve öteki ibadet ve vazifelerini de hep Resûlullah (s.a.v.)'m uygulamala­rından alarak öğrendiler. Artık öğrenmeleri gereken temellerden hacc ve onun menâsiki, yerine getirmede takip edilecek usûlü kalmış­tı. Çünkü câhiliyyet dönemi bütünüyle ve onun babadan oğula in­tikal eden en çirkin miraslardan hacc adı altında işlenenleriyle top­tan durulup atılıyordu. Meselâ hacc mevsiminde el çırpma, tavafı çıplak yapmak, ıslık çalmak gibi... İşte böylece, tıpkı putlara uygu­lanan temizlik uygulanmış, Beytullah her kirden arındırılmış olu­yordu.

Böylece artık Allah'ın Beyt-i Haram'mı haccetmeye dair olan çağrı kıyamete kadar sürecektir. Bu çağrı ise, Peygamberlerin de­desi olan (Cenâb-ı Hakk'm emri gereği) Hz. İbrahim tarafından baş­latılmıştır. Ama câhiliyyetin müdahalesi ve putçuluğun saptırması sonucu öyle ilâveler, öyle garip âdetler sokulmuş ki, şirk ve küf­rün rengine boyanmış hacc, İslâm geldi ve bu değişmez şiân yeni temizledi. Saf ve berrak bir hâl alıp tevhid akidesine Ve sırf Allah'a kulluk hedefine göre düzenlendi...

İşte bu büyük inkılâp emeliyle Resûlullah (s.a.v.) halka Bey-tullah'ı ziyaret emri ve talimatı verdi. Yine bu maksadlanyla, halk her bucaktan toplanıp geliyor; yâni haccı gerçek ve noksansız şekil ile öğrenmek ve câhiliyye âdetlerinden korunmak istiyordu. Bir da­ha rezil hallere düşmemek istiyordu. Ve öyle görülüyor ki; Resû-lullah'in gönlünde artık dünyadaki işlerinin en önemlilerinin tamam­lanıp sona yaklaştığı doğmaktaydı. Emâneti edâ etmiş, Yarımada­ya ekilen tevhid meyve vermeye başlamış, İslâm kalblere ve kafa­lara yayılıp yer etmişti.

Halka gelince (ki o gün sayıları hayli kabarıktı). Resûlullah'ı görmek, nasihat ve direktiflerini dinlemek için iştiyakla dolup taş­maktadır. O ise aynı şekilde onlarla karşılaşmanın ve kalabalıkla­rının şevki ile doludur. Zaten bu kalabalığın çoğu, Arap Yarımada-sı'nın muhtelif bölgelerinden toplanıp gelen ve henüz Resûlullah ile belki yüz yüze gelme imkânı bulamamış olan yeni müslümanlardır. Böyle bir fırsat ellerine geçmemişti. Beytullah'ı ziyaretle bu fırsatı da birlikte elde etmiş oluyorlardı. Beyt çevresinde, Arafat vadisin­de İslâm'ın en büyük şiarlarından birisini edâ ederken Resulü ile ümmetinin karşılaşması, bir buluşma ki; orada, onun verâ ve tav­siyesi Allah'ın ilmi ve Revülünün ilhamiyle açıklanmış oluyordu.

Resûlullah, yirmi üç yıllık mücadelenin mahsulü olan bu mu­azzam kalabalıkla bulunmayı elbette candan arzulardı. Maksad ise, İslâm ve onun nizamını bütün incelikleriyle, ama toplu ve veciz bir şekilde hulâsa etmekti Bu ise gönlünde damla damla biriken o sev­ginin ümmetine tezahür ve tatmini olsa gerekti. Özellikle de onların şahsında; tarih sürüp dünya durdukça gelecek altın nesillerin, on­ları izleyecek kahraman milletlerin hakkı olan nasihat ve vasiyyetini çağların ardından duyurmaktı.

İşte bunlar Resûlullah (s.a.v.)'m haccının derin mânâlarından bazıları: Veda haccı. Ü. ResûIuÜah'ın Arefe günü Ürene vadisinde at­tığı adımlarla canlı varlık haline geldi.

3- Veda Hutbesi üstüne düşünceleri

Sözlerin gönüle en hoş işleyeni muhakkak ki Allah'ın kelâmı­dır. O'nun ilhâmıyladır, Aarafat meydanında sarf edilenler... Bu hi­tabe, aynı zamanda yorulma ve usanma bilmeyen bir gayretle, Al­lah yolunda yirmi üç yıllık mücadelenin sonunda, emâneti edâ etmiş, ümmetini uyarmış bir Nebî'nin nesillere ve tarihlere yönelik, muazzam vasiyetidir. Zamanların da en çarpıcısı Allah'a mahsus. Şu an Resûlullah (s.a.v.)'in çevresinde toparlanan bu bütünleşmiş yüzbinler, onun çevresinde tam huşu ve iç teslimiyetiyle toplandı. Bundan önce nice kurgular olmuştu, bunlar gözetlenmiş ti. Bu bin­lerce insan kitlesinin akışına gözler hayran hayran bakıyordu, dört bir yandan. Diller de Cenâb-ı Hakk'ın şu kavlindeki mânâyı tekrar­lıyordu : «Biz elbette Resulümüzü ve onunla birlikte olanları zafere erdireceğiz. Hem dünya hayatında, hem de âhirette şâhidler olarak kalkacaklar».

Ve o anda Resûlullah, asırlar sonra gelecek İslâm milletlerine, onların iki kaşı arasından bakıyor, şarkı, garbı dolduran büyük İslâm dünyasını seyrediyordu. Bu hâlet-i ruhiye içinde bu koca âlemin kulaklarına şu kelimeleri ulaştırıyordu:

«Ey nâs! Sözlerime kulak verin. Çünkü bilemem ama, bana Öy­le geliyor ki; bu yıldan sonra bu yerde bir daha ebediyyen buluşa-mayacağız.» Bütün dünya o an dilini yutmuş gibi dinliyordu. Taşlar, ağaçlar, dağlar, ovalar susuyor, Resûlullah'ın sevgi dolu bu nutku­na yöneliyordu. Tam altmış üç yıl ona alışan ve bahtiyar olan dünya. Eh, işte şu anda o göçe hazırlanıyor. Rabbinin emrini ifâ edip yer­yüzüne iman ağacım bir daha sökülmez şekilde diktikten sonra... İşte tebliğ ile yükümlü olduğu, uğrunda cihad ettiği dâvanın ana il­kelerini özetliyor. Şaşmaz ve evrensel ilkeleri dünyanın kulağına fı­sıldıyor. [15]

 

Bu Vasiyetin İlk Bendi Neydi?

 

(İlk sunulan ve üzerinde durulan prensip).

Sübhânallah! Ne müthiş, ne kadar gönül burkucu! Şu sebepten ki; Resûlullah daha o kutlu vasiyetlerini sunduğu an âdeta gün olup gelecek nesillerin, nasıl da bazı saptırıcıların ardından yürü­yerek, (zamanın ve zeminin de ayak kaydıran etkisine mâruz kaT larak) şu an önlerine tuttuğu bu ışığı kaybedeceklerini görerek ko­nuşuyordu :

İşte o ilk düstûr ve dikkat çekilen husus; «însanlar! Kanlarınız ve mallarınız birbirinize, tâ Rabbınıza kavuşuncaya kadar haram­dır. Tıpkı bu günün, tıpkı bu ayın haram ve yasaklığı gibi». Ve bu tavsiyeyi hutbenin bitiminde bir daha tekrar edecek, buna son de­rece dikkat ve riâyet gerektiğini vurgulayacaktır.

«Bilirsiniz ki bütün müslümanlar birbirinin kardeşleridirler. Ya-

ni müslümanlar kardeştir. Bir kardeşin hiçbir şeyi de, gönül ma­sı olmadan öbürüne helâl olmaz. Dikkat edin, kendi kendinize zulm etmeyin!.. Peki, tebliğ ettim mi?

Ve biz (asırlar sonra da) cevab veririz. Evet, vallahi tebliğ et­tin, ey Efendimiz. Ve umarız ki, sana bu noktadan cevab vermek lü­zumludur. «Tabii tebliğ ettin» diye. Ve ne yazık ki biz mes'ûliyetiml-zi senden tam olarak öğrendiğimiz halde, onun hakkını vermekte son derece kusurluyuz.

İkinci betide gelince Bu sırf bir tavsiye değil, bütün insanların huzurunda ilân edilen kesin bir karar ve emirnamedir. Hem o an çevreleyip dinleyenlere, hem de gelecek ümmetine toptan.

İşte o kararın ifadesi:

Dikkat edin! Câhiliyye (İslâm öncesi veya sonrası, insan uy­duruğu) den kalan her âdet (inanış, davranış) mülgadır, tptâl edil­miş olup ayağımın altındadır!.. Kan dâvası olarak veya faiz olarak ne varsa iptal edilmiştir».

Bu kararda ifadesini bulan anlam nedir?

O anlatıyor, açıklıyor işte: Câhiliyyede benimsenen ve uyulan kavmiyetçilik ve kabilecilik; dil, renk ve ırk ayrımı; İnsanları öz kar­deşinden ayıran zulüm ve faizcilik... Bütün bunlar iptal edilmiş, hü­kümsüz kalmıştır. Bugün artık kokuşmuş bir leştir ki, onun çeki­lip yok olması, dünyanın göbeğinde İslâm şeriatının zuhuru ile ger­çekleşmiş ve tabiî yeri de islâm hayatı sürdükçe, onun ayaklarının altı olacak. Çünkü küfür ve câhiliyye necistir temizlenir, körlüktür giderilir, sapıklıktır yıkılır...

Peki şimdi, bütün bunlardan sonra, toprağa gömülü bu İaşeyi kim çıkarıp bağrına basar? Hangi normal akıl sahibi bunca arınıp durulduktan sonra tekrar bu pislikle boğuşmaya kalkar? Hangi bo­yun, kırılıp atılan bu boyunduruğa tekrar tâlib olur, kalkıp yeniden tamir eder, bugün de onunla işe koşulur?...

Bu câhiliyye, taklit ve pisliklerini, Resûlullah (s.a.v.) insandan uzaklaştırdı. İnsanın yolunu temizleyip, ona fikrî tekâmülün ve me­deniyetin yolunu açtı. Ve tabiî, bunların ayağı altında ezilen bayağı ve zararlı şeyler olduğunu ilân etti. Böylece tüm dünya her asır ve çağ, her insan toplum ve soyu şunu kavrasın: tslâm'ın dışında, kim bir terâkki, fikrî tekâmül ve dayanak ararsa, muhakkak görü­len bu çağ dışı ilkelere ve kokmuş leşlere varacaktır. Tarihin ka­ranlıklarına gömülen o kadavralara, taş ve putlara çıkacakttır eller. Kim îslâm nizamı dışında yükseleceğini savunursa bu leş ku­yularının dibine batar! [16]

 

Üçüncü Bend (Evrensel İlke):

 

Resûlullah (s.a.v.î, orada, ayların adlarının tanzimine göre za­manın mutabakatını ilân etti. Çünkü câhiliyye döneminde de, tslâm döneminin başlarında da Araplar hep bu aylarla oynayıp durmuş­lardı. Mücâhid ve ötekilerinin naklettiğine göre, onlar haccı her sene kendi tâyin ettikleri bir ayda yapıyorlardı, tki yü Zilhicce'de haccederlerse meselâ, iki yıl da Muharrem ayında yaparlardı. Bu yıl Resûlullah (s.a.v.) haccedince - tam Zilhicce'ye rastlamıştı. O da ilân etti ki; Allah'ın, yeri-göğü yarattığı gün, zaman dilimleri nasıl idiyse, ona uygun hale dönüp vardı!.. Yâni, artık kimse ayların yeri­ni değiştirmek gibi bir oyuna giremiyecek. Bundan böyle de artık sadece Zilhicce ayında hacc olabilecek başka değil.

Bazı nakillere göre müşrikler, bir yılı on iki ay ve on beş gün sayıyorlardı. Bu durumda hac, Ramazan'da da, Şevval'de de, Zll-kade'de de olabiliyordu. Yâni senenin her ayında. Bu aylarda devir ise, on beş günlük fazlalıktan geliyordu. Bu yüzden de, Hz. Ebû Be­kir'in dokuzuncu yılda haccı Zilkade ayma rastlamıştı. Sonraki yıl gelince, Resûlullah hacca niyetlendi. Bu Zilhicce'nin onuna denk geldiği gibi hilâlin devreleri de tam denk gelmişti. Bunun üzerine Resûlullah /s.a.v.) eski takvimin ve zaman ayarının lâğvedildiğini ilân etti. Bir yıl da sadece on iki aydan ibaret sayıldı. Bu yıldan sonra artık hiç müdahale olmadı... Kurtubi der ki: Bu görüş, Resû-lullah'm şu sözünü andırır-. «Zaman devretti». Yâni hac vakti, aslî vaktine döndü, Allah'ın âlemi yaratırken koyduğu zaman ölçüsüne... yâni meşru olan haline ki, malûmatı yukarıda geçti.[17]

 

Dördüncü Bend

 

Resûlullah, kadınlara karşı hayır tavsiyede bulunuyor. Ve bu­nu özlü ama kuşatıcı ifadelerle te'kid ediyor. Câhiliyyede kadına zulmeden yöntemler uygulandığım bildiriyor. Kadının hak ve yetki­lerini, insanlık alemindeki şerefli yerini şeriatın koyduğu ahkâm ile belirliyor. Halbuki o günün cemiyetlerinde, bunu bu derece açık ve icesin söylemek çok güçtü Ama o önemle üzerinde duruyordu. Çün­kü, o günün müslümanı, henüz, kadına hiçbir insani hak tanıma­yan, meşakkatte ortak ama yetkide aşağı, üstelik zevk âleti bir metâ olarak telâkki eden bir toplum yapısından kopup gelmişlerdi. Bu vaslyyet ve titizlikte ikinci bir hikmet de şu olsa gerek: Müslü­manlar hangi devirde ve durumda olursa olsun kadının şeref ve haysiyetiyle, ona îslâm şeriatının tanıdığı tabiî hak ve yetkileri çok iyi tâyin ve tefrik etmeliydiler. Kadından istifadeyi ve eğlenmeyi mu­bah sayanların, islâm'ın savaş açtığı tutumlarından ötürü, islâm'a savaş açtıklarım da bilmeliydiler. [18]

 

Beşinci Bend

 

Hayatlarına engel olan her müşkile karşı koyacak üçüncüsü ol­mayan iki kaynak koydu müslümanların önüne. Onlara tutunan için iman var. Sapıklıktan ve isyandan tam bir güvenlik. Bunlar Allah'­ın Kitabı ve Resûlü'nün Sünnetiydi. Zaten biz de her devirde ve her toplumda, bütün hak ve sorumlulukların kaynak ve dayanağı cla-geldiklerini görüyoruz. Hiçbir asırda da farklı durum yoktur. Bu esaslara tutunmanın değiştiği veya geriledeği bir dönem yok. Artık, bu tavrı ve teamülü bozacak hiçbir yeni tedbir, bir medeniyet, örf-âdet ya da mütegallibe düşünülemez. [19]

 

Altıncı Bendi

 

Burada da, Aleyhissalâtü vesselam efendimiz; hâkim ile mahkûm, Halife ile tebaası arasındaki alâkanın nasıl olmak gerektiğini açıklı­yor: Halk için, dinleyip itaat etmek; reisin soyu, işi, rengi ve şekli ne olursa olsun. Allah'ın kitabı ve Resulünün sünneti ile hükmettikçe onlar önemsiz...

Onlar tecâvüz ettiği zaman ise, hâkim kim olursa olsun, itaat de, dinleme de yok! Demek, hükmü elde tutana itaat onun kitab ve sünnete itaat ve bağlılığına göredir. Aksi halde, kitabta ve sün­nette dayanak bulamaz. Kendisi o iki düstura bağlı ise artık siyah köle olması v.s. hiçbir şey ifade etmez. Onun bu özellikleri başkala­rından asla ayırmaz, Allah indinde...

Yine Resûlullah (s.a.v.) bununla bize şunu da anlatmış oluyor ki; Allah'ın Kitabı ve Nebİ'sinin sünnetinin sınırları ötesinde hiçbir hâkimin imtiyaz ve yetkisi yoktur. Ve aynı zamanda İslam usûlü ve hükmü üstünde görünmeye de hâkimlerin salâhiyeti olamaz. Zi­ra gerçek anlamda kişiler asla hâkim değildir. O, yetkisini çıkarına da hiç kullanmaz. O ancak ve ancak, müslümanlara, Allah'ın hük­münü uygulamada güvenlik kişi telâkki edilmiştir, o kadar!..

Yine buradan anlaşılır ki, îslâm şeriatı asla, dokunulmazlık, ya da imtiyazlı sınıf veya müslümanlar arasında, hükümde, kanun koyma veya icra etme işlerinde ayırım veya tercih fikrini telkin et­mez.

Ve nihayet; Resûlullah, İslâm'ı tebliğ ve ona da'vet sorumlulu­ğunu hakkıyla ifâ ettiğinin şuûrundadır. îşte de İslâm yayılmıştır. İşte de câhiliyyet ve şirk bulutları dağılmıştır, işte de İslam'ın ilâhi şeriatı ve ahkâmı öğretilmiştir. Bunun isbatı da o anda Resulüne inen ilâhi kelâmdır. Ve bütün insanlığa fermandır.

«Bugün dininizi size tamlaştırdım, ni'metimi de bütünleştirdim, Din olarak da (Nizam ve hayat tarzı) İslâm'ı seçtim size[20]».

Fakat Resûlullah, yarın kıyamet günü kendilerine sorulunca üm­metinin Allah huzurunda bu konuda şehadet edeceklerinden de emin olmak istiyor, vasiyetinin sonunda. Nitekim sözcüsüne sorduruyor bu hususu:

«Size benden sorulacak. Peki ne diyeceksiniz?»

Çevresinden büyük kitlenin sesi yükseliyor tabiî: «Biz, senin tebliğ ettiğine ve vazifeni edâ edip, bize hakkı tavsiye ettiğine şâ-hidlik edeceğiz». Artık buna itminan getirince yüce Resul (s.a.v.) : Yarın Rabb-i Celil'ine takdim edeceği bu şehadeti tevsik etmek is­tiyordu. O yüce Resul buna emin olmuştu. Onun için de yüzünde ve gözlerinde memnuniyet parıldıyordu. Yücelere dikti gözlerini ve şe­hadet parmağını da göğe kaldırarak, insanlara da bakarak şöyle bağ­ladı sözünü:

«Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab!..»

O ne büyük saadetti! Bu, gençliğini geçirip, ömrünü ae sânı yü­ce Rabbinin şeriatını neşir uğruna bitiren Resûlullah (s.a.v.)'m sa­adetiydi... Ortaya koyduğu cehd ve gayret, feda ettiği Ömrün mah­sûlünü gördüğü andı bu. Allah'ın birliğini terennüm için yükselen ve yankılanan ses, dini için yere konan ve secde izi taşıyan alın, Allah sevgisiyle çarpan ve çırpınan kalbin erdikleri, gördükleridir. Allah'ın sevgilisi için bu ne yüce saadettir. Çöllerdeki bitmez yol-culuklardaki muhacirin susuzluğu, en bayağı işkencelere katlanmış ve sonunda Allah'ın arzında bu iman çatısını kurmuş olmanın hâtı­rasından doğan saadet!.. Sevinç ve saadetle gözlerini sürmelemek, hakkındır. Artık şu an kalbinin hamd, neş'e ve sürürdür ödevi, Bu ödev mübarek olsun sana!..   '

Hayır,  vallahi; sadece şu  an  seni  çevreleyen  yüzbinler  değil, bu gerçeğin şahidi, ey efendim Resûlullah! Fakat her asırda, her dö­nemde süregelen ve yeryüzüne mirasçı olan ümmetinin bütün nesil­leri lisân-ı hâl ile olsun buna şâhiddir. Şâhidlik ediyor: «Biz de şa­hidiz yâ Resûlâllah! Gerçekten en güzel tebliği yaptın. En üstün öğü-tü sen verdin. Allah ümmetinden yana en hayırlı, en ustun müka­fatını versin...»

Ama, senden sonra bu ağır yük, da'vet sorumluluğu bizim boy­numuza yüklendi. Halbuki şu gün biz bunun hakkını vermekten ne kadar uzağız!.. Yarın seninle yüzyüze gelince bu yüzden ne kadar mahcûb olacağız. Bizim hâlimiz, seni çevreleyen sahâbeninkiyle kı­yas kabul etmez. Biz bu dünyanın aldatıcı renklerine ulaşmak için koşarken da'vetten gafil oluyor ve o derece ağır alıyoruz. Halbuki onlar, seni dinlerken, o mübarek insanlar bedenlerinde şehadet ka­nı dolaşıyor. Elleri, o yolda cihad ederken döktükleri kanla boyalı. Dünya ise onlar için; sadece senin şeriatının zaferi ve da'vetinin sür­mesi, cihadın omuzlanması için çiğnenen bir topraktır!

Allah bizi ve bütün müslümanlan adam eyleye. Bizi dünya sar­hoşluğu, heva ve heves budalalığından uyara. Bize lûtf u keremi ve cömertliği ile muamele ede. Âmin.

Resûlullah (s.a.v.î haccını tamamladı. Zemzem suyundan kona kana içti. Halka hareket tarzlarını öğretti. Ve artık çevresi ile bir­likte Medine'ye döndü. Tekrar, Allah yolunda, bitişi olmayan cihad ödevinin başına, Allah yolunda sürekli mücadelenin başına... [21]



2137 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın