• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

Resûlullah'ın Medine'ye Hicret İçin Ashabına İzin Vermesi

Resûlullah'ın Medine'ye Hicret İçin Ashabına İzin Vermesi

 

İbn Sa'd Tabakafmda Hz. Âişe (r.aJ'den şunu nakleder:

Medineli yetmiş kadar Müslüman Resûlullah'a bey'at edip gi­dince, bu olay Resûlullah'ın gönlünü rahatlatmıştı. Yüce Allah, Re­sulü için güçlü, kuvvetli, savaşçı ve kahraman bir kavmi nasib et­mişti. Mekkeli müşrikler, Medineli müslümanların çıkışlarını öğre­nince, Mekke'deki müslümanlara eziyet ve işkenceyi artırmaya baş­ladılar. Müşrikler Resûlullah'ın ashabını birçok sıkıntıya soktular ve ellerinden geldikçe kötülük yaptılar. Ashâb şimdiye kadar uğra­madıkları eziyet ve hakarete uğradılar. Bu hakaret ve işkenceler üzerine Resûlullah'ın ashabı, Peygamberimize şikâyette bulunup, hic­ret için izin istediler. Peygamberimiz de: «Hicret edeceğiniz yer ba­na bildirildi. Orası Yesrib (Medine) 'dir. Kim gitmek istiyorsa ora­ya gitsin» buyurdu. Müslümanlar bunun üzerine hazırlanmaya, bir birleriyle anlaşmaya ve birbirlerine yardımda bulunmaya başladı­lar. Gizlice hicret etmeye karar verdiler. Resûlullah'ın ashabından Medine'ye ilk gelen kişi Ebû Seleme bin Abdül-Esed idi. Ondan sonra da Amir bin Rebia ile hanımı gelmişti. Medine'.ye hevdec içinde gelen ilk Müslüman kadın o idi. Daha sonra Resûlullah'ın ashabı grub grub gelip Ensâr'ın evlerine misafir oldular. Ensâr yâ­ni Medineli müslümanlar da onları bağırlarına basıp, onlara yar­dımda bulundular[97].

Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in ashabından Hz. Ömer (r.a.)'in dışında herkes gizlice hicret etti. Hz. AH bin Ebû Tâlib (r.a.) anlatıyor:

Hz. Ömer, hicrete karar verdiği zaman kılıcını kuşanıp yayını omuzuna astı. Oklarını eline alıp, bastonuna dayanarak, Kabe'ye doğru yürüdü. Kureyş'ten bir grub da, Kabe'nin yanında idiler. Hz. Ömer (r.a.), ağır ağır sükûnet içinde Kabe'yi yedi kez tavaf etti. Sonra Makanvı İbrahim'e gelip ni~maz kıldı. Namazım bitirdikten sonra, onların yanma gelip durdu. Ve: «Kara olsun yüzleri! Allah ancak bu burunları yere sürter. Anasını ağlatmak, çocuklarını ye­tim, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadinin arkasında ba­na gelip kavuşsun» dedi.

Hz. Ali sözüne devamla diyor ki; Ömer (r.a.)'i zayıf ve fakirler­den bir grubun dışında hiç kimse takib etmedi. Zaten o da onlara, buluşacakları yerleri öğretmişti. Sonra Hz. Ömer tek başına Mekke'­den çıkıp gitti[98].

îşte böylece müslümanlar, Medine'ye hicret etmede birbirini ta­kib ettiler. Sonunda Mekke'de, Resûlullah'ın, Ebû Bek:r'in, Ali'nin, tutuklanmış mü'minlerin, hasta veya yola çıkmaktan âciz olanların dışında hiç kimse kalmadı. [99]

 

İbretler Ve Öğütler

 

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabının Mekke'deki imtihan şekli; işkence, eziyet ve müşriklerden gördükleri çeşitli istihza biçiminde olmuştu. Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara hicret için izin verince, bu sefer onların imtihanları vatanlarını ve mallarını, evlerini ve evle­rinde bulunan kıymetli eşyalarını bırakıp gitme şekline dönüştü.

Onlar birinci ve ikinci imtihan karşısında, Rablerine karşı sa­mimi, dinlerine karşı vefakâr idiler. Onlar da her türlü sıkıntı ve meşakkatleri sarsılmaz bir sabır ve inatçı bir kararlılıkla karşıla­dılar. Sonunda Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara, Medine'ye hicret et­melerini işaret buyurunca, arkalarında malı, kıymetli eşyaları ve vatanı bırakarak Medine'ye yöneldiler. Bunu yaparken de alenî ola­rak değil, gizlice şehri terkettiler. İş bununla da kalmadı, dinlerini kurtarmak için tüm varlıklarını Mekke'de bırakıp, en kıymetli eş­yalarından ve sermayelerinden ayrıldılar. Ama buna karşılık, ken­dilerine yardımda bulunmak ve kucak açmak için Medine'de bekle­yen yeni kardeşler kazandılar.

Dininde Allah için samimi olan bir Müslümana, en güzel örnek şudur: İnancının selâmeti uğrunda; ne mala mülke, ne de vatana aldırış etmez. Resûlullah'ın, eshâbmın Mekke'deki durumu işte bu idi...

Yanlarına hicret eden mü'minleri evlerinde barındıran, onlara ellerinden gelen her türlü yardımı yapan Medine halkına gelince; onlar da Allah için sevmenin ve İslâm kardeşliğinin en güzel örne­ğini sergilediler.

Herkes -bilir ki, Azîz ve Celil olan Allah, din kardeşliğini soy kardeşliğinden daha güçlü kıldı. Bundan dolayıdır ki, İslâm'ın ilk yıllarında miras hukuku, din kardeşliği esasına ve din için hicret etme kurallarına dayanmaktaydı.

Akrabalık bağına dayalı miras hukuku, Medine müslümanlar için güçlü bir yurt (Dâr-ı îslâm) olduktan ve îslâm da orada tekâ­mül ettikten sonra, ancak son şeklini aldı. Bu konuda, Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor:

«Doğrusu inanıp, hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, can­larıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım eden­ler, işte bunlar (mirasda) birbirinin velileridir. îman edip de hic­ret etmetenler ise, hicret edecekleri zamana kadar sizin onlara hiç­bir şey ile velayetiniz yoktur. (Bununla beraber) eğer onlar din hu­susunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulu­nan bir kavim aleyhine olmaksızın onlara yardım etmeniz üzerini­ze bir borçtur. Allah işlediklerinizi görür[100]».

Hicretin meşru kılmışından, iki tane şer'i hüküm çıkarılır:

1- Dârü'l-Harb'ten, Dârü'l-îslâm'a hicret etmenin farz oluşu: Kurtubi, îbnu'î-Arabi'den şunu naklediyor: «Bu hicret Hz. Peygam-ber'in döneminde farz idi. Onun farziyeti kıyamet gününe kadar bakidir. Mekke'nin fethi ile sona eren hicret ise, sadece Resûlullah (s.a.v.)'a mahsustur. Eğer Resûlullah, Dârü'l-Harb'de kalsaydı, gü­nahkâr olurdu"[101]. Bir Müslümanın ezan, cemaat, oruç, namaz ve di­ğer tslâmî hükümleri yerine getiremediği her yer Dârü'1-Harb gibi­dir. Cenâb-ı Hakk'm şu âyeti buna delil gösterilmiştir: «Kendi öz nefislerine zulmederlerken, canlarını alacağı kimselere melekler der­ler ki: «Ne işde idiniz?» Onlar da: «Biz yeryüzünde dinin emirlerini tatbik etmekten âciz kimselerdik» derler. Melekler de: «Allah'ın ar­zı geniş değil miydi? Siz de oradan hicret edeydiniz ya?» derler, tş-te onların varacakları yer Cehennem'dir. Orası ne kötü bir yer­dir[102]». Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı, erkek, kadın ve çocuk­lar müstesnadır tabii...

2- Müslümanların her ne kadar yurtları ve ülkeleri ayrı olsa bile, mümkün olduğu sürece, diğer müslümanlara yardım etmeleri­nin farz oluşu: tmamlar ve âlimler; müslümanların yeryüzünde her­hangi bir yerde Müslüman kardeşlerinden mazlumlara, tutsaklara ve­ya ezilenlere yardım etmeye muktedir oldukları vakit, yardım etmi­yorlarsa, şübhesiz ki büyük bir günaha girmiş olurlar diye icma et­mişlerdir.

Ebû Bekir İbnu'l-Arabi diyor ki; «Müslümanların arasında esirler veya ezilenler bulunduğu takdirde, birbirleriyle dost ve mirasçı ol­maları hükmü kaimdir.» Aramızda gören göz kalmamak şartıyla sa­yımız ve hazırlığımız yeterli olduğu vakit, onları kurtarmaya çıkma­mız veya bir kuruşumuz kalmayıncaya kadar mallarımızın tümünü onları kurtarmak için harcamamız, ya da onlara bedenle yardım et­memiz farzdır[103]».

Müslümanların diğer müslümanlara yardımda bulunmaları ve onlarla her konuda dostluk kurmaları vâcib olduğu gibi, bu dostlu­ğun kendi aralarında da olması vâcib olur. Dostluğun, yardımlaş­manın veya kardeşliğin; müslümanlarla gayr-i müsUmler arasında gerçekleşmesi caiz olmaz. Cenâb-ı Hakk'ın şu âyetinde açıkça orta­ya koyduğu husus budur. Çünkü Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: «Kâfir olanlar bile birbirinin yardımcılarıdır. Eğer siz, bunu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük fesad çıkar[104]».

İbnu'l-Arabî, bu konuda şöyle diyor: «Allah, kâfirlerle mü'mhv lerin arasında dostluğu yasakladı. Bir kısım mü'minleri diğerleriy­le dost yaptı. Kâfirleri de kendi aralarında dost yaptı. Böylece onlar kendi dinlerine göre birbirlerine yardım etsinler ve kendi itikadla-nna göre muamelede bulunsunlar[105]».

Bu gibi ilâhî emirleri tatbik etmenin, her asırda müslümanların başarıyla ulaşmalarının temel şartı olduğunda şübhe yoktur. Nite­kim bugün müslümanların gördüğümüz şu güçlükleri, perişanlıkla­rı, düşmanlarınca her taraftan kuşatılmış olmaları ilâhî emirleri ihmâl edip onların aksine hareket etmelerine dayanmaktadır... [106]



1636 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın