• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

İLGİLİ HADİSLER

ÂDÂB VE KALBÎ İNCELİKLER BÖLÜMÜ

﴿ كِتَابُ الْأَدَبِ وَالرَّقَائِقِ ﴾

-209 ﴿ لِأَنْ يَمْتَلِئَ جَوْفَ أَحَدِكُمْ قَيْحاً خَيْرٌ لَهُ مِنْ أَنْ يَمْتَلِئَ شِعْراً ﴾

“Sizden birinin içine irin dolması, şiir dolmasından daha hayırlıdır”[1]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.      Ebu Hureyre

2.      Abdullah ibn Ömer

3.      Sa’d b. Ebi Vakkâs

4.      Ebu Saîd el-Hudrî

5.      Hz. Ömer

6.      Selmân el-Fârisî

7.      Utbe b. Abdussülemî

8.      Abdullah ibn Mes’ud

9.      Avf b. Mâlik

10.     Mâlik b. Umeyr

11.     Ebu’d-Derdâ’

12.     Câbir b. Abdullah

13.     Abdullah ibn Abbâs

14.     Hz. Aişe

15.     Hasan (mürsel olarak)

16.     Şa’bî

Toplam, 16 kişi.

* * *

-210 ﴿ إِبَاحَة الشِّعْرِ ﴾

“Şiir söylemenin mubah olması”[2] ile ilgili hadisler

Tahâvî (ö. 321/933) “Şerhu Meâni’l-Âsâr”da bu hadislerin çoğunu getirip (sonra da) bu hadisler hakkında aynen şöyle der:

“Şiir söylemenin mubah olması ile ilgili bu rivayetler, mütevatir olarak gelmiştir. (Naklettiğimiz) ilk rivayetlerde ise, Hz. Peygamber (s.a.v)’in şiir söylemeyi yasakladığı sabittir. Çünkü şiir söylemek mekruh değildir. Aslında şiirin içerisinde yer alan anlam önemlidir. Şiirdeki anlam iyi değilse, işte o zaman şiir söylemenin yasak olduğu gündeme gelir.”[3]

* * *

-211 ﴿ إِنَّ مِنَ الشِّعْرِ لَحِكْمَةً ﴾

“Şiirde hikmet vardır”[4]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Übey b. Ka’b

2.     Büreyde ibnu’l-Husayb

3.     Abdullah ibn Mes’ud

4.     Abdullah ibn Abbâs

5.     Enes

6.     Ebu Bekre

7.     Amr b. Avf el-Müzenî

8.     Ebu Hureyre

9.     Hassân b. Sâbit

10.     Hz. Aişe

11.     Seleme ibnu’l-Ekvâ’

12.     Hz. Ömer

13.     Hz. Ali

14.     Tufeyl b. Amr ed-Devsî

Toplam, 14 kişi.

* * *

-212 ﴿ نَفْي الْعَدْوَى ﴾

“Hastalığın bizatihi bulaşıcı olmaması”[5] ile ilgili hadisler

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.     Ebu Hureyre

2.     Sâib b. Yezîd

3.     Câbir

4.     Hz. Ali

5.     Abdullah ibn Abbâs

6.     Abdullah ib Mes’ud

7.     Abdullah ibn Ömer

8.     Enes

9.     Ebu Ümâme

10.     Ebu Saîd el-Hudrî ve daha bir çokları

* * *

-213 ﴿ نَفْي الطِّيَرَةِ ﴾

“Herhangi bir şeyi, uğursuzluğa yormama”[6] ile ilgili hadisler

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.     Abdullah ibn Mes’ud

2.     Ebu Hureyre

3.     Abdullah ibn Ömer

4.     Hz. Aişe

5.     Enes

6.     Ebu Ümâme

7.     Kabîsa ibnu’l-Muhârik

8.     Abdullah ibn Abbâs

9.     Sa’d b. Mâlik

10.     Ebu Saîd el-Hudrî

11.     Câbir ve daha bir çokları

Tahâvî (ö. 321/933) “Şerhu Meâni’l-Âsâr”da aynen şöyle der: “(Bir şeyi uğursuzluğa yormaya gelince; bununla ilgili rivayetler, Resulullah (s.a.v)’e dayanmaktadır. Bununla ilgili rivayetler de, mütevatir bir şekilde gelmiştir.”[7]

* * *

-214 ﴿ مَنْ لاَ يَرْحَمُ لاَ يُرْحَمُ ﴾

“Merhamet etmeyen kimseye, merhamet edilmez”[8]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.      Cerîr el-Becelî

2.      Ebu Hureyre

3.      Ebu Saîd el-Hudrî

4.      Abdullah ibn Ömer

5.      Abdullah ibn Mes’ud

6.      Eş’as b. Kays

7.      Muâviye b. Hayde

8.      İmrân b. Husayn

Toplam, 8 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

9.   Akra’ b. Hâbis

Münâvî (ö. 1031/1622)’de “Teysîr”de bu hadisin mütevatir olduğu belirtmiştir.

* * *

-215 ﴿ لَوْ كَانَ لِابْنِ آدَمَ وَادٍ مِنْ مَالٍ لَابْتَغَى إِلَيْهِ ثَانِياً وَثَالِثاً وَلاَ يَمْلَأُ جَوْفَ ابْنِ آدَمَ إِلاَّ التُّرَابَ وَيَتُوبُ اللّهُ عَلَى مَنْ تَابَ ﴾

“Adem oğlunun bir vadi dolusu malı olsaydı, mutlaka bir ikincisi ve üçüncüsünü isterdi. Adem oğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah, tevbe edenleri bağışlar”[9]

Bir lafızda ise bu hadis; ﴿ لَوْ أَنَّ لِابْنِ آدَمَ وَادِياً مِنْ ذَهَبٍ لَأَحَبَّ أَنْ يَكُونَ إِلَيْهِ الثَّانِي وَلَوْ كَانَ لَهُ الثَّانِي لَأَحَبَّ أَنْ يَكُونَ إِلَيْهِمَا الثَّالِثُ وَلاَ يَمْلَأُ ﴾  “Adem oğlunun bir vadi dolusu altını olsaydı, mutlaka bir ikincisini isterdi. Adem oğlunun iki (vadi dolusu altını) olsa, (bu defa da) bir üçüncüsünü isterdi… doldurur” şeklinde gelmiştir.

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi bu ikinci lafızla şu yollardan getirmiştir:

1.      Enes

2.     Abdullah ibnu’z-Zübeyr

3.     Abdullah ibn Abbâs

4.     Übey b. Ka’b

5.     Büreyde

6.     Ebu Saîd el-Hudrî

7.     Semure

8.     Hz. Aişe

9.     Câbir b. Abdullah

10.     Zeyd b. Erkam

11.     Ebu Musa el-Eş’arî

12.     Sa’d b. Ebi Vakkâs

13.     Ebu Vâkid el-Leysî

14.     Ebu Ümâme

15.     Ka’b ibn İyâz el-Eş’arî

Toplam, 15 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

16.     Ebu Hureyre

17.     Câbir b. Nüfeyr

Münâvî (ö. 1031/1622) “Teysîr”de bu hadisin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

* * *


 

-216 ﴿ اَلدُّنْيَا خَضِرَةٌ حُلْوَةٌ ﴾

“Dünya, hoş ve tatlıdır”[10]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Hâkim b. Hizâm

2.     Havle bint. Kays

3.     Zeyd b. Sâbit

4.     Abdullah ibn Amr

5.     Abdurrahman b. Semure

6.     Ebu Bekre

7.     Ebu Hureyre

8.     Ümmü Seleme

9.     Meymûne

10.     Amra bintu’l-Hâris

11.     Enes

12.     Hz. Aişe

Toplam, 13 kişi.

(Derim ki:) (Münâvî) “Feyzu’l-Kadîr”de belirttiğine göre; Suyûtî, bu hadisi, mütevatir hadisler içerisinde saymıştır.

-217 ﴿ إِنَّ أَحَدَكُمْ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ حَتَّى مَا يَكُونُ بَيْنَهُ وَبَيْنَهَا إِلاَّ قَدْرُ ذِرَاعٍ ﴾

“Sizden birisi, Cennet halkının ameliyle amel edip öyle ki kendisi ile Cennet arasında bir zirâ’ kadar kalır”[11]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Abdullah ibn Mes’ud

2.     Enes

3.     Sehl b. Sa’d

4.     Huzeyfe b. Useyd el-Gıfârî

5.     Ebu Hureyre

6.     Hz. Ali

7.     Abdullah ibn Ömer

8.     Eksem b. Ebi’l-Cevn

9.     Hz. Aişe

10.     Abdullah ibn Amr

11.     Urs b. Amîre

12.     Câbir

13.     Ebu Zerr

14.     Rebâh el-Lahmî

15.     Mâlik ibnu’l-Huveyris

16.     Abdullah ibn Abbâs

Toplam, 16 kişi.

-218 ﴿ اَلْمُسْتَشَارُ مُؤْتَمَنٌ ﴾

“Kendisiyle istişare edilen kişi (=müsteşar), güvenilen bir kimse (olmalı)dır”[12]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Ebu Hureyre

2.     Ümmü Seleme

3.     Abdullah ibn Ömer

4.     Ebu Mes’ud

5.     Hz. Ali

6.     Câbir b. Semure

7.     Semure b. Cündub

8.     Nu’mân b. Beşîr

9.     Ebu’l-Heysem ibnu’t-Teyyihânî

10.     Abdullah ibnu’z-Zübeyr

11.     Abdullah ibn Abbâs

Toplam, 11 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

12.     Hz. Ömer

13.     Sefîne

14.     Hz. Aişe

15.     Ebu Seleme

(Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de Suyûtî’den naklen bu hadisin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

Yine (Münâvî’de) “Teysîr”de bu hadisin mütevatir olduğunu söylemiştir.

* * *

-219 ﴿ اَللَّهُمَّ بَارِكْ لأُمَّتِي فِي بُكُورِهَا ﴾

“Allahım! Ümmetime günün ilk vakitlerin(de yapacağı iş)i bereketli kıl”[13]

“Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Ebu Hureyre                                    

2.     Hz. Ali                                             

3.     Enes                                                

4.     Abdullah ibn Abbâs                           

5.     Câbir                                               

6.     Abdullah ibn Ömer                            

7.     Abdullah ibn Mes’ud

8.     Abdullah ibn Selâm

9.     İmrân b. Husayn

10.     Ka’b b. Mâlik

11.     Nevvâs b. Sem’ân

12.     Nübeyt b. Şerît

13.     Ebu Bekre

14.     Hz. Aişe                               

Toplam, 14 kişi.

(Derim ki:) Ruhâvî (ö. 612/1216) “Erbaûn”da bu hadisi; Hz. Ali, dört Abdullah,[14] Abdullah ibn Mes’ud, Câbir, İmrân b. Husayn, Ebu Hureyre, Abdullah ibn Selâm, Sehl b. Sa’d, Ebu Râfi’, Umâre b. Vesime, Ebu Bekre ibnu’l-Husayb yolundan anmıştır.

İbnü’-Seken (ö. 353/964)’de, Ebu Bekre hadisinin sahih olduğunu belirtmiştir.

İbn Mende (ö. 470/1077)’de “Müstahrec”de (bunlara şunları da) eklemiştir: “Vâsile ibnu’l-Eska’, Nübeyt b. Şerît”

İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200)’de “İlelü’l-Mütenâhiye”de bunlara şunları da) ilave etmiştir: “Ebu Zerr, Ka’b b. Mâlik, Enes, Urs b. Amîre, Hz. Aişe”

Devamla da der ki: “Bu hadislerden hiç birisi sağlam değildir. Hepsi de zayıftır.”

Ebu Hâtim’de der ki: “Bu konuda sahih bir hadisin olduğunu bilmi-yorum.”

Bezzâr (ö. 292/904)’da, bu hadisi, Abdullah ibn Abbâs ile Enes’ten şu lafızla rivayet etmiştir:

﴿ اَللَّهُمَّ بَارِكْ لِأُمَّتِي فِي بُكُورِهَا يَوْمَ خَمِيسِهَا ﴾

“Allahım! Ümmetime Perşembe  gününün ilk vaktin(de yapacağı iş)i bereketli kıl”[15]

Yine bu hadis, şu lafızla da rivayet edilmiştir:

﴿ اَلَّلهُمَّ بَارِكْ لِأُمَّتِي فِي بُكُورِهَا يَوْمَ سَبْتِهَا وَيَوْمَ خَمِيسِهَا ﴾

Ebu Zür’a’ (ö. 264/877)’ya, hadisin sonunda yer alan (Perşembe günü) ilavesi soruldu. O da: ‘Bu ilave, uydurmadır’ diye cevap verildi.

(Münâvî) “Teysîr”de der ki: “Bu hadisin bütün geliş yolları, illetlidir. Fakat bu yollara, (nakledilen bu) hadislerin katılımıyla kuvvetlenmektedir.” 

Münzirî (ö. 656/1258)’de bu hadisin geliş yollarını toplamaya önem verip bununla ilgili bilgileri bir cüz’de anlatmıştır.

Bu hadisi rivayet eden sahabilerin sayısı, 20 kadara ulaşmıştır. Fakat bir çok alim, bu sahabilerin sayısının 20’yi geçtiğini belirtmiştir.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir: Evs b. Abdullah, Abdullah ibnu’z-Zübeyr, Sahr b. Vedâa el-Gâmidî.

Sahr b. Vedâa el-Gâmidî Hadisini;[16] İbn Hibbân (ö. 354/965) “Sahîh”inde ve dört (sünen sahibi) rivayet etmiştir. Tirmizî (ö. 279/892)’de, Sahr b. Vedâa el-Gâmidî Hadisini, ‘Ebvâbu’l-Büyû’ (=Alışverişler Bölümü’)nün ‘et-Tebkîr bi’t-Ticâret’ (=Zamanından önce yapılan ticaret ile ilgili bâb’)da rivayet etmiştir. Daha sonra da der ki: “Bu hadis, hasen’dir.” (Sözüne devamla da) der ki: “Sahr b. Vedâa el-Gâmidî’nin bu hadisin dışında rivayet ettiği bir başka hadisin daha olduğunu bilmiyoruz.”

Ayrıca Buhârî (ö. 256/870) ile İbn Abdilberr (ö. 463/1071)’de der ki: “Sahr b. Vedâa el-Gâmidî’nin, bu hadisden başka (rivayet ettiği) bir hadisi daha yoktur.”

Bu konuda daha geniş bilgi için İbn Hacer (ö. 852/1447)’in “Tahrîcu Ehâdisi’r-Râfiî”si ile Münzirî (ö. 656/1258)’nin “Terğîb”ine ve daha birçoklarının kitabına bakabilirsiniz.

* * *

-220 ﴿ زَرْ غِبّاً تَزْدَدْ حُبّاً ﴾

“(Yakın, çevre ve arkadaşlarınızı) seyrek ziyaret et ki, (aranızda) sevgi (bağı) artsın”[17]

Sehâvî (ö. 902/1496) “Mekâsıd”da bu hadisi şu yoldan nakletmiştir:

1.      Ebu Hureyre

Daha sonra da der ki: “Bu hadis, şu yollardan da rivayet edilmiştir:

2.     Enes

3.     Câbir

4.     Habîb b. Mesleme

5.     Abdullah ibn Abbâs

6.     Abdullah  ibn Amr

7.     Hz. Ali

8.     Muâviye b. Hayde

9.     Ebu’d-Derdâ’

10.     Ebu Zerr

11.     Hz. Aişe ve daha bir çokları

İbn Tâhir der ki: “İbn Adiy “Kâmil”de bu hadisi 14 yerde getirmiştir. Fakat bu hadislerin hepsini, illetli görmüştür.

Ebu Nuaym ise, bu hadisin geliş yollarını (toplamıştır.)

Ayrıca hocamız da “İnâre”de (Yakın, çevre ve arkadaşları) seyrek ziyaret etme ile ilgili hadisin geliş yollarını bir araya getirmiştir. Bu hadislerin toplamı, hadisi(n varlığını) kuvvetlendirmektedir.’

Bezzâr’da dedi ki: ‘Bu konuda sahih bir hadis yoktur. Fakat bu konuda sahih bir hadisin olmayışı, bu konu ile ilgili söylediklerimizi boşa çıkarmaz.’”

“Dürer”de bu hadisi rivayet edenler içerisinde şu da anılmıştır:

12.     Abdullah ibn Ömer

Münzirî (ö. 656/1258) der ki: “Bu hadis, bir grup sahabeden rivayet edilmiştir. Bir çok hadis hafızı, bu hadisin geliş yollarını ve bu hadise dair söylenen sözleri bir araya toplamaya önem vermiştir.

Bezzâr’ında söylediği gibi, bu hadisin, sahih bir yolla geldiğine dair herhangi bir bilgi de bulamadım. Fakat Taberânî ve bir çoğuna göre; bu hadisin senedleri, hasen’dir.”

* * *

-221 ﴿ شَيْطَانٌ يَتْبَعُ شَيْطَانَةً ﴾

“(Güvercin ile eğlenip peşinde koşan kimse,) Şeytan’ın peşinde koşan bir Şeytan’dır”[18]

 

Bu hadisin naklediliş sebebi şöyledir: “Hz. Peygamber (s.a.v), bir güvercinin peşine düşüp onunla eğlenen bir adamı görmüştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), bu sözü söylemişti.”

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.      Ebu Hureyre

2.      Enes

3.      Hz. Aişe

4.      Hz. Osman

(Münâvî) “Feyzu’l-Kadîr”de Sadrü’l-Münâvî’den naklettiğine göre; bu hadisin senedinde Muhammed b. Ömer b. Alkame el-Leysî vardır. Bu kişi hakkında ise görüş ayrılığı vardır.

Bir çok alim der ki: “Abdülhakk’ın, bu hadisin, Muhammed b. Ömer el-Leysî’den gelip gelmediği hususunda sessiz kalması, hadisin sahih olduğunu göstermiştir.

İbnü’l-Kattân ise, bu konuda  Abdülhakk’a katılmamıştır.”

(Suyûtî)      “Câmi”de[19] bu hadisi, adı geçen bu dört kişiden getirmiştir.

(Münâvî’de) “Teysîr”de der ki: “(Suyûtî) bu hadisi rivayet eden kişilerin çok olması sebebiyle hadisin mütevatir olduğuna işaret etmiştir.”

Yalnız Suyûtî’nin bu işaretinde, hadisin mevkuf yolla rivayet edildiği hususu da yer almaktadır.

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi nakletmemiştir.

Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır.

* * *

-222 ﴿ شَيْبَتْنِي هُودٌ وَأَخَوَاتُهَا ﴾

“Beni, Hûd Sûresi ile Hûd Sûresi’nin kardeşleri (olan diğer bazı sûreler) ihtiyarlattı”[20]

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.      Ukbe b. Âmir el-Cühenî                     

2.      Ebu Cuhayfe                                     

3.      Sehl b. Sa’d es-Sâadî                         

4.      Abdullah ibn Abbâs                            

5.      Hz. Ebu Bekir

6.     Sa’d b. Ebi Vakkâs

7.     Enes b. Mâlik

8.     İmrân b. Husayn

9.     Muhammed b. Ali[21]                                      

10.     Ebu İmrân el-Cevnî[22]

Suyûtî (ö. 911/1505) “Câmi’”de, bu hadisi, az önce[23] yukarıda adlarını belirttiğimiz kimselerden getirmiştir.

Suyûtî’nin, bu hadisi, bu kadar çok yolla getirmesi; hadisin, özellikle mütevatir olduğuna işaret etme imkanı olduğu söylenebilir.

Yine Suyûtî “Dürrü’l-Mensûr”da bu hadisi rivayet edenlere şunları da ilave etmiştir:

11. Ebu Saîd el-Hudrî                             

12. Ebu Hureyre 

13. Abdullah ibn Mesûd                          

14. İkrime[24]

Beyhakî (458/1066) “Şuab”da Ebu Ali es-Sirrî’nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

﴿ رَأَيْتُ الَّنبِيَّ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ! روي عَنْكَ أَنَّكَ قُلْتُ شَيَّبَتْنِي هُودٌ. قَالَ: نَعَمْ. فَقُلْتُ مَا الَّذِي شَيَّبَكَ مِنْهَا؛ قِصَصَ الأَنْبِيَاءِ وَهَلاَكَ الأُمَمِ؟ قَالَ: لاَ وَلَكِنْ قَوْلَهُ ”فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ“ ﴾

“Hz. Peygamber (s.a.v)’i görmüştüm. Ona: ‘Ey Allah’ın Resulü! Senin, “Beni, Hûd Sûresi ihtiyarlattı” dediğin söylenmektedir’ dedim. O da: ‘Evet’ buyurdu. Sonra O’na: ‘Bu sûrede seni ihtiyarlatan husus, peygamberlerin kıssaları ve ümmetlerin helakı mıdır?’ diye tekrar sordum. O da: ‘Hayır. Fakat (bu surede beni ihtiyarlatan husus,) Yüce Allah’ın, “Emro-lunduğun gibi dosdaoğru ol” (Hûd: 11/112) buyruğudur’ diye cevap verdi.”

Şeyh Murtaza el-Hüseynî (ö. 1205/1790) “Bezlu’l-mechûd fi tahrîci şeybetnî Hûd” adını verdiği bir cüz’de bu hadisi tahric etmiştir.

Yine Şeyh Murtaza “Şerhu’l-İhyâ’”ın ‘Kitâbu’s-Semâ’ ve’l-Vecd’ (=Semâ ve Vecd Bölümü’n)de bu hadis ile ilgili bir takım şeyler söylemiştir.

(Sehâvî’de) “Mekâsıdu’l-Hasene”de (bu hadis hakkında bazı şeyler söylemiştir.)

Bu konuda daha geniş bilgi için bu kitaba başvurabilirsiniz.

* * *

-223 ﴿ اَلْقَبْضَتَيْنِ فِي ذُرِّيَّةِ آدَمَ ﴾

“Adem (peygamber)’in zürriyeti(nin Cennete mi? Yoksa Cehen-neme mi gireceği) hususunda (Adem’in sırtından alınan) iki tutam”[25] ile ilgili hadisler

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi getirmiştir. Fakat bu hadisin geliş yolu ile ilgili, ne bir sahabi ve ne de bir başka bilgi belirtmiştir.

(Derim ki:) Sanki bu, şu hadise işaret etmektedir:

﴿ أَنَّ اللّهَ تَعَاَلى قَبَضَ قَبْضَةً. َفقَالَ: لِلْجَنَّةِ بِرَحْمَتِي وَقَبَضَ قَبْضَةً. فَقَالَ: إِلَى النَّارِ وَلاَ أُبَالِي﴾

“Yüce Allah’ın, (Adem’in zürriyetinin oluşması için sırtından) bir tutam aldı. Sonra da şöyle buyurdu: (Bunlar,) rahmetimle Cennetliktir. (Adem’in sırtından) bir tutam daha aldı. (Bunlar da,) Cehennemlik olup (bunlara) hiç karışmam”

İbn Mürdeveyh (ö. 416/1026)’de, bu hadisi şu yoldan rivayet etmiştir:

1.      Enes

Bezzâr (ö. 292/904), Taberânî (ö. 360/970) ve İbn Mürdeveyh (ö. 416/1026) ise, bu hadisi şu yoldan rivayet etmiştir:

2.  Ebu Saîd el-Hudrî

Yüce Allah, (Adem’in zürriyetini oluşması için sırtından aldığı) iki tutam hakkında ise şöyle buyurmaktadır:

﴿ هَذِهِ فِي الْجَنَّةِ وَلاَ أُبَالِي وَهَذِهِ فِي النَّارِ وَلاَ أُبَالِي ﴾

“Bu (aldığım tutam), Cennetliktir. (Bunlara) hiç karışmam. (Diğer aldığım) bu (tutam) ise, Cehennemliktir. (Bunlara da) hiç aldırış etmem”         

Bezzâr (ö. 292/904) ve Taberânî (ö. 360/970) ise, bu hadisi şu yoldan rivayet etmiştir:

3.   Abdullah ibn Ömer

Yüce Allah bu iki tutam hakkında şöyle buyurmaktadır:

﴿ هَؤُلاَءِ لِهَذِهِ وَهَؤُلاَءِ لِهَذِهِ ﴾

“Bunlar, Cennetliktir. Şunlar ise, Cehennemliktir”

İmam Ahmed (ö. 241/855)’de bu hadisi şu yoldan rivayet etmiştir:

4.  Ebu Abdullah denilen bir sahabi[26]           

﴿ أَنَّ اللّهَ تَعَالَى قَبَضَ بِيَمِينِهِ قَبْضَةً وَأُخْرَى بِالْيَدِ الأُخْرَى فَقَالَ: هَذِهِ لِهَذِهِ( يعني الجنة) وَهِذهِ لِهَذِهِ ( يعني النار) وَلاَ أُبَالِي ﴾

“Yüce Allah, (Adem’in) sağ tarafına bir vuruş vurdu. Sonra da sol tarafını sıvazladı. Daha sonra da: ‘Bu, Cennetliktir. Şu da, Cehennemliktir. (Buna) hiç karışmam’ buyurdu”

Taberânî (ö. 360/970)’de “Kebîr”de bu hadisi şu yoldan rivayet etmiştir:

5.   Ebu Musa el-Eş’arî      

﴿ أَنَّ اللّهَ تَعَالَى يَوْمَ خَلق آدَمَ قَبَضَ مِنْ صُلْبِهِ قَبْضَةً فَوَقََعَ كُّل طيبٍ فيِ يَمِينِهِ وَكُلّ خَبِيثٍ فِي يَدِهِ الأُخْرَى فَقَالَ: هَؤُلاَءِ أَصْحَابُ الْيَمِينِ وَلاَ أُبَالِي وَهَؤُلاَءِ أَصْحَابُ الشِّمَالِ وَلاَ أُبَالِي هَؤُلاَءِ أَصْحَابُ النَّارِ ثُمَّ أَعَادَهُمْ فِي صُلْبٍِ آدَمَ يَتَنَاسَلُونَ عَلَى ذَلِكَ ﴾

“Yüce Allah, Adem’i yarattığı gün, belinden bir tutam aldı. Dolayısıyla her hoşnutluk sağ tarafında ve her pis olanda sol tarafında meydana geldi… Bunlar, Ashâbu’l-yemin’dir. (Bunlara) hiç karımam. Diğerleri ise, Ashâbu’l-şimâl’dır. (Bunlara da) hiç aldırış etmem. Bunlar, Cehennem halkıdır. Daha sonra bunları tekrar Adem’in beline yerleştirdi. İşte Adem oğulları, bu şekil üzere çoğalırlar”

Yine Taberânî (ö. 360/970)’de “Kebîr”de bu hadisi şu yoldan rivayet etmiştir:

6.   Ebu’d-Derdâ’[27]             

﴿ لَمَّا خَلَقَ اللّهُ آدَمَ ضَرَبَ كَتِفَهُ الْيُمْنَى فَأَخْرَجَ ذُرِّيَّةً بَيْضَاءَ كَأنَّهُمُ الدُّرُّ. ثُمَّ ضَرَبَ كَتِفَهُ الْيُسْرَى فَأَخْرَجَ ذُرِّيَّةً سَوْدَاءَ كَأنَّهُمُ الْحُمَمُ. فَقَالَ: هَؤُلاَءِ إِلَى الْجَنَّةِ وَلاَ أُبَالِي وَهَؤُلاَءِ إَلَى النَّارِ وَلاَ أُبَالِي ﴾

“Allah, Adem’i yaratınca; sağ omzuna vurdu. İnci gibi bembeyaz zürriyetini çıkardı. Sonra sol omzuna vurdu. Ateş yanığı gibi simsiyah zürriyetini çıkardı. (Sağındakine:) ‘Bunlar, Cennete girecektir. (Bunlara) hiç karışmam.’ (Solundakine:) ‘Bunlar da, Cehenneme girecektir. (Bunlara da) hiç aldırış etmem’ buyurdu.”     

İmam Ahmed (ö.241/855), bu hadisi bir senedle rivayet etmiştir. Ravileri, sika kimselerdir.

İbn Asâkir (ö. 571/1176)’de “Tarîh”inde bu hadisi Ebu’d-Derdâ’dan şu lafızla rivayet etmiştir:

﴿ خَلَقَ اللّهُ آدَمَ فَضَرَبَ كَتِفَهُ الْيُمْنَى فَأَخْرَجَ ذُرِّيَّةً بَيْضَاءَ كَأَنَّهُمْ اَللَّبَنُ ثُمَّ ضَرَبَ كَتِفَهُ الْيُسْرَى فَأَخْرَجَ ذُرِّيَّةً سَوْدَاءَ كَأَنَّهُمُ الْحُمَمُ. قَالَ: هَؤُلاَءِ فِي الْجَنَّةِ وَلاَ أُبَالِي وَهَؤُلاَءِ فِي النَّارِ وَلاَ أُبَالِي ﴾

“Allah, Adem’i yarattı. Ardından sağ omzuna vurdu. Süt gibi bembeyaz zürriyetini çıkardı. Sonra da sol omzuna vurdu. Ateş yanığı gibi simsiyah zürriyetini çıkardı. (Sağındakine:) ‘Bunlar, Cennetliktir. (Bunlara) hiç karışmam.’ (Solundakine:) ‘(Bunlar da, Cehennemliktir. (Bunlara da) hiç aldırış etmem’ buyurdu.”

Ve şu hadis:

   ﴿ أَنَّ اللّهَ خَلَقَ آدمَ ثُمَّ مَسَحَ ظَهْرَهُ بِيَمِينِهِ فَاسْتَخْرَجَ مِنْهُ ذُرِّيَّةً. فَقَالَ: خَلَقْتُ هَؤُلاَءِ لِلْجَنَّةِ وَبِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ يَعْمَلُونَ. ثُمَّ مَسَحَ ظَهْرَهُ فَاسْتَخْرَجَ مِنْهُ ذُرِّيَّةً.فَقَالَ: خَلَقْتُ هَؤُلاَءِ لِلنَّارِ وَبِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ يَعْمَلُونَ ﴾

Allah, Adem’i yarattı. Sonra da sağ eliyle onun sırtını sıvazladı. Bedeninden (bir kısım) zürriyetini çıkardı. Ve: - ‘Bunları, Cennet için yarattım. Bunlar, Cennetlik kimselerin yapmaları gereken işleri yaparlar’ buyurdu. Sonra Adem’in sırtını tekrar sıvazladı. Bedeninden yine (diğer kısım) zürriyetini çıkardı. Ve: - ‘Bunları, Cehennem için yarattım. Bunlar da, Cehennemlik kimselerin yapmaları gerekn işleri yaparlar’ buyurdu.”

İmam Mâlik (ö. 179/795) “Muvatta”da, İmam Ahmed (ö.241/855), Ebu Dâvud (ö. 275/888),  Tirmizî (ö. 279/892)[28] ve Nesâî (ö. 303/915) ve daha bir çokları şu yoldan rivayet etmiştir:

7.  Hz. Ömer[29]

﴿ لَمَّا خلَقَ اللّهُ آدَمَ ضَرَبَ بِيَدِهِ عَلَى شقِّ آدَمَ الأَيْمَن فَأَخْرَجَ ذَرّاً كَأَنَّهُمُ الدُّرَرُ. فَقَالَ: يَا آدَم هَؤُلاَءِ ذُرِّيَّتُكَ مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ ثُمَّ ضَرَبَ عَلَى شقّ آدَم الأَيْسَر فَأَخْرَجَ ذَرّاً كَالْحُمَمِ. ثُمَّ قَالَ: هَؤُلاَءِ ذُرِّيَّتُكَ مِنْ أَهْلِ النَّارِ ﴾                                                      

“Allah, Adem’i yaratınca, Ademin (sırtının) sağ tarafına eliyle vurup inci gibi taneler çıkardı. Ve: ‘Ey Adem! Bunlar, Cennet halkından olan zürriyetindir’ buyurdu. Sonra da Adem’in (sırtının) sol tarafına (eliyle) vurdu. Ateş yanığı gibi taneler çıkardı. Daha sonra da: ‘Bunlar da, Cehennem halkından olan zürriyetindir’ buyurdu.”

Hakîm et-Tirmizî (ö. 295/907 - 320/932)’de “Nevâdiru’l-Usûl”da bu hadisi şu yoldan rivayet etmiştir:

8.  Ebu Hureyre

Bu konuda daha geniş bilgi için (Suyûtî’nin) “Dürrü’l-Mensûr” adlı tefsir kitabında Yüce Allah’ın ﴿ وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ ﴾ “Rabbin, Adem oğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini aldı” (A’râf: 7/172) ayetinin açıklamasına bakabilirsiniz.

Bu manada başka hadisler de, şu yollardan gelmiştir:

9.   Ebu Ümâme

10. Hişâm b. Hakîm

11. Abdurrahman b. Katâde es-Sülemî ve daha bir çokları

* * *

-224 ﴿ لَنْ يُدْخِلَ أَحَدَكُمُ الْجَنَّةَ عَمَلُهُ. قَالُوا: وَلاَ أَنْتَ يَا رَسُولَ اللّهِ؟ قَالَ: وَلاَ أَنَا إِلاَّ أَنْ يَتَغَمَّدَنِي اللّهُ بِرَحْمَتِهٍ ﴾

“Sizden birisi işlediği ameliyle cennete giremez. Sahabiler: ‘Ey Allah’ın Resulü! Sende mi (kendi işlediğin amelle cennete giremeyeceksin)?’ diye sordular. Peygamber (s.a.v): ‘Ben de (giremem). Ancak Allah’ın, kendi katından bir rahmetle beni örtmüş olma hali hariç”[30]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadis şu yollardan getirmiştir:

1.      Ebu Hureyre

2.      Ebu Saîd el-Hudrî

3.      Şerîk b. Turayf

4.      Üsâme b. Şerîk

5.      Esed b. Kürz

6.      Ebu Musa el-Eş’arî

7.      Şerîk b. Târık

(Derim ki:) Bu hadis; İmam Ahmed (ö. 241/855), Buhârî (ö. 256/870), Müslim (ö. 261/875) ve Nesâî (ö. 303/915) rivayet etmiştir. Lafız ise, Hz. Aişe’den[31] merfu olarak rivayet eden Müslim’e aittir:

﴿ سَدِّدُوا وَقَارِبُوا وَأَبْشِرُوا فَإِنَّهُ لَنْ يُدْخِلَ الْجَنَّةَ أَحَداً عَمَلُهُ. قَالُوا: وَلاَ أَنْتَ, يَا رَسُولَ اللّهِ؟ قَالَ: وَلاَ أَنَا, إِلاَّ أَنْ يَتَغَمَّدَنِي اللّهُ مِنْهُ بِرَحْمَةٍ ﴾

“Doğru olanı arayın, orta yolu tutun ve müjdeleyin. Çünkü hiçbir kimseyi ameli Cennete giremez. Sahabiler: Ey Allah’ın Resulü! Sende mi (kendi işlediğin amelle Cennete giremezsin?)’ diye sordular. Hz. Peygamber (s.a.v)’de: ‘Ben de (giremem). Ancak Allah’ın, kendi katından bir rahmetle beni örtmüş olma hali hariç”

Müslim (ö. 261/875)’de, bu hadisi Câbir’den[32] merfu olarak şöyle rivayet etmiştir:

﴿ لاَ يُدْخِلُ أَحَداً مِنْكُمْ عَمَلُهُ الْجَنَّةَ وَلاَ يُجِيرُهُ مِنَ النَّارِ وَلاَ أَنَا إِلاَّ بِرَحْمَةِ اللّهِ ﴾

“Sizden hiçbir kimseyi ameli Cennete koyamaz, onu Cehennemden de koruyamaz. Ben de (giremem). Ancak Allah’tan bir rahmet (olursa) o başka!”

Ebu Hureyre Hadisi,[33] bir çok lafızlarla gelmiştir. Bu lafızlardan bazısını, Müslim getirmiştir.

Bu konuda daha geniş bilgi için Müslim (ö. 261/875)’in “Sahîh”inde yer alan ‘Kitâbu’t-Tevbe’(=Tevbe Bölümü’)deki  hadislere başvurabilirsiniz.

-225 ﴿ إِذَا كَتَبَ أَحَدُكُمْ كِتَاباً فَلْيَبْدَأْ بِنَفْسِهِ ﴾

“Sizden birisi, bir mektup yazmak istediğinde, mektuba, kendi ismiyle başlasın”[34]

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.   Nu’mân b. Beşîr

Bu konuda şu yollardan da hadis gelmiştir:

2.     Ebu’d-Derdâ’                                   

3.     Ebu Hureyre                                    

4.     Abdullah ibn Abbâs                           

5.     Ebu Zerr                                          

6.     Câbir                                               

7.     Enes

8.     Hz. Aişe

9.     Cehzeme      

10.     Ebu Zem’a    

11.     Ebu’t-Tufeyl

12.     Câbir b. Semure ve daha bir çokları               

Bu hadisi; Ebu Dâvud (ö. 275/888) ve Hâkim (ö. 405/1014) rivayet etmiştir. Hâkim, Alâ’ ibnu’l-Hadramî’den[35] gelen bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir.

﴿أَنَّهُ كَانَ عَامِلَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى الْبَحْرَيْنِ فَكَانَ إِذَا كَتَبَ إِلَيْهِ بَدَأَ بِنَفْسِهِ﴾

“Alâ’ ibnu’l-Hadramî, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Bahreyn’e gönderdiği zekat memuru idi. Resulullah (s.a.v)’e bir mektup yazmak istediğinde, mektuba, kendi ismiyle başlardı.”

Yine de doğruyu en iyi bilen Cenab-ı Allah’tır.

* * *


 

[1]      Hadis; görünüşte, şiir ezberlemeyi ve okuyanları kötülemektedir. Bunu da, karına iri dolmasıyla kıyaslamak suretiyle ifade etmektedir. Burada şiiri kötüleme, görünüşte, muttlak ve genel, yani burada şiir söylemek yada ezberlemek; az olmuş-çok olmuş, içerik bakımından iyi olmuş-kötü olmuş, herhangi bir ayırım yapılmaksızın hepsi toptan kötülenmiş gibi. Halbuki buradaki kötü­leme, mutlak olamayıp kayıtlıdır. Çükü kişi, içini tamamıyla şiirle doldrup Allah’ı anma ve ilme yer vermesi gibi durumlarda kötüleme söz konusudur. Buhârî’nin bu hadisi kaydettiği bab baş­lığı da bunu göstermektedir. O halde şiir ile ilgili bu kötüleme, bu hususta düşülecek aşırılıkla il­gilidir.

        “Karnın dolması” ifadesiyle; sadece kalbi, vacip ve müstehab olan vazifeleri unutturacak kadar kedisiyle meşgul eden kötülenmiş şiirler kastedilmiş olmayıp etkili söz, sihir, çeşitli oyun gibi kalbi katılaşıp Allah’tan uzaklaşamayı, itikadında bir takım şüphe ve vesveseler doğması, in­sanların birbirlerine karşı soğuması, küsme, kin ve nefretlerine sebep olan her çeşit bilgi ve kül­tür buna dahildir.

        Buna göre hadisin içine; insanı, her çeşit dini atmosferden koparılıp maneviyattan uzaklaştırıl­ması için bilinçli ve sistemli şekilde yürütülen sanat, spor, folklör, politika, magazin, kehanet, fütirizm, yıldız falı, dedikodu, eğlence gibi hususlar girmektedir. 

[2]      Şiir, insanlar üzerinde etkisi olan bir beyan çeşididir. Cahiliyye döneminde, en az sihirbazlar kadar şairlerin de toplum üzerinde etkileri vardı. Bu etki, iyiliğe olduğu kadar kötülüğü de ait olup hatta kötü yönü ağır basıyordu. Müşriklerin, Resulullah (s.a.v)’e; “O, bir şairdir” diye iftira atmalarında bir küçümseme, bir kötüleme vardı. Kur’an, bu iddiayı; Enbiya: 21/21, Yâsîn: 36/69, Saffât: 37/36, Tûr: 52/30, Hakka: 69/41 gibi ayetlerde cevaplandırarak Resulullah (s.a.v)’in “şair” ve vahyin de “şiir” olmadığını belirtmiştir. Yine Kur’an, “Şuarâ” (=şairler) is­mini taşıyan bir sureye yer vermiş ve bu surenin 26/224-227 ayetlerinde şairleri, “yapmadıkla­rını söylemek”le karalamıştır.

        Resulullah (s.a.v)’in İslamı tebliğ ederken şiir ve şair olayını küçümsememiş olması dikkat çekici­dir. Bir taraftan müşrik şairlerle mücadele etmiş, bir taraftan da Müslüman şairleri himaye ve taltif etmiş, Kur’an’ın kötülediği kötü şairlere cevap vermeye, Müslümanların morallerini güçlendirecek şiirler yazmaları teşvik etmiş ve kendisi de çeşitli zamanlarda şiir söylemiştir. Et­rafından ayırmadığı üç meşhur şairi vardı. Bunlar 1. Hassân b. Sâbit, 2. Abdullah ibn Revâha, 3. Ka’b b. Mâlik.

        Hz. Peygamber (s.a.v ) için şir, hem iyiye ve hem de kötüye kullanılabilecek bir silah idi. Çünkü mümin kişi, bedeniyle ve malıyla olduğu kadar  diliyle de cihad etmekle mükellef idi. Bu ne­denle de şairlerine, çeşitli zamanlarda Mekkeli müşriklere ve kafirlere karşı şiir söylemerini teşvik etmişti.

        Resulullah (s.a.v), batıl ve heva adına olan şiirleri redderken, Hak yolunda edep adına olan şiirleri övmüş ve şairlerine iltifatlarda bulunmuş ve onları şiir söylemeye teşvik etmişti. Hendek kazılırken, kendisi de uzunca bir şiir söylemişti.

        İslam alimleri, buna bağlı olarak şiir hakkında bazen lehte ve bazen de aleyhte açıklamalarda bulunmuşlardır. Bunu yaparken de; kötü olan ve iyi olan ve insanları mutlu ve huzurlu olmaya götüren şiirlerinde söylenmesi ve ezberlenmesi gerektiğini belirtmişlerdir.

        Bu konuda gelen hadislerden bazısı şu yollardan gelmiştir: Übey b. Ka’b, Abdullah ibn Abbâs, Aişe, Amr ibnu’ş-Şerrid, Câbir b. Semure, Enes, Heysem İbn Ebi Sinan, Berâ, Ebu Hureyre, Cündub ibn Abdullah           

[3]      Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 4/300

[4]      Hadis; güzel ve faydalı olan şiirleri övmektedir. Zaten Resulullah (s.a.v)’de bu tür şiirler karşı­sında her zaman iyi ve olumlu bir tavır sergilemiştir.

        Hikmet’in, bir çok anlamı varsa da, burada; “doğru, hakka uygun olan söz” anlamına gelmekte­dir. Aslen “men etmek” anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü hadis; şiirde, kişiyi sefihlikten ve kötülükten men eden faydalı bir söz olduğunu ifade etmektedir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Edeb 90; Ebu Dâvud, Edeb 95 (5010, 5011); Tirmizî, Edeb 69 (2847, 2848); İbn Mâce, Edeb 41 (3755); Dârimî, İsti’zan 68 (2707); Müsned: 1/269; Taberânî, el-Kebir, el-Evsat; Ebu Nuaym, Hilye,7/269, 8/309; Hâtıb el-Bağdadî, Tarihu Bağdad, 3/98, 122, 4/254, 8/18, 14/49

[5]      Hadisin metninde geçen “Advâ” kelimesi, hastalık bulaşması demektir. Resulullah (s.a.v), bu sözüyle; cahiliyye döneminden kalma inancı yıkmak istemektedir. Çünkü Araplar, cahiliyye dö­neminde hastalığın Allah’ın fiiliyle değil de, tabiatı icabı bulaştığına inanıyorlardı.

        İşte Resulullah (s.a.v), bu sözüyle; Arapların bu batıl inançlarına cevap vermiş, her şeyde ol­duğu gibi, hastalığın bulaşmasında da Allah’ın fiilinin dikkate alınması gerektiğini, Allah hastalı­ğın bulaşmasını yaratmazsa, insanın kendi kendine hiçbir şey yapamayacağını belirtmektedir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Tıb 43, 44, 54; Müslim, Selam 109 (2222), 101 (2220), 113 (2224), 116; Ebu Dâvud, Tıb 24 (3911-3915, 3916); Tirmizî, Kader 9, Siyer 47; İbn Mâce, Tıb 43; Müsned: 3/312; Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 4/307, 308; Taberânî, el-Kebir , 11/238; Ebu Ya’lâ

[6]      Hadisin metninde geçen “Tıyera” kelimesi, uğursuzluğa yorma demektir. Araplar, cahiliyye döneminde kuşları ve geyikleri ürkütüpde hayvan sağ tarafa giderse, onunla teberrükte bulu­nup işlerine, güçlerine veya yollarına devam ederler, sol tarafa giderse yapacakları şeyden dö­nerler ve uğursuzluk yorumunda bulunurlardı. Bu suretle bir çok zaman yapacakları işlerden geri kalırlardı. İslam dini, bunu yasaklamış ve zarar veya yarar hususunda hiçbir etkisi olmadı­ğını haber vermiştir.

        Başka bir hadiste; “herhangi bir şeyi uğursuzluğa yormak, şirktir” buyurulmuştur. Yani uğursuzlu­ğun, fayda veya zarar verdiğine inanmak şirktir. Çünkü cahiliyye devri Arapları, uğur­suzluğun etkisine inanırlardı ki, bu da, şirktir.

        Fal: Herhangi bir işi hayra yormaktır. Hem sevindirici ve hem de üzücü bir işte kullanılır. Resulullah (s.a.v)’in bu şekilde falı sevmesi, sonuç itibariyle yüce Allah’tan bir hayr ve fayda ummayı gösterdiği içindir. Çünkü insan, kuvvetli veya zayıf bir sebepten dolayı Allah’tan bir fayda beklerse, ümit cihetine hata etmiş olsa bile, onun bu bekleyişi hayrdır. Bu tür fala, şu tür bir örnek verebiliriz: Hastası olan bir kimsenin, dışardan birinin: ‘Ey Salim’ sözünü işiterek hayra yorması yada bizim hastada selamete erer demesi.

        Fal denilince, zamanımızda avuca bakmak, bir tasa bakmak, kahve fincanına bakmak veya bu tür falcılara başvurarak işlerinin iyi gidip gitmeyeceğine baktırmak anlaşılıyorsa, bu, fal değil, doğrudan doğruya kehanete girmektedir. Buna inanmak ise, küçük şirktir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Tıb 43, 44, 54; Müslim, Selam 110 (2223), 113 (2224), 116; Ebu Dâvud, Tıb 23 (3907), 24; Tirmizî, Siyer 47 (1615); Müsned: 3/312, 6/246; Hâkim, Müstedrek, 1/17-18, 32; Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 4/307, 311, 312, 313, 314; Taberânî, el-Evsat; Bezzâr     

[7]      Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 4/311

[8]      Hadis; çocuklara, zayıflara, düşkünlere, hatta bütün insanlara ve hayvanlara merhamet etmeyi kapsamaktadır. Yani mümin olsun, kafir olsun bütün insanları içermektedir.

        Merhamet; canlılara yiyecek-içecek vermek, hayvanlara ağır yük yüklememek; dövme, açıktırma, yarma gibi vasıtalarla onlara karşı haddi aşmamaktır.

        Mümin olsun, kafir olsun bütün insanlara, kendinin olsun yada olmasın bütün hayvanlara acımayan, hayvanı doyurup sulamayan, yükünü hafifletmeyen, insafsızca döğen veya insanlara acımayan, insafsızca davranan, kötü davranan kimse, ahirette Allah’ın rahmetine nail olmaya­caktır. “İyilik yaparsanız kendi nefsiniz için yaparsınız” (İsrâ: 17/7) buyurularak her türlü insana ve hayvana veya canlıya yapılan merhametin, sonuç itibariyle kişinin kendine yaptığına dikkat çekilmiştir.

        Mümin kul; solcu, sağcı, inançlı, inançsız, laik gibi her türlü insana ve diğer canlılara karşı merha­metli davranmak zorundadır. Çünkü inandığı dinin temelinde; inanmayan insana karşı saygılı olma, hoşgörülü olma, barışçı olma, hak ve özgürlüklerini verme vardır.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Edeb 18, 27; Müslim, Fezail 65 (2318), 66 (2319); Ebu Dâvud, Edeb 145 (5218); Tirmizî, Birr (1912), 16 (1923); Müsned: 2/241, 269, 3/40, 4/358; Heysemî, Keşfu’l-Estâr, s. 400 (H. No: 1953); Taberânî  

[9]      İnsanoğlu yaratılışından gelen fıtri bir meyille mala düşkündür. Allah’ın muhafaza edip bu fıtri duyguyu nefisten temizleme hususunda muvaffak ettikleri dışında hiçbir kimse, mal toplamaya doyamaz. Bunlarda azdır.

        “Bağışlar” ifadesine, bu fıtri duygunun kötü olduğuna ve günah makamında yer aldığına ancak Allah’ın yardımı ve desteğiyle onu nefisten uzaklaştırmanın mümkün olduğuna işaret etmek için yer verilmiştir. Mümin kul; mal hırsı ve mala düşkünlükten uzak durmalıdır. Malı, dünya gayesi için değil de ahiretine araç olarak kullanabilmelidir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Rikak 10; Müslim, Zekat 118 (1049), 119 (1050), Rikak 116 (1048); Tirmizî, Menakib 64 (3898), Zühd 27 (2338); Dârimî, Rikak 62 (2781); Müsned: 5/117; Heysemî, Mecmau’z-zevaid, 7/140, 10/243, 244, 245; Taberânî; Bezzâr; Ebu Ya’lâ    

[10]     İnsanda fıtri ve vazgeçilmez duygulardan biri de; dünya sevgisidir. İnsan kendini dünya sevgisi­nin galebesine bırakıverirse, ahireti unutmaya ve terk etmeye götüren aşırılıklara, dünyevi ar­zuların peşine, suistimallaere ve haramlara düşürebilir. Her devirde görülen aşırı kazanç çılgın­lıkları, bundan meydana gelen binbir çeşit hileler, skandallar, sahtekarlıklar, ölmeler, öldürmeler hep İslamın sınırlamaya çalıştığı dünya sevgisidir.

        İslam dini, dünyaya bakış açısında bir denge getirmektedir. Bu dengeye göre; ahireti unutturma­yacak, ibadetten alıkoymayacak, kısacası; Allah ve Resulünden alıkoymayacak öl­çüde dünyalık talebine izin vermektedir.

        Güçlü müslümanın, zayıf müslümana nazaran Allah’a daha sevgili olduğunu ve veren elin, alan elden üstün olduğunu belirten İslam dini, dünyanın tamamen terk edilmesi taraftarı değildir. Çünkü dünya, müslümanın hayatını sürdürdüğü, kendisini ahirete  hazırladığı, kulluk görevini yerine getirdiği, kazanç elde ettiği bir yerdir.    İslam dini; dünyayı, ne tamamen terk edilmesi gerektiğini ve ne de dünyaya tamamen sarılması gerektiğini ifade etmektedir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Zekat 47, 50; Müslim, Zekat 96 (1035), Zikr 99 (2742); Tirmizî, Fiten 26 (2192), Zühd 41 (2374), Kıyame 29 (2463); Nesâî, Zekat 50, 81, 93; İbn Mâce, Fiten 19; Müsned: 3/402, 3/7, 21, 6/41, 68, 364; Heysemî, Mecmau’z-zevaid, 10/246; Taberânî; Ebu Ya’lâ; Bezzâr 

[11]     Küfür ve şirk içerisinde bulunan kimsenin, ebedi cehennemlik olduğu bilinen bir husustur. Fakat dünya hayatında hiçbir kimsenin uhrevi halini bilmek güçtür. Cennetlik yada cehennem­lik olan kişiyi, ancak Allah’ın özelliklerini belirtmesiyle yada Hz. Peygamber (s.a.v)’in ifadesiyle bilinebilir. Zaten Hz. Peygamber (s.a.v)’de, kötü bir sonuca uğramamak için devamlı surette Allaha sığınılması gerektiğini belirtmiştir. Selef ve halefin büyükleri, kötü bir sonuçla hayatlarını kapamamak için  hep Allah’a sığınmışlardır.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Kader 1, 5, Enbiya 1, Rikâk 33; Müslim, İman 179 (112), Kader 1 (2643), 2-4, 11 (2651), 12; Ebu Dâvud, Sünnet 16 (4708); Tirmizî, Kader (2138); İbn Mâce, Mukaddime 10 (76), Vesaya 3 (2704); Müsned: 1/382, 414, 2/278, 484, 5/332, 335, 6/107, 108; Taberânî, Bezzâr, Ebu Ya’lâ; Feryâbî, Tarih; İbn Mürdeveyh, Tefsir; Ebu Nuaym, Tıb  

[12]     “İstişare” kelimesi, “işaret” kökünden türemiş olup ‘fikir danışma ve nasihat isteme’ anlamına gelmektedir. “Müsteşar” ise, kendisiyle fikir danışılan ve nasihat istenilen kimsedir.

        Hz. Peygamber (s.a.v), bu hadisde; toplumsal hayatın vazgeçilmez bir ihtiyacı olan fikir alış-verişinin bir adabını belirtmektedir ki, o da; fikrine başvurulacak kimsenin (=müsteşarın), gü­venilen bir kimse olmasıdır. Buna göre kendisine danışılan kimse, danışan kimseye; ihanet et­memeli, sorulan hususta gerçek ve doğru olanı söylemeli, soru sahibinin isteği doğrultusunda hareket eden kimse olmamalıdır. Kur’an-ı Kerim, Hz. Süleyman (a.s)’ın mektubu üzerine takip edilecek siyasetin tespiti maksadıyla yakınlarının toplayan Belkıs’ın yaptığı istişareyi (Neml: 27/29-33), Firavun’un Hz. Musa (a.s)’a karşı alınması gerekli tedbirleri tespit için etrafındaki­lerle yaptığı istişareyi (A’râf: 7/109-112) ve Hz. İbrahim (a.s)’ın, oğlu İsmail’i kurban etmesi hu­susunda oğluyla yaptığı istişareyi (Saffât: 37/101-102) belirterek; hem Müslümanların (Şûra: 42/36-38) ve hem de Hz. Peygamber (s.a.v)’in (Âl-i İmrân: 3/159), güvenilen kimselerle istişare yapmasını teşvik etmektedir.  

[13]     Resulullah (s.a.v), bu hadiste; ümmetine “erken”i, yani günü ilk saatini tavsiye etmektedir. Erken saatlerde yapılacak işlerin mübarek ve hayrlı kılınması için de dua etmektedir.

        Hz. Peygamber (s.a.v), pek çok işte günün ilk saatini tercih etmiştir. İbadet, yolculuk, düşmana saldırı ve ilim öğrenme gibi.

        Yalnız hadis, mutlak olmayıp kayıtlıdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde insanlar, genellikle, ya ticaretle yada ziraatla uğraşıyorlardı. Dolayısıyla da hadis; daha çok bugün esnaf, tüccar, ziraatçi gibi kimseleri kastetmektedir. Fabrika, devlet memurluğu ve bu tür işlerde çalı­şan kimseleri kastetmemektedir. Çünkü bu tür iş yerlerin mesai tarzı farklıdır. Bu iş yerlerinde çalışan insanlar, belli bir mesaiye göre çalışmaktadır. Dolayısıyla da hadisi genelleştirmek mümkün değildir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: İbn Mâce, Ticarât 41 (2236, 2237, 2238); Ebu Dâvud, Cihad 78 (2606); Tirmizî, Büyu’ 6 (1212); Dârimî, Siyer 1; Müsned: 1/154, 3/416; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, 4/61-62

[14]     Dört Abdullah şunlardır: 1. Abdullah ibn Abbâs, 2. Abdullah ibn Ömer, 3. Abdullah ibnu’z-Zübeyr, 4. Abdullah ibn Amr

[15]     Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, 4/61-62

[16]     Ebu Dâvud, Cihâd 78 (2606); Tirmizî, Büyû’ 6 (1212); İbn Mâce, Ticârât 41 (2336); Dârimî, Siyer 1; Müsned: 3/416

[17]     İslamın çokça önem verdiği hususlardan birisi de, sıla-i rahmdir. Yani akrabalar ve yakınlar arasındaki ilişki. Bunun iyi olması; karşılıklı sevgi-saygı ve yardımlaşma temeline dayanması ge­rekmektedir.

        Sıla-i rahm, öncelikle akrabalara ve yakınlara, sonra da komşulara, arkadaşlara, iş arkadaşla­rına, din kardeşlerine ve her çeşit tanıdıklara karşı bir görevdir.

        Fakat bu kimselerle olan ilişkimiz, belirli bir düzeyde olmalıdır. Tanıdığımız insanlarla her gün veya devamlı bir surette görüşme isteğimiz; aradaki sevgi, saygı ve yardımlaşma bağına zarar verebilir. Sık görüşmeler, insanda bıkkınlık oluşturabilir. Bu nedenle de ilişkileri sağlam bir hale getirebilmek için görüşmelerin ve ziyaretlerin seyrek tutulması, aradaki sevgi bağını güçlendirir. İşte Hz. Peygamber (s.a.v), bu hususa temas etmektedir.

[18]     Hz. Peygamber (s.a.v), gerek çocuklar için ve gerekse de büyükler için bazı kayıtlar çerçeve­sinde oyuna yer verdiği görülmektedir.

        Oyun ile ilgili rivayetler incelendiğinde, Sünnette, oyunların üç grupta ele alındığı görülür:

1.  Gayeli Oyunlar: Bu tür oyunlar, hayata hazırlayıcı mahiyettedir. Bunlara, gerek çocuklar ve ge­rekse de büyükler teşvik edilmiştir. Erkekler için atış, yüzme, ata binme, atletizm; kızlar için ise bebeklerle ve ev işleriyle ilgili oyunlar gibi.

2.   Zararlı Oyunlar: Bu tür oyunlar, dinen yasaklanmıştır. Uğursuzluk çıkarma, kumar, bahisli ya­rışmalar gibi.  Bunlara mutlaka yasaklanmış bir husus bulaşmaktadır veya bulaşma ihtimali vardır. Aslında meşru olan bütün oyunlar, bu şekle döküldüğü takdirde zararlı bir hale dönüşür. Yasaklanmış olan veya bu hüviyete girmiş olan oyunlardan herkesin uzak durması gerekmek­tedir.

3.   Oyalayıcı Oyunlar: Bu tür oyunlar, insanların hoş vakit geçirmelerine yardımcı olan oyunlar­dır. Yasaklanmış cinsten olmamak kaydıyla meşgul edip eğlendirici her çeşit oyun, bu çerçevede değerlendirilebilinir. Örneğin, güvercin, kuş ve köpeklerle yapılacak oyunlara ge­nelde cevaz verilmiştir. Fakat burada mekruh görülen husus, bütün vaktini bu tür oyunlara har­canmasıdır.

        İşte bu hadis de; bu tür bir oyun içine girmektedir. Bu nedenle de Hz. Peygamber (s.a.v), vakti­nin çoğunu güvercin peşinde geçiren bu kimsenin bu tutumunu hoş görmemektedir. Bu tür oyunlar içerisine; satranç, bayram, düğün, sünnet düğünü de girmektedir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Ebu Dâvud, Edeb 65 (4940); İbn Mâce, Edeb 44 (37643765, 3766, 3767)

[19]     Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, s. 302 (H. No: 4919)

[20]     Burada Hz. Peygamber (s.a.v)’in başında ihtiyarlık alameti olan beyaz kılların fazlaca gözük­mesi kastedilmemektedir. Çünkü bazı rivayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ölümü sırasında saç ve sakalındaki beyaz kılların 14 adet olduğu belirtilmektedir.

        Hz. Peygamber (s.a.v)’in, “Beni… sureleri ihtiyarlattı” buyurması; o surelerdeki .çereğin kendi­sini fazlaca düşündürüp ağzının tadını kaçırdığını ifade etmek içindir. Söz konusu bu sureler; eski kavimlerin ve toplumların başlarına gelen belaları, özellikle de kıyametin kopma anında meydana gelecek olan olayları haber vermekte ve gelecekte insanın başına gelecek dehşetli olayları safha safha anlatmaktadır.

        Gerçek mümin kul, bu olayları düşündükçe hayatın gelip geçici olduğunu, ölümün bir gün mutlaka geleceğini, ahirete iyi hazırlanması gerektiğini hatırlatmaktadır.

        Hû d surelerinin kardeşleri; Vâkıa, Hakka, Mürselât, Tekvîr ve Karia’dır. Bunları, bu konuda gelen rivayetlerden bilmekteyiz.

[21]     Mürsel olarak gelmiştir.

[22]     Mürsel olarak gelmiştir.

[23]     220 nolu hadis.

[24]     Mürsel olarak gelmiştir.

[25]     İnsanların, cennetlik yada cehennemlik olmaları; onların kendi tutum ve davranışlarıyla ilgilidir. Herkese cennetlik yol ile cehennemlik yol açıktır. Kişi, kendi “fiiliyle” cennete yada cehenneme girer. Böylece kişi, kendi eylemiyle cennetlik veya cehennemlik olur.

[26]     Müsned: 4/176-177

[27]     Müsned: 6/441

[28]     Tirmizî, bu hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.

[29]     Ebu Dâvud, Sünnet 16; Tirmizî, Tefsiru sure-i A’râf 2; Muvatta, Kader 2; Hâkim, Müstedrek, 1/27

[30]     Hadis; hiçbir kimsenin, ibadet ve tatlarıyla sevabı ve cenneti hak etmediğine, bunların ancak Allah tarafından bir ikram ve ihsan olmak üzere verildiğine delalet etmektedir.

        Burada Allah’ın rahmeti söz konusudur. Allah, rahmeti gereği, müminleri cennete koyacak ve kafirleri de ebediyen cehennemde bırakacaktır. Dünyada Allah’ın rahmeti sayesinde hem kafir ve hem de mümin kul, rızkını elde eder ve geçimini sağlar.

        Hiçbir kimse, cehennemden kurtulmak için ameline güvenmemelidir. Çünkü insan, işlemiş olduğu eylemin ne kadarının kendisini cennete götüreceğini bilemez. Çünkü ebedi olan cennet, insanların dünyada yaptıkları ve işledikleri amellerin bir sonucu değildir. Zira insan, dünyada Allah’a iman etme ve imanının gereği olarak salih ameller işlemesi bir görev ve emir durumun­dadır. Bu kulluğun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. İşte Allah, kendi lütfuyla bu insanları cennete koyacaktır. Fakat ilahi lütfe elde etmede, amel defterinin ve kitabın sağdan verilmesi önemli bir etken olacaktır.   

[31]     Müslim, Sıfatu’l-Kıyame 78 (2818); Müsned: 6/125, 273

[32]     Müslim, Sıfatu’l-Kıyame 77(2817); Müsned: 3/337, 362, 394;Dârimî, Rikâk 24 (2736)

[33]     Buhârî, Merdâ 19; Müslim, Sıfatu’l-Kıyame 71-76 (2816); İbn Mâce, Zühd 20; Müsned: 2/235, 256, 264

[34]     Hz. Peygamber (s.a.v), risaleti sırasında yazı yazma meselesi üzerinde büyük bir ciddiyetle ve titizlikle durmuştur. Peygamber olmasının yanı sıra o, bir devlet başkanı idi. Bu nedenle de ge­rek diğer devlet başkanlarına ve gerekse de vali yada zekat memuru olarak bir yere gönderdiği kendi sahabileriyle yazışmalarda bulunmuştur. Bu yazışmaları yaparken şu davranışları yapmış ve tavsiyede bulunmuştur:

        4.  Yazılara, Besmeleyle başlama

        5. Gönderenin ve muhatabın isimlerini genellikle selam takip etmekte. Yalnız muhatap olan kişi mümin değilse, o zaman “es-Selâmu alâ meni’t-tebea’l-hudâ” (=Selam, hidayete uyanlara ol­sun) denilmekte.

        6.  Asıl maksada geçilirken, “Emma ba’d” (=Bundan sonra) ifadesi kullanılmakta.

        7. Maksat, çok veciz olarak ifade edilmekte, muhataba göre bir dil kullanılmakta; muhatabın kolayca anlayacağı konulara, ifadelere, kavramlara ve hatta yerel kelimelere yer verilmekte.

        8. Mektuba şahit olan kimseler ve mektubun yazılmasında katiplik yapanlar, mektubun so­nunda çoğunlukla ismen belirtilmekte.

        9.  Bir kısım vesikaların yazılış tarihine yer verilmekte.

        10. Vesikalar, mühürlü olup Hz. Peygamber (s.a.v)’in mühründe “Muhammed, Resul, Allah” ifadeleri bulunmakta.

        11. Vesikaların biri muhataba verilmekte, diğeri ise merkezde saklanmak üzere iki nüsha olarak hazırlanmakta.

        12. Düzenli olan mektup yada yazı, yazıyı yazanın ismiyle başlanmakta. Örneğin, Allah’ın elçisi Muhammed’den falancaya şeklinde olması gibi.

        Alâ ibnu’l-Hadramî, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v)’e yazdığı mektuba kendi ismiyle başlamış, Hz. Ali ve Halid b. Velid’de, bu tarzda mektup yazmışlardır.

         Alâ ibnu’l-Hadramî, zekat toplamak ve İslamı öğretmek üzere  Bahreyn’e Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından vali olarak tayin edilmiştir. Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer döneminde de yerinde kalmış ve orada vali iken ölmüştür. 

[35]     Ebu Dâvud, Edeb 127; Müsned: 4/339



1103 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın