İLGİLİ HADİSLERMENKİBELER (BİYOGRAFİLER) BÖLÜMÜ ﴿ كِتَابُ الْمَنَاقِبِ ﴾ - Peygamber (s.a.v)'in bütün ataları ve annelerinin, tevhid üzere olup onlara; küfür, kusur, necis ve cahiliyye halkının üzerinde bulunduğu herhangi bir şeyin isabet etmemesi" ile ilgili hadisler Bâcûrî, "Cevheretu't-Tevhid" adlı kitaba yaptığı haşiyede, bu konuda gelen hadislerin, (manevi) tevatür derecesine ulaştığını belirtmiştir. * * * - “Ebu Talib'in; Peygamber (sa.v)'i sevmesi, koruyup gözetmesi ve yardım etmesi” ile ilgili hadisler[1] Şeyh allame Muhammed b. Berzencî el-Medenî, Hz. Peygamber (s.a.v)'in anne-babasının kurtuluşuna dair yazdığı eserin sonunda Ebu Tâlib'in kurtuluşu hakkında da rivayetler olduğunu belirtip bu rivayetlerin mütevatir olduğunu şöyle anlatmaktadır: “Ebu Talib'in, Hz. Peygamber (s.a.v)'i sevmesi, koruyup gözetmesi, yardım etmesi, İslam dinini tebliği etmesi hususunda ona destek olması ve Cafer ile Ali gibi çocuklarına ona tabi olmaları ve ona destek olmaları mahiyetinde onlara bir takım sözler söylemesi ve emirde bulunması hakkında onu doğrulaması ile ilgili haberler, tevatürdür.” (Ebu Abdullah Muhammed b. Derviş el-Hût el-Beyrûtî) “Esnâ'l-Metâlib”de bunu 'Ebu Talib'in Kurtuluşu' (ile ilgili yerde) nakletmiştir. * * * - “Ebu Bekr’in, Sahabeden bir çoğuna karşı üstün olması”[2] ile ilgili hadisler Kastallânî (ö. İbn Hacer el-Heytemî (ö. “Hz. Peygamber (s.a.v) ve gönderilmiş peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı, Ebu Bekr es-Siddîk’tır. Bu konu ile ilgili müstefiz ve illetli olmayan sahih hadisler, mütevatirdir. Bu hadisler, temel meselelerde rivayet olunmuştur. Bu konudaki doğru yöntem, bu hadislerin illetli ve sakim olmadığıdır.” Şeyhülislam İbn Teymiyye (ö. * * * - “Hz. Peygamber (s.a.v) daha hayatta iken Ebu Bekr’i, (namaz kıldırması için) insanlara imamlık yapmasını emretmesi”[3] ile ilgili hadisler Şeyh Ebu’l-Hasen el-Eş’arî (ö. Zaten bu olay, zaruri olarak (herkes tarafından da) bilinmektedir. Suyûtî (ö. 1. Ebu Musa el-Eş’arî[4] Bu hadis, mütevatirdir. Yine bu hadis, şu yollardan da gelmiştir: 2. Hz. Aişe 3. Abdullah ibn Mesud 4. Abdullah ibn Abbâs 5. Abdullah ibn Ömer 6. Abdullah ibn Zema 7. Ebu Saîd el-Hudrî 8. Hz. Ali 9. Hafsa Bu sahabilerin naklettiği hadislerin geliş yollarını, mütevatir hadisler (ile ilgili kitabım)da belirttim.” İbn Hacer el-Heytemî (ö. Bu konuda daha geniş bilgi için İbn Hacer el-Heytemî’nin “Savâik” adlı kitabının Arapça alfabetik harf sırasının “hemze” kısmında “Ebu Bekr” maddesi ile ilgili yerde yaptığı açıklamaya bakabilirsiniz. * * * - “Peygamber (s.a.v)’in, Ali’nin kapısı ile (Ebu Bekr’in) havhası hariç asıl kapıların dışında Mescid-i Nebevi’ye açılan (bütün) kapıların kapatılmasını emretmesi”[5] ile ilgili hadisler Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde sahabiler, Ebu Bekr’in havha (kapı)sı hariç bu kapılardan Mescid-i Nebevi’ye girmeyi uygun görüyorlardı. Hz. Ali’nin kapısı hariç Mescid-i Nebevi’ye açılan kapıların kapatılması ile ilgili hadisi rivayet edenler şunlardır: 1. Sa’d b. Ebi Vakkâs 2. Zeyd b. Erkam 3. Abdullah ibn Abbâs 4. Câbir b. Semure 5. Abdullah ibn Ömer 6. Hz. Ali 7. Câbir b. Abdullah 8. Enes b. Mâlik 9. Büreyde el-Eslemî Ebu Bekr’in havhası hariç Mescid-i Nebevi’ye açılan kapıların kapatılması ile ilgili hadisi rivayet edenler ise, şunlardır: 1. Ebu Saîd el-Hudrî 2. Abdullah ibn Abbâs 3. Cündub 4. Ebu’l-Huveyris Suyûtî (ö. Devamla da der ki: “Bu hadisler, sahih bir şekilde sabit olmuştur. Fakat mütevatir de. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), Mescid-i Nebevi’ye kapı açan herkesi bundan yasaklamıştır. Hz. Ali hariç amcası Abbâs ve Hz. Ebu Bekr’de dahil hiçbir kimseye (kapısını Mescid-i Nebevi’ye açmasına) izin vermemiştir. Hz. Ali’ye izin vermesinin sebebi ise, kızı Fatıma’nın Hz. Ali ile evli olmasından dolayıdır. Hz. Peygamber (s.a.v), Mescid-i Nebevi’ye küçük bir havha yada delik açan herkesi de bundan yasaklamıştır. Hz. Ebu Bekr’in havhası hariç Hz. Ömer’de dahil hiçbir kimseye (havhasını Mescid-i Nebevi’ye açmasına) izin vermemiştir. Hz. Ebu Bekr’e izin vermesinin sebebi ise, onun, (daha sonra elde edeceği) hilafet makamından ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanındaki otoritesi bakımından insanların en üstünü olmasından dolayıdır.” İbnü’l-Cevzi (ö. Hafız İbn Hacer (ö. Suyûtî (ö. Çünkü her bilgi sahibinin üstünde, daima bir bilen vardır. Bu örnekteki sağlam yol, hadisin, batıl olduğuna hükmedilmemesidir. Aksine bu konuda kendisi için açığa kavuşuncaya kadar beklenilir. İşte bu hadis de, bu türdendir. Bu hadis, meşhur bir hadistir. Hadisin geliş yolları, çoktur. Hadisin her geliş yolu, hasen derecesinden aşağıya düşmeyecek şekildedir. Hadisçilerin çoğuna göre; hadisin geliş yollarının toplamı, hadisin sıhhatli olduğunu ifade etmektedir. * * *
- “Gerek arkadışlığıyla olsun ve gerekse de malıyla olsun, insanlar arasında bana en emniyetli olanı, Ebu Bekr’dir”[6] Halebî “Sîre”de Hz. Peygamber (s.a.v)’in ölümüne dair bazı hususları belirttikten sonra aynen şöyle der: “Bu hadis, sahihtir. * * *
- “Rabbimden başka bir dost edinecek olsaydım, mutlaka Ebu Bekr’i dost edinirdim”[7] Suyûtî (ö. 1. Ebu Saîd el-Hudrî 2. Abdullah ibn Abbâs 3. Abdullah ibnu’z-Zübeyr 4. Abdullah ibn Mes’ud 5. Cündub el-Becelî 6. Ebu’l-Meâlî 7. Ebu Hüreyre 8. Enes 9. Abdullah ibn Ömer 10. Ebu Vâkid 11. Hz. Aişe Toplam, (Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir: 1. Berâ’ 2. Sa’d Şeyh Abdurrauf el-Münâvî (ö. Şeyh Murtaza ez-Zebîdî (ö. Daha sonra da hadisi rivayet eden Bu konuda daha geniş bilgi için “Kitâbu âdâbi’l-uhuvvet ve’s-Sohbet”’in üçüncü bâb’ına bakabilirsiniz. Ayrıca bu hadis ile Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde bazı geliş yolları bulunan bundan sonraki hadis, aslında aynı hadistir. Bu hadisin lafzı, Buhârî’de Ebu Saîd el-Hudrî’den[8] şöyle gelmiştir: ﴿ خَطَبَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ النَّاسَ وَقَالَ: إِنَّ اللَّهَ خَيَّرَ عَبْدًا بَيْنَ الدُّنْيَا وَبَيْنَ مَا عِنْدَهُ فَاخْتَارَ ذَلِكَ الْعَبْدُ مَا عِنْدَ اللَّهِ قَالَ فَبَكَى أَبُو بَكْرٍ فَعَجِبْنَا لِبُكَائِهِ أَنْ يُخْبِرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ عَبْدٍ خُيِّرَ فَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هُوَ الْمُخَيَّرَ وَكَانَ أَبُو بَكْرٍ أَعْلَمَنَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ مِنْ أَمَنِّ النَّاسِ عَلَيَّ فِي صُحْبَتِهِ وَمَالِهِ أَبَا بَكْرٍ وَلَوْ كُنْتُ مُتَّخِذًا خَلِيلًا غَيْرَ رَبِّي لَاتَّخَذْتُ أَبَا بَكْرٍ وَلَكِنْ أُخُوَّةُ الْإِسْلَامِ وَمَوَدَّتُهُ لَا يَبْقَيَنَّ فِي الْمَسْجِدِ بَابٌ إِلَّا سُدَّ إِلَّا بَابَ أَبِي بَكْرٍ ﴾ Peygamber (s.a.v), insanlara bir gün şöyle hutbe verdi: “Yüce Allah, bir kulunu, dünya ile kendi katındakini tercih etmede onu serbest bıraktı. O kulda, Allah’ın katındakini tercih etti” Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekr ağlamaya başladı. Biz, Resulullah (s.a.v)’in, Allah tarafından serbest bırakılan bir kul hakkında verdiği haber sebebiyle onun ağlamasına hayret ettik. Meğer serbest bırakılan o kul, Resulullah (s.a.v)’in kendisi imiş. Bunu en iyi anlayan ise, Ebu Bekr’miş. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) buyurduki: “Gerek arkadaşlığıyla olsun ve gerekse de malıyla olsun, insanlar arasında bana en emniyetli olanı, Ebu Bekr’dir. ‘Eğer Rabbimden başka bir dost edinecek olsaydım, mutlaka Ebu Bekr’i dost edinirdim.’ Ancak (aramızda) İslam kardeşliği ve İslam sevgisi vardır. Mescide açılan (özel) hiçbir kapı bırakılmayıp hepsi kapatılacak, sadece Ebu Bekr’in kapısı açık bırakılacak” * * *
- “Ben kimin dostu isem, Ali’de, onun dostudur”[9] Suyûtî (ö. 1. Zeyd b. Erkam 2. Hz. Ali 3. Ebu Eyyûb el-Ensârî 4. Hz. Ömer 5. Zi murre 6. Ebu Hureyre 7. Talha 8. Umâre 9. Abdullah ibn Abbâs 10. Büreyde 11. Abdullah ibn Ömer 12. Mâlik ibnu’l-Huveyris 13. Hubşî b. Cünâde 14. Cerîr 15. Sa’d b. Ebi Vakkâs 16. Ebu Saîd el-Hudrî 17. Enes 18. Cünda’ el-Ensârî Toplam, Bu hadis, bir grup sahabeden gelmiştir. Bu sahabiler, Resulullah (s.a.v)’in böyle buyurduğunu işitmişlerdir. (Hz. Ali, Kufe’ye gelip Resulullah (s.a.v)’in bu sözünü kimin duyduğunu sorduğunda,) (Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir: İmam Ahmed (ö. Hz. Ali’nin hilafeti günlerinde kargaşalık çıktığında insanlar bu hadis sebebiyle Hz. Ali’nin safına katıldılar. Münâvî (ö. Yine Münâvî, “Safvet”de der ki: “Hafız İbn Hacer dedi ki: ‘﴿ مَنْ كُنْتَ مَوْلاَهُ فَعَلِيٌّ مَوْلاَهُ ﴾ “Ben kimin dostu isem, Ali’de, onun dostudur” hadisini, Tirmizî ile Nesâî rivayet etmiştir. Bu hadisin geliş yolları, gerçekten çoktur.’ İbn Ukde’de, bu hadisin bütün geliş yollarını müstakil bir çalışmasında tamamen toplamıştır. Bu hadislerin senedlerinin çoğu, sahih yada hasendir.” * * * - (Resulullah (s.a.v), Tebük seferine giderken Medine’de yerine bıraktığı Ali’ye:) “Sen, Harun’un, Musa’nın yanında aldığı yeri, benim yanımda almaktan razı değil misin?”[10] Suyûtî (ö. 1. Ebu Saîd el-Hudrî 2. Esmâ’ bint. Umeys 3. Ümmü Seleme 4. Abdullah ibn Abbâs 5. Hubşe b. Cünâde 6. Abdullah ibn Ömer 7. Hz. Ali 8. Câbir b. Semure 9. Berâ’ b. Âzib 10. Zeyd b. Erkam Toplam, (Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir: 11. Mâlik ibnu’l-Huveyris 12. Sa’d b. Ebi Vakkâs 13. Hz. Ömer İbn Asâkir (ö. Şeyh Cesûs, “Şerhu’r-Risâle”de aynen şöyle der: “﴿ أَنْتَ مِنِّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى ﴾ “Sen, Harun’un, Musa’nın yanında aldığı yeri..... ” hadisi, mütevatirdir. * * * - “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, aile fertleri içerisinde, en çok kızı Fatıma’yı sevmesi”[11] ile ilgili hadisler Azîzî “Şerhu’l-Câmi’”de der ki: “Hz. Fatıma’nın, ev halkı içerisinde, Hz. Peygamber (s.a.v)’e en sevimli olması hali, bir çok hadiste geçmektedir. Bu hadislerin toplamı, manevi mütevatiri ifade etmektedir.” (Münâvî) “Teysîr”de ﴿ أَحَبُّ أَهْلِ بَيْتِي إِليَّ اَلْحَسَنُ وَالْحُسَيْنُ ﴾ “Ev halkım içerisinde, bana, en sevimli olanı; Hasan ile Hüseyin’dir” hadisi hakkında der ki: “Doğrusu şu ki: Fatıma, ev halkı içerisinde, Hz. Peygamber (s.a.v)’e mutlak sevimli olandır. Çünkü bu durum, bir çok hadiste geçmektedir. Bu hadislerin toplamı, manevi mütevatiri ifade etmektedir. Bu hadislerin dışında kalan diğer hadisler, belirtilen kişi hakkında ya mana bakımından yada farklı yön bakımından birleşilmektedir.” Bu hadisi; Tirmizî (ö. ﴿ أَحَبُّ أَهْلِي إِليَّ فَاطِمَةُ ﴾ “Ev halkım içerisinde, bana, en sevimli olan; Fatıma’dır” (Münâvî) “Teysîr”de der ki: “Bu hadisin senedi, sahihtir.” * * *
- “Hasan ve Hüseyin, Cennetlik gençlerin efendileridir”[13] Suyûtî (ö. 1. Ebu Saîd el-Hudrî 2. Huzeyfe ibnü’l-Yemân 3. Hz. Ömer 4. Hz. Ali 5. Câbir b. Abdullah 6. Hüseyin b. Ali 7. Üsâme b. Zeyd 8. Berâ’ b. Âzib 9. Kurre b. İyâs 10. Mâlik ibnü’l-Hüveyris 11. Ebu Hureyre 12. Abdullah ibn Ömer 13. Abdullah ibn Mes’ud 14. Enes 15. Büreyde 16. Abdullah ibn Abbâs Toplam, (Derim ki:) Bu hadis, şu yoldan da gelmiştir: (Münâvî) “Feyzul’l-Kadîr” ile “Teysîr”de Suyûtî’den naklettiğine göre; bu hadis, mütevatirdir. * * * - “Bu[14] oğlum, efendidir. Umulur ki Allah, onunla, iki müslü-man büyük kitlenin arasını barıştıracaktır”[15] Bu hadis, şu yollardan gelmiştir: 1. Ebu Bekre 2. Ebu Saîd el-Hudrî 3. Câbir ve daha bir çokları Tirmizî (ö. Abdullah el-Übbî (ö. Bu konuda daha geniş bilgi için Übbî (ö. * * * - “Azgın bir topluluk, Ammâr (b. Yâsir’)i öldürecek”[16] Suyûtî (ö. 1. Ebu Saîd el-Hudrî 2. Ebu Katâde 3. Ümmü Seleme 4. Huzeyfe 5. Abdullah ibn Mes’ud 6. Ammâr b. Yâsir 7. Amr ibnu’l-Âs 8. Abdullah ibn Amr ibnu’l-Âs 9. Amr b. Hazm 10. Huzeyme b. Sâbit 11. Hz. Osman 12. Enes 13. Ebu Hüreyre 14. Ebu Râfi’ 15. Câbir b. Abdullah 16. Muâviye b. Ebi Süfyân 17. Abdullah ibn Abbâs 18. Zeyd b. Ebi Evfâ el-Eslemî 19. Câbir b. Semure 20. Ebu’l-Yusr es-Sülemî Ka’b b. Amr 21. Ziyâd ibnu’l-Ferd 22. Ka’b ibn Mâlik 23. Ebu Ümâme el-Bâhilî 24. Hz. Aişe Toplam, (Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir: 25. Abdullah ibn Ömer 26. Ebu Eyyûb 27. Katâde ibnu’n-Nu’mân 28. Zeyd b. Sâbit 29. Amr b. Meymûn İbn Asâkir (ö. 30. Hz. Ömer 31. Ammâr b. Yâsir’in azadlısı Suyûtî (ö. Hafız İbn Hacer (ö. İbn Dihye’de dedi ki: ‘Muâviye’nin, Ammâr’ın, azgın bir topluluk tarafından öldürülmesi meselesini reddetmesine ve kabul etmemesine rağmen, hadis, gayri sahih olsa bile, sıhhatli oluşu hususunda bir eleştiriye uğramamıştır.’ İbnü’l-Cevzî’de “İlel”de Hilâl’den naklettiğine göre; İmam Ahmed’in şöyle söylediği nakledilmiştir: ‘Bu hadis, Yine İmam Ahmed, İbn Maîn ve Ebu Hayseme’den nakledildiğine göre; bunlar, bu hadisin, sahih olmadığını belirtmişlerdir. İbn Abdilberr’de “İstiâb”da Ammâr’ın biyografisinde aynen şöyle der: ‘Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ﴿ تُقْتَلُ عَمَّاراً الْفِئَةُ الْبَاغِيَةُ ﴾ “Ammâr’ı, azgın bir topluluk öldürecek” buyruğu ile ilgili O’ndan gelen rivayetler, mütevatirdir. Bu hadis, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, gaybtan verdiği haberlerden ve peygamberlik alametlerindendir. Çünkü bu hadis, en sıhhatli hadislerden biridir.’” * * * - “Arş, Sa’d b. Muâz’ın ölümünden ötürü titredi”[17] Suyûtî (ö. 1. Câbir 2. Enes 3. Useyd b. Hudayr 4. Abdullah ibn Ömer 5. Muaykîb 6. Ebu Saîd el-Hudrî Toplam, (Derim ki:) Bu adis, şu yollardan da gelmiştir: 7. Hz. Aişe 8. Huzeyfe 9. Asım b. Ömer b. Katâde, ninesi Rümeysa’dan İbn Abdilberr (ö. (Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de der ki: “Bu hadis, İbn Abdilberr der ki: “Bu hadis, mütevatir olarak bir çok yollardan gelen lafzı sabittir.” Aliyyu’l-Kârî (ö. Hâkim (ö. Münâvî (ö. * * * - “Sahabenin, bütün zamanlarda diğer insanlara karşı üstün kılınması”[18] ile ilgili hadisler Lakkânî (ö. (Derim ki:) Bundan sonra gelecek olan hadis dahi, bu hadisler grubundandır. (Bu da gösteriyor ki,) bu hadis, mütevatirdir. Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde Ebu Saîd el-Hudrî’den[19] merfu olarak gelen şu hadis de, bu gruptandır: ﴿ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ أَنْفَقَ أَحَدُكُمْ مِثْلَ أُحُدٍ ذَهَباً مَا أَدْرَكَ مُدَّ أَحَدِهِمْ وَلاَ نَصِيفَهُ ﴾ “Nefsimi elinde bulunduran zât-ı zü’l-Celâl’e yemin ederim ki, sizden biri, Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin infak ettiği bir müdd’e, hatta yarım müdd’e ulaşamaz” * * * - “İnsanların en hayırlısı, benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir. Sonra da bunları takip edenlerdir”[20] Suyûtî (ö. 1. Abdullah ibn Mes’ud 2. İmrân b. Husayn 3. Ebu Hureyre 4. Hz. Aişe 5. Büreyde 6. Nu’mân b. Beşîr 7. Hz. Ömer 8. Sa’d b. Temîm 9. Ca’de b. Hübeyre 10. Semure 11. Ebu Berze 12. Cemîle bint. Ebi Leheb 13. Amr b. Şurahbîl (mürsel olarak) Toplam, (Derim ki:) (Münâvî) “Feyzu’l-Kadîr”de der ki: “Müellif Suyûtî, bu hadisin, sanki mütevatir olduğunu ima etmektedir.” Hafız İbn Hacer (ö. İbn Teymiyye (ö. * * * - “Bu ümmetin başı ile sonunun, işlemiş oldukları amellerin fazileti hususunda eşit olması”[22] ile ilgili hadisler Kastallânî (ö. Daha sonra her iki alim de, bu hadislerden bazısını peşpeşe sıralamıştır. Ebu Ömer ibn Abdilberr (ö. İbn Abdilberr’in, tevatür ile ilgili kastı; manevi tevatürdür. Nitekim bunu, bir çok alim de söylemiştir. (Zürkânî’de) “Şerhu’l-Mevâhib”de bunu belirtmiştir. Fakat söz konusu hadisler, cumhur tarafından yorumlanmıştır. Çünkü İbn Abdilberr’in bu konuda söylediği sözün aksine söz konusu hadisler, konu ile ilgili aynı biçimde gelmemiştir. * * * - “Allah, Eslem kabilesini selametli kılsın. Gıfâr kabilesini de mağfiret etsin”[23] Bu hadis, şu yollardan gelmiştir: 1. Abdullah ibn Abbâs 2. Seleme ibnu’l-Ekvâ’ 3. Ebu Hureyre 4. Ebu Zerr 5. Ebu Berze 6. Hufâf b. Îmâ el-Gıfârî 7. Büreyde 8. Ebu Karsâfe 9. Abdurrahman b. Sender 10. Babası Sender 11. Ömer b. Yezîd el-Ka’bî 12. Selmân el-Fârisî 13. Abdullah ibn Ömer 14. Câbir * * *
- “Evim -bir rivayette ise kabrim- ile minberimin arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir”[24] Suyûtî (ö. 1. Ebu Hureyre 2. Abdullah ibn Zeyd el-Mâzinî 3. Abdullah ibn Ömer 4. Câbir b. Abdullah 5. Hz. Ebu Bekr Toplam, (Derim ki:) İbn Hacer (ö. “Bu konuda Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali, Zübeyr, Sa’d b. Ebi Vakkâs, Abdullah ibn Ömer, Abdullah ibn Zeyd el-Mâzinî, Ebu Saîd el-Hudrî, Cübeyr b. Mut’im, Ebu Vâkid el-Leysî, Zeyd b. Sâbit, Zeyd b. Hârice, Enes, Câbir, Sehl b. Sa’d, Hz. Aişe, Muâz ibnu’l-Hâris Ebi Halîme el-Kârî ve daha bir çoklarından rivayetler gelmiştir.” Ebu’l-Kâsım ibn Mende’de “Tezkere”de (adı geçen) bu kimseleri anmıştır. Buhârî ile Müslim’in üzerinde görüş birliğine vardığı Abdullah b. Zeyd[25] hadisi şu lafızla gelmiştir: ﴿ مَا بَيْنَ بَيْتِي وَمِنْبَرِي رَوْضَةٌ مِنْ رِيَاضِ الْجَنَّةِ ﴾ “Evim ile minberimin arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir” Enes Hadisi. Taberânî “Evsat”da bu hadisi Ali ibnu’l-Hakem yoluyla Enes’ten şu lafızla rivayet etmiştir: ﴿ مَا بَيْنَ حُجْرَتِي وَمُصَلاَّي رَوْضَةٌ مِنْ رِيَاضِ الْجَنَّةِ ﴾ “Odam ile namazgahımın arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir” (İbn Hacer’in sözü burada bitmektedir.) Yine bu hadis, Ümmü Seleme ile Abdullah ibn Busr’dan da gelmiştir. (Münâvî’de) “Teysîr”de der ki: “Müellif Suyûtî, (bu hadisin,) mütevatir olduğunu belirtmiştir.” * * * - “Medine (şehrinde bazı hususları yapmanın) haram olması”[26] ile ilgili hadisler İbn Kayyim (ö. “Medine şehrinde bazı hususları yapmanın haram olması ve hayvanlarının avlanmaması ile ilgili hadisleri, Hadiste kastedilen husus bu olabilir. * * * - “Uhud dağı, öyle bir dağdır ki, o, bizi sever, biz de onu severiz”[29] Bu hadis, şu yollardan gelmiştir: 1. Sehl b. Sa’d 2. Enes 3. Süveyd b. Âmir el-Ensârî Suyûtî (ö. Fakat İbnü’l-Esîr (ö ﴿ بِلُّوا أَرْحَامَكُمْ وَلَوْ بِالسَّلاَمِ ﴾ “Selam vermek bile olsa, yakınlarınıza iyi davranınız”[31] 4. Ebu Abese b. Cebr 5. Ebu Hureyre 6. Ebu Humeyd es-Sâadî 7. Amr b. Avf el-Müzenî 8. Ebu Kılâbe el-Cürmî Münzirî (ö. (Münâvî’de) “Feyzu’l-Kadîr”de konu ile ilgili olarak der ki: “Müellif Suyûtî, burada, hadisin kendisinden çok, hadisi rivayet eden kimseleri belirtmiştir. Aslında bu husus; Suyûtî’nin “Câmiu’s-Sağîr”deki özelliğinden değildir. Fakat bu sayede hadisin, mütevatir kategorisine girdirilebileceğini söyleyebilirsin.” * * * - “Kişi, sevdiği kimseyle beraberdir”[32] Suyûtî (ö. 1. Ebu Musa el-Eş’arî 2. Safvân b. Assâl 3. Câbir b. Abdullah 4. Abdullah ibn Mes’ud 5. Ebu Hureyre 6. Hz. Ali 7. Ebu Katâde 8. Ebu Süreyha 9. Abdullah b. Yezîd el-Hutamî 10. Safvân b. Kudâme 11. Urve b. Mudarris et-Tâî 12. Muâz b. Cebel 13. Ebu Ümâme el-Bâhilî Toplam, (Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir: 14. Ebu Zerr 15. Enes (Zürkânî) “Şerhul-Mevâhib”de der ki: “Bu hadis, mütevatirdir. (İbn Hacer) “el-Feth”de dedi ki: ‘Hafız Ebu Nuaym “Kitâbu’l-Muhibbîn me’al-Mahbûbîn”de bu hadisin bütün geliş yollarını bir araya toplamıştır. Bu hadisi rivayet eden sahabilerin sayısı, (Münâvî’de) “Teysîr”de der ki: “Bu hadis, meşhur ve mütevatirdir.” (Zebîdi’de) “Şerhu’l-İhyâ”da konu ile ilgili olarak der ki: “Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen bu hadis, geliş yollarının çok olmasından ötürü gerçekten meşhur yada mütevatirdir.” Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır. * * * [1] Müellif, -Allah onu affetsin- Resulullah (s.a.v)'in amcası Ebu Talib ile ebeveyninin kurtuluşu ile ilgili rivayetlerin tevatür olduğunu bazı Rafizilerden nakletmiştir. Bunlar, batıl işlerdendir. Bu nedenle biz de, bu hadisleri almadık. (Kitabın Arap yayınçısı) Herne kadar kitabın Arap yayıncısı, bu son iki hadisi kitaba almamışsa da, okuyucuyu bilgilendime mahiyetinde bu iki hadise ve hadis ile ilgili açıklamalara, "Mektebetu'l-Hadisi'ş-Şerif" adlı cd'den kendi katkımla yer verdim. [2] Hz. Ebu Bekr’in asıl adı, Abdullah b. Osman b. Amir b. Ka’b b. Sa’d b. Teym b. Mürre et-Teymî’dir. Cahiliyye döneminde “Abdulkabe” (=Kabe’nin kulu) diye adlandırılmıştır. Bunun dışında başka isimleri olduğu da söylenmiştir. Cehennemden azad edildiği için ona “Atik” ve İsrâ gecesinin sabahında Resulullah (s.a.v)’i tasdik etmede herkesten önce davrandığı için “Sıddîk” diye lakablandırılmıştır. Hz. Ebu Bekr, Fil olayından Hz. Ebu Bekr, erkeklerden İslamı ilk kabul eden kimseydi. Bundan dolayı da bir çok sıkıntıya ve güçlüğe katlanmıştı. Kendisini Allah’ın dinine hizmet etmeye adamıştı. Bir çok insan, onun sayesinde İslama girdi. Cennetle müjdelenen sahabilerin çoğu, onun vasıtasıyla Müslüman olmuşlardı. Hz. Ebu Bekr, Resulullah (s.a.v)’in sahabileri içinde, Resulullah (s.a.v)’in en çok sevdiği kişiydi. Hem küçüklükten arkadaşı ve hem de Allah, Resulullah (s.a.v)’i peygamber seçtiğinde onun can yoldaşıydı. Ayrılmaz gölgesi gibi her zaman yanında yer almıştı. Mekke’de malıyla ve canıyla hem Resulullah (s.a.v)’in ve hem de sahabilerin koruyucusu durumundaydı. Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında Resulullah (s.a.v)’in yol arkadaşıydı. Kısacası: Hz. Ebu Bekr, bütün sıkıntılı anlarda cesareti, atılganlığı, direnç ve metanetiyle tanınıyordu. Resulullah (s.a.v) ile birlikte bütün savaşlara katılmıştı. İşte Hz. Ebu Bekr’in yaptıkları ve icraatlarıyla, onu, diğer sahabilere karşı üsütün bir konuma getirmişti. Asıl itibariyle, sahabiler içerisinde kimin en faziletli olduğunu kesin surette bilen sadece Cenab-ı Allah’tır. İnsanların bu konudaki bilgileri, kesin olmayan kanaat, görüş ve rivayetlerden ibarettir. İlk dört halife konusunda yapılan fazilet sıralamasının esası, itikadi olmayıp siyasi tercihlere dayanmaktadır. Bu nedenle de herkesin siyasi tercihini ve kanaatini açıkça ve serbestçe ortaya koyması, çok doğaldır. Konunun bid’atçilikle ilgisi yoktur. [3] Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ısrarla Hz. Ebu Bekr’i imamlığa tayin etmesi, sahabe içerisinde onun en alim ve faziletli bir zat olduğunu bildiği içindir. Hz. Ebu Bekr’de, Resulullah (s.a.v)’in hastalığı günlerinde onun yerine vekaleten namazları kıldırmış ve bu vekaletini, ta Resulullah (s.a.v)’in ölümüne kadar sürdürmüştür. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Ezan [4] Buhârî, Ezan [5] “Havha”, kapıdan ziyade ışık almak ve istenen yere geçmek gayesiyle “duvarda açılan oyuk yada delik” anlamına gelmektedir. Evleri Mescidi Nebevi’ye bitişik olan sahabiler, Mescidi Nebevi’ye kolaylıkla girip çıkabilmek için havha (=oyuk veya delik) yada kapı açmışlardı. Bazen cünup olarak ve bazen de hayızlı olarak Mescidi Nebevi yol edinilmişti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), ilk önce kapıların kapatılmasını emretti. Sahabiler, kapıların kapatılması emriyle kapılarını kapatıp onun yerine Mescidi Nebevi’ye girişe imkan verecek havha (=delik yada oyuk) açtılar. Daha sonra bunları da kapamakla emrolundular. Birincide, Hz. Ali’nin evinin sadece mescide açılan bir kapısı olduğu için onun kapısının kapatılması istisna edildi. İkinci de ise, Hz. Ebu Bekr’in evinin Mescidi Nebevi’ye açılan bir havhası olduğu için onunda havhasının kapatılması istisna edildi. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Salat [6] Bu hadis, Hz. Ebu Bekr’in; arkadaşlığıyla ve malıyla Allah Resulü’ne ne kadar yardımcı olduğunu göstermektedir. Bu nedenle de Hz. Ebu Bekr’in, Resulullah (s.a.v) nezdinde fevkalade önemli bir yere sahip olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü Hz. Ebu Bekr, gerek Mekke’de ve gerekse de Medine’de en kritik anlarda Resulullah (s.a.v) ile birlikte olmuş, onunla bütün savaşlara katılmış ve bu birlikteliğiyle ünsiyet sağlayıp ona manevi destekte bulunmuştur. İsrâ gecesinin ertesinde Resulullah (s.a.v)’i desteklemesi, hicret sırasında ve özellikle de mağaradaki beraberliklerinin önemine işareten “Üzülme! Şüphesiz Allah bizimle beraberdir” (Tevbe: Hudeybiye barış anlaşması sırasında herkes anlaşmadan memnuniyetsizliğini gösterirken, Hz. Ebu Bekr, bu anlaşmada Resulullah (s.a.v)’in görüşü doğrultusunda hareket etmesi, onun manevi desteklerinden biridir. Hadisin Arapça metninde geçen “sohbet” kelimesi, “karşılıklı konuşmak” anlamından ziyade “arkadaşlık” ve “birliktelik” anlamına gelmektedir. Buna göre bu kelimenin buradaki anlamı, “Resulullah (s.a.v)’e arkadaşlık eden” veya “birlikteliği olan” şeklindedir. Görüldüğü üzere bu hadiste; Resulullah (s.a.v)’in, Muhammedî Risaleti’nin tebliğ, tespit ve takririnde Hz. Ebu Bekr’in arkadaşlığının önemli katkısına yer vermektedir. Dolayısıyla da bu arkadaşlığın içerisine; ünsiyet, teselli, güç kazandırma, dayanışma, manevi destek ve katkılar girmektedir. Hz. Ebu Bekr’in hayatını ve onun, Resulullah (s.a.v)’le olan münasebetlerini iyi bilen kişilere bu husus açıktır. Yine bu hadis; Hz. Ebu Bekr’in mal yönüyle de İslama yaptığı katkılarına da değinmektedir. Çünkü Hz. Ebu Bekr, Mekke’de iken; ya köle olan Müslümanları hürriyete kavuşturuyor yada onları sahibinden alıp özgürlüğe ulaştırıyordu. Müslümanlara ve özellikle de Resulullah (s.a.v)’e maddi ve manevi her türlü yardım ve desteğini yapıyordu. Medine’de iken; yine Müslümanlara yardımını sürdürüyordu. Örneğin, Tebük gazası sırasında Hz. Ömer malının yarısını verirken, Hz. Ebu Bekr, ailesini Allah ve Resulü’ne havale ederek, malının tamamını vermişti. Hz. Aişe, babası Hz. Ebu Bekr öldüğünde tek bir dinar ve tek bir dirhem bırakmadığını belirtir. Hz. Aişe’nin bir başka rivayetinde; Hz. Ebu Bekr’in, Resulullah (s.a.v)’e kırk bin dirhem infak ettiğini söyler. [7] “Halil”; sevgisi, hiçbir boşluk kalmayacak şekilde kalbe nüfuz etmiş, gönüle sevgiyi sokmuş dosttur. “Halil” ile kastedilen sevgi; her çeşit eksiklikten uzak, benliğin tamamını saran bir sevgidir ki, Resulullah (s.a.v), bu derecedeki bir sevgiyi, Allah’ın vermiş olduğunu belirtmektedir. İşte Resulullah (s.a.v) ile Hz. Ebu Bekr arasındaki bağ, böyle bir temele dayanmaktadır. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Fezailu’l-Ashab [8] Buhârî, Menâkibu’l-Ensâr [9] Hz. Ali, ilk Müslümanlardandı. Küçük yaşta İslama girmesinde, Resulullah (s.a.v)’in terbiyesi altında olmasının büyük etkisi olmuştur. Çünkü Mekke halkı bir kıtlık yılıyla karşı karşıya kalmış, o yıl Resulullah (s.a.v), Hz. Ali’yi, babasından almıştı. Bu nedenle Hz. Ali, Resulullah (s.a.v)’in yanında bulunmaktaydı. Tebük dışında bütün savaşlara katıldı. Hz. Ali, Resulullah (s.a.v)’in kızı Fatıma ile evlendi. Resulullah (s.a.v)’in soyu, bu yolla devam etti. İşte Hz. Ali’nin; Resulullah (s.a.v)’e damat olması, İslama yaptığı hizmetleri, küçük yaştaki İslama teslimiyeti, onun, Resulullah (s.a.v) ve diğer sahabilerin yanında önemli bir yere sahip olmasını sağlamıştı. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Tirmizî, Menakib ( [10] Resulullah (s.a.v), Hz. Ali’yi Medine’de kendi yerine bırakarak Tebük gazasına çıkmıştı. Münafıkların, Hz. Ali’yi küçük düşürücü sözlerinden ötürü, Hz. Ali, silahına sarılarak yolda Resulullah (s.a.v)’e yetişip münafıkların kendisiyle ilgili sözlerini ona nakletti. Resulullah (s.a.v), Hz. Ali’ye; Tur dağına Allah ile görüşmek için giden Hz. Musa (a.s)’ın, gideceği zaman yerine, kendisine en yakın olan kardeşi Hz. Harun’u bırakıp gittiğini hatırlattı. Hz. Harun, Hz. Musa (a.s)’ın hem kardeşi ve hem de yardımcısı durumundaydı. Bu nedenle Hz. Musa (a.s)’ın yanında önemli bir yere sahipti. İşte Resulullah (s.a.v)’de, Hz. Ali’yi, Hz. Harun’un bu önemli yerine koymaktadır. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Meğazi [11] Resulullah (s.a.v)’in Hz. Fatıma, Resulullah Resulullah (s.a.v)’in diğer kızları, Resulullah (s.a.v) daha hayattayken ölmüşken, Hz. Fatıma, Resulullah (s.a.v) ‘den sonra ölmüştür. Resulullah (s.a.v)’in soyu, Hz. Fatıma’nın çocukları yoluyla devam etmiştir. Çünkü Rukiyye’den doğan Abdullah küçükken ölmüş, Ümmü Gülsüm’ün çocuğu olmamış, Zeynep’den doğan Ali küçükken ölmüş ve oğlu Ümâme’nin de çocuğu olmamıştır. Resulullah (s.a.v), Hz. Fatıma’yı çok sever, çok ikramda bulunur ve onunla hoşnut olurdu. Hz. Fatıma, çok sabırlı olduğu sürece dindar, değişik üstünlüklere sahip, kendisini kötülüklerden sürekli koruyan, kanaatkar ve Allah’a çokça şükreden bir kadın idi. Hatta Hz. Ali, Ebu Cehil’in kızı Ümmü Cemile’yi onun üzerine kuma olarak getirmek istediğinde, Resulullah (s.a.v) buna razı olmamıştı. Yalnız Ebu Cehil’in kızının isminin ne olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Hz. Fatıma’da, babasına çok düşkündü. Hatta Resulullah (s.a.v)’in hastalığı sırasında babasının ölecek olması nedeniyle ağlamıştı. Ardından Resulullah (s.a.v)’in aile çevresi içinde kendisine ilk kavuşacak kişinin kendisi olduğunu ve onun, bu ümmetin hanımlarının efendisi olduğunu haber vermesi üzerine gülmüş ve sevinmiştir. Hz. Fatıma, Resulullah (s.a.v)’in ölümünden [12] Tirmizî, Menakib [13] Hz. Hasan, Hz. Ali’nin büyük oğludur. Hicretin Hz. Hüseyin ise, Hz. Ali’nin küçük oğludur. Hicretin Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, örnek alınacak ve yolu takip edilecek örnek imamlar ile raşid önderlerdendir. İkisine de çok haksızlık yapılmıştır. Fakat onlar, her zaman İslam’ın ve Resulullah (s.a.v)’in izi sıra gitmişler ve bundan da hiç vazgeçmemişlerdir. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Tirmizî, Menakib ( [14] Burada kast edilen, Hz. Peygamber (s.a.v)’in torunu Hasan’dır. [15] Hasan; halim, cömert ve verâ sahibi birisiydi. Verâsı ve faziletli oluşu, onu, mülkten ve dünyadan yüz çevirmeye yöneltmişti. O da, buna icabet etmişti. İslam Tarihi’nde Hz. Hasan’ı takdirle övecek şu örnek davranışı, bu niteliklerinin bir gereği olarak ortaya çıkmıştır. Muaviye’nin ordusu ile kendisine bağlı askerlerden oluşmuş iki ordu, karşılaşıp savaşa tutuşacakları bir hengamede Muaviye’yle anlaşarak hilafeti ona terk etmiş, böylece dünya saltanatı için Müslüman kanının dökülmesinin önelmiş oldu. O, bu tavrını şöyle açıklamaktaydı: “Bir avuç bile olsa, kan akıtarak Muhammed ümmetine halife olmak istemem” Hz. Hasan, hilafet hususunda Muaviye ile anlaşmak suretiyle Resulullah (s.a.v)’in bir mucizesini ortaya çıkarmış oldu. Çünkü Resulullah (s.a.v): ‘Bu oğlum, efendidir. Umulur ki, Allah, onunla iki Müslüman büyük kitlenin arasını barıştıracaktır” buyurmuştu. Böylece iki Müslüman ordu arasında kan akıtılmaksızın barış yapıldı. Hz. Hasan, anlaşma gereği; hilafet makamından çekildi. Hz. Hasan’ın, Muaviye’ye hilafet makamını teslim etme tarihi, ihtilaflıdır. Bu ihtilafa göre; Hz. Ali’nin şehid edilmesinden, hilafeti teslim etme tarihine kadar geçen halifelik müddeti, Hz. Hasan, hanımı Ca’de bintu’l-Eş’as’ın zehirlemesiyle ölmüştür. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Fezailu’s-sahabe [16] Ammâr’ın annesi, Sümeyye’dir. Babası da, ilk Müslümanlardan Yâsir’dir. Bunlar, Allah yolunda çeşitli işkencelere maruz kalmışlardır. Ammâr, Medine’y hicret etmiş ve Resulullah (s.a.v)’in katıldığı bütün savaşlara katılmıştır. Yemame savaşında kulağı kesilmiştir. Hz. Ömer zamanında Kufe’ye vali olarak tayin edilmiştir. Ammâr, h. Ammâr, Cemel ve Sıffîn savaşlarında meşru halife olan Hz. Ali’nin safında onun haklılığına inanarak savaşmıştır. Büyük sahabi Huzeyme b. Sâbit, Ammâr’ın şehid edildiğini duyunca, hemen kılıcına sarılarak Muaviye taraftarlarına karşı savaşır. Çünkü Resulullah (s.a.v)’in, Ammâr ile ilgili mucizesi böylece ortaya çıkmıştı. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Salat [17] Sa’d b. Muaz, Ensardan olup Evs kabilesinin lideri idi. Bedir, Uhud ve Hendek savaşına katılmıştı. Hendek savaşında yaralanmıştı. Yaralı olduğu halde Beni Kureyza Yahudileri hakkında hüküm vermesi için hakem olarak tayin edilmişti. Sa’d b. Muaz, Medine’ye gönderilen Mus’ab b. Umeyr eliyle Müslüman olduktan sonra İslama fevkalade hizmeti geçen şahıslardan biriydi. Medine’de İslamın kökleşip gelişmesine büyük bir katkı sağlamıitı. Onun unutulmaz katkılarından biri de, Bedir savaşı öncesinde Mekkeli müşriklerin kervanını takip etmek için yola koyulduğunda Mekke ordusuyla karşı karşıya gelme söz konusu olduğunda Sa’d, her halükarda Resulullah (s.a.v)’in yanında yer alacaklarını belirtti. Çünkü Akabe bey’atına göre, Medineli Müslümanlar, Resulullah (s.a.v)’i sadece Medine’de koruyacaklarına dair söz vermişlerdi. Arş, Allah’ın yarattığı bir şeydir ve Allah’ın emrine tabidir. Allah, arşın titremesini dilediği zaman, arş titrer. Aynı zamanda arşa, Sa’d’a karşı bir sevgi hissi verilmişti. Tıpkı Uhud dağına, Resulullah (s.a.v)’in sevgisi hissi verilmesinde olduğu gibi. İşte Sa’d b. Muaz’ın ölümü üzerine, Allah’ın emriyle arş titredi. Böylece arş, Sa’d’a, sevgi ve saygısını belirtmekteydi. Burada arş, Sa’d için titremesi; Sa’d’ın ruhunun kendisine doğru gelmesine olan sevincindendi. Bazı alimler de, arşın titremesini; arşı taşıyan meleklerin titremesi şeklinde anlamışlardır. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Menakibu’l-Ensar [18] Ehl-i Sünnet alimleri, sahabenin fazilet sahibi bir nesilolduğunda görüş birliğine sahiptirler. Bunda icma da vardır. Çünkü sahabe, Hz. Peygamber (s.a.v)'in terbiye ettiği ve yetiştirdiği bir nesildir. Ondan; ilim, ahlak, fazilet, öğrenmiş, onun terbiyesi altında yetişmişlerdir. Bunun yanı sıra İslam dini ve Hz. Peygamber (s.a.v) uğruna büyük sıkıntılara göğüs germişler, yerlerinden, yurtlarından, işlerinden, güçlerinden, çoluk-çocuklarından, ana-baba ve akrabalarından ayrı düşmüşlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in etrafında halka oluşturmuşlar, kanlarını, mallarını, canlarını, onun yoluna feda etmekten çekinmemişlerdir. Bu bakımdan sahabe, bir yandan Hz. Peygamber (s.a.v)'in terbiyesi altında yetiştikleri, öte yandan İslam dini uğruna görülmemiş fedakarlık örnekleri gösterdiklerinden dolayı; üstün ve faziletli altın bir nesil sayılmaya hak kazanmışlardır. Zaten sahabe, Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadislerinde öğülen bir nesildir. Bu nedenle sahabe, bütün zamanlarda diğer insanlara karşı üstün bir dereceye sahip olmuştur. Bu, hiçbir müslümanın; sahabenin ilmi seviyesine yada Allah yolunda yaptıkları çalışmalara ulaşamayacak demek değildir. Çünkü sahabeden sonra İmam-ı A'zam, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, ve İmam Ahmed gibi büyük alimler çıkmış ve bunlar Allah yolunda var güçleriyle çalışmışlardır. Üstelik sahabenin içerisinde ümmi, İslamı o kadar bilmeyen, Hz. Peygamber (s.a.v)'in ölümünden önce ve sonra dünyevileşen kimselerde vardır. Sahabeyi, diğer insanlardan ayıran en öenmli özellik; onların, Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından yetiştirilen bir nesil olmasıdır. Aynı zamanda onlar, Resulullah (s.a.v)'i görme ve onunla arkadaşlık etmek derecesine nail olmuşlardır. [19] Buhârî, Fezâilu’l-Ashâb [20] "Sahabe" kelimesi, sözlükte; bir arada bulunmak, sohbet etmek, arkadaşlık etmek anlamına gelmektedir. Terim olarak ise; Hz. Peygamber (s.a.v)'in peygamber oluşundan ebedi aleme göç edinceye kadar onunla birlikte olan, onun tebliğatını, sözlerinin, nasihatlarını işiten, hareketlerini gören, emirlerinin ve tavsiyelerini can kuşağıyla dinleyip yerine getiren müminlerdir. "Tabiun" kelimesi ise sözlükte; tabi olmak, peşinden gitmek ve görüşlerini benimsemek gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise; Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinden herhangi birisiyle görüşüp konuşan kimseye denir. "Etbau't*tabiîn" ise tabiundan sonra gelip onlarla görüşüp konuşan kimseye denir. Bu hadis, fazilet ve derece sıralamasında ilk önce sahabeye, sonra tabiuna ve daha sonra da etbau't-tabiune yer vermektedir. Zaten hadisçiler, bu fazilet sıralamasını göz önünde bulundurarak Resulullah (s.a.v)'in hadislerinden sonra, bağlayıcılık noktasında sahabilerin hadislerini (=mevkuf), Tabiuınun hadislerini (=maktu) ve etbau't-tabiinin hadislerini de (=maktu) şeklinde temel almıştır. Övgüye mazhar olan bu üç nesle, İslam şeriatında "Selef" veya "Mutakaddimûn" denilmektedir. Bu nesiller, Kur'an'ın övgüsüne de mazhar olmuştur. Onlar, şeriata bağlılık, İslam içinm fedakarlık, dış baskı ve etkilerden uzak bir şekilde seçkin niteliklere sahiptirler. [21] İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, [22] Bir önceki hadiste; Resulullah (s.a.v)'i gören ve onunla arkadaşlık een mümin kişiye "sahabe", sahabeyi gören ve arkadaşlık eden mümin kişiye "tabiun" ve tabiunu gören ve onlarla arkadaşlık eden mümin kişiye de "etbau't-tabiîn" denildiğini görmüştük. Sahabenin, tabiun ile etbau't-tabiine olan temel üstünlüğü; Resulullah (s.a.v)'i görmesi ve onunla bir birlikteliğinin olmasıdır. Bu husus, sahabenin, diğer insanlara olan üstünlüğünün bir derecesi olmaktadır. Bu derece sayesinde sahabe, diğer insanlardan ayrılmaktadır. Fakat insanlar, Kur'an-ı Kerim'i ve Sünneti bilmede, öğrenmede ve yaşamada birbirlerine göre farklıdırlar. Peygamber de, sahabe de, tabiun ve onlardan sonra Kıyamete kadar gelecek olan tüm Müslümanlar da Kur'an'a karşı muhataptırlar. O halde insanmlar, işlemiş oldukları amellere göre değerlendirilecektir. İster sahabe olsun, ister sahabe olmasın, herkes, işlemiş oldukları amellere göre sevap alacaklardır. Ümmetin evvelkileri, gördükleri mucizelerle iman ettiler ve Resulullah (s.a.v)'in davetini "imanla" kabul ettiler. Sonrakiler ise, kendilerine gelen ayetlerle gaybî olarak iman ettiler ve kendiliklerinden "iyilikle" ittiba ettiler. Yine öncekiler, İslamı genişletmek ve tamamlamak için çalıştılar. Sonrakiler ise, imkanlarını, İslamı özetlemek ve yaymak için gayret sarfettiler. Bunların hepsi de, amellerinin fazileti hususunda eşittirler. [23] Eslem: Bu kabile, Hz. Peygamber (s.a.v)’le barış anlaşması imzalamış ve bu anlaşmaya bağlı kalmıştı. Bu sebeple de Hz. Peygamber (s.a.v), onlara övgüde bulunmuştur. Gıfâr: Bu kabile ise, Hicaz’da Mekke ile Medine arasında yaşardı. İslam öncesi tarihi hakkında yeterli bilgi yoktur. Gıfâr kabilesinden ilk müslüman olan zat, Ebu Zerr’dir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu iki kabileye dua etmesi, İslamiyeti, savaşsız bir şekilde kendi istekleriyle kabul ettikleri içindir. Cahiliyye döneminde Gıfâr kabilesi, hacıları soymakla suçlanırdı. Hz. Peygamber (s.a.v), onlardan bu lekeyi silerek geçmiş suçlarının af olduğunu bildirmek istemiştir. Bu iki kabile, diğer Arap kabilelerine nazaran kuvvet ve itibar yönüyle daha geri de olmalarına rağmen onlardan daha önce İslamı benimsemişler ve İslamı kabul etmede onları geçmişlerdir. Böylece İslam’ın şeref ve izzetine, onlardan önce bu iki kabile nail olmuştu. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Menakib [24] Hz. Peygamber (s.a.v), Medine’ye geldiğinde Mescid-i Nebevi’yi yaptırırken, Mescidin bir kenarına da kendi evini yaptırmıştı. Bu nedenle de hadis, Mescid-i Nebevi’nin faziletini ifade etmekte, ancak mescidin bazı kısımlarının diğer yerlerine nazaran daha faziletli olduğunu belirtmektedir. Bu da, evi ile minberi arasında gelip gittiği yerdir. Yukarıda da geçtiği üzere; bazı rivayetlerde, “kabr” ve “oda” kelimesi geçmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v) vefat ettiğinde, evine, yani Hz. Aişe’nin odasına gömülmüştü. Bu nedenle de bazı alimler, burada geçen “kabr” kelimesiyle kastedilenin, “ev” olduğunu belirtmişlerdir. [25] Buhârî, Rikâk [26] Medine, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Mekke’den hicret ettiği yerin adıdır. Eski adı, “Yesrib” idi. Resulullah (s.a.v), “Yesrib” adını, ilk önce ayıplama ve kınama anlamına gelen “Taybe” ve “Tabe” diye değiştirdi. Daha sonra da Medine diye değiştirdi. Mekke, Hz. İbrahim (a.s)’dan bu yana haram ilan edilmişti. Resulullah (s.a.v)’de Medine’yi haram ilan etmişti. Bir yerin haram ilan edilmesi; öncelikle ot, ağaç her çeşit bitkinin koparılıp kesilmesinin yasak edilmesi, yabanî hayvanlarının öldürülüp avlanmasının yasaklanması demektir. Kutsal beldeler için düşünülmüş olan bu tarihi uygulama, günümüzde, “Milli Park”, “Yeşil Kuşak”, “Yeşil Saha”, Sit Alanı” gibi farklı düşüncelerle yaygın bir şekilde gündeme gelmiştir. Haram yerlerin sınırları hususunda farklı ifadeler vardır. Hz. Peygamber (s.a.v), bu yasağın ciddiyetini ve önemini belirtmek için, onu ihlal edenlere karşı vicdani ve ameli olmak üzere gayet sert müeyyideler koymuştur. Haram bölgenin korunmasında, sadece kasti ihlallere ceza ve müeyyide konmakla kalmamış, hataen meydana gelebilecek ihlallere karşı da müeyyide getirilmiştir. Mekke ve Medine’nin bitki örtüsünün kesilmekten ve hayvanlarının öldürülmekten yasaklanmasının sebebi; bu iki şehirde ve çevresinde bulunan canlı örtünün koruma altına alınmasıdır. [27] Bunlardan bazıları şunlardır: Ebu Hureyre, Câbir, Abdullah ibn Zeyd, Asım ibn Ahvâl, Rafi’ b. Hudeyc, Enes b. Mâlik, Ebu Saîd el-Hudrî, Hz. Ali, Sa’d b. Ebi Vakkâs, Ka’b b. Mâlik [28] Müslim, Âdâb [29] Bazı alimlere göre; Resulullah (s.a.v), bu hadisle, Medine’ye ve Medinelilere olan sevgisini veya Medine’nin bir parçası sayılan Uhud dağına olan sevgisini ifade etmektedir.Dolayısıyla sevgi ve nefret gibi kavramların Uhud dağına hakikat olarak değil, ancak onun yakınında yaşayan Hz. Peygamber (s.a.v) ile sahabeye kinaye olmak üzere onları övdüğü ifade etmektedir. Ayrıca dağı sevme olayı, gerçek olup Allah ona temyiz ve idrak vermiş, o da bu sayede bizi sevmektedir. Çünkü Kur’an’ın bir çok yerinde canlı-cansız varlıkların Allah’ı tesbih ettiği ve Sünnette ise Resulullah (s.a.v)’in avucunda taşların tesbih etmesi, Mescitteki kuru hurma kütüğünün inlemesi gibi bir çok haller geçmektedir. Fiziki çevre ile insan arasında bir ilişki olduğu zaten bilinen bir gerçektir. Şu halde Uhud dağının, Resulullah (s.a.v)’e karşı sevgi beslemesi, yadırganmaması gerekn bir husustur. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Cihad [30] Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, H. No: [31] Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, H. No: [32] Hadis, müslümanların, cennette sevdikleriyle beraber olacaklarını bildirmektedir. Müslüman bir kimse, bir kulu, Allah için ihlasla severse muhakkak Allah onları cennette biraraya getirecektir. Velev ki ameli, sevdiği zatın amelinden az olsun. Bunun sebebi o kimsenin, salih kimseleri, taat ve ibadetlerinden dolayı sevmesidir. Bu konuda niyet, temel olup amel de niyete bağlıdır. Bu nedenle Allah, fazlu kereminden salih kimselere verdiği sevaptan ona da verir. Aslında ikisi de cennette farklı tabakada olmalarına rağmen ikisinin de tavanı, Arş-ı A’zam’dır. Tıpkı koni biçimindeki bir dağın etrafında, birbiri içinde yada birbirinden yüksek biçimindeki dairelerin, birbirinin üstünde olması gibi. Bu sebeple ikis de ayrı ayrı olmalarına rağmen birlikte olabilir ve birbirine bakabilir. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Edeb |
1057 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |