• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

ADEM (ALEYHİSSELAM) ilgili hadisler

PEYGAMBERLER

 

ADEM (ALEYHİSSELAM)

 

Hz. Âdem’in Yaratılışı, Hz. Peygamberle Karşılaşması ve Ona Selamı

 

62) Ebû Hüreyre (r.a.)’dan rivayete göre, Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah-u Azze ve Celle Âdem’i boyu altmış zira’ (arşın) olarak yarattı. Sonra da:

“Git, şuradaki meleklere selam ver, onların da sana selam vereceklerini işit, öyle ki bu senin ve zürriyetinin selamı olacak.” diye buyurdu. Bu emri üzerine Âdem (a.s):

“Esselâmü aleyküm” dedi. Melekler de:

“Esselâmü aleyke ve rahmetullah” dediler. “Ve Rahmetullah” kelimesini eklediler. Cennete girecek her kimse Âdem’in sûreti (şekli üzere) girecektir. Yaratıklar şimdiye ka­dar hep küçülmüşlerdir.”[1]

v Yine Buhârî’de (6227) gelen lafız şöyledir:

“Allahu Teâlâ, Âdem’i boyu altmış arşın olarak kendi sûretinde yarattı. Onu yarattığı zaman ona:

“Git, şurada oturan meleklerden olan şu topluluğa selam ver. Sana da selam vermelerini işit. Çünkü bu senin ve zürriyetinin selamı ola­cak” diye buyurdu. Âdem (a.s) da:

“Esselâmü aleyküm” dedi. Melekler de:  

“Esselâmü aleyke ve rahmetullah” dediler. “Ve Rahmetullah” kelimesini ilave ettiler. Her cennete girecek olan kimse Âdem’in şekli üzere girer. Yaratılmışlar şimdiye dek hep küçülmüşlerdir.”

v Müslim’in (2841) rivayet lafzı şöyledir:

“Allah-u Azze ve Celle, Âdem’i boyu altmış zira’ olarak kendi sûretinde yarattı. Onu yarattığı vakit:

“Git, orada Me­leklerden oluşup oturmakta olan topluluğa selam ver ve on­ların selamını da işit. Çünkü bu senin ve zürriyetinin selamı olacak” diye buyurdu. Âdem (a.s) gitti ve:

“Esselâmü aleyküm” dedi. Melekler de:

“Esselâmü aleyküm ve rahmetullah” dediler ve “Ve rahmetullah” kelimesini ekledi­ler. Cennete girecek her kimse Âdem’in sûreti üzere altmış zira’ boyunda olarak girer. Yaratılmışlar şimdiye kadar hep küçülmüşlerdir.”

 

***


 

[1] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Buhârî'ye aittir (3326).

Önemli Bir Açıklama:

 

Yüce Allah’ın (c.c.): “Allah Âdemi kendi sûretinde yarattı” ile ilgili kavli hakkında ilim adamları şöyle derler: “Hadiste geçen “kendi sûretinde” lafzındaki zamir Âdem (a.s)’a git­mektedir. Dolayısıyla manası: “Âdem’in sûretinde yarattı” olur. Öyleyse maksadı şöyledir: “Âdem (a.s.) ilk yaratıldığı za­manki sûreti, yeryüzüne gönderilmesi sırasındaki ve vefatı üzere olduğu sûretidir. (Geçtiği gibi) altmış arşın boyunda olduğudur. Kendi zürriyetine ise (dünyada) bu uzun boylu­luğu söz konusu değildir. Cennetteki şekli de dünyadaki şek­linin aynısı olup değişmemektedir. Allah en iyisini bilir.

 

***

Âdem (a.s.) in Yaratılışı ve Allah-u Teâlâ’nın, Âdemi İçi Boş ve Kendisine Sahip Olamayan Kimse Olarak Yaratması

 

63) Enes (r.a.)’dan rivayetle, Resûlullah (s.a.s.) şöyle bu­yurdu:

“Allahu Teâlâ, cennette Âdem’e şekil verdiği zaman, Âdemi Allah’ın dilediği vakte kadar kendi başına bırakır. Bunu fırsat bilen İblis etrafında dolaşır ve kendisine bakar. Âdem’i görünce, Âdem’in içinin boş olduğunu görür ve Âdem’in bir şeye sahip olmadan yaratılmış olduğunu anlar.”[1]

Hadiste geçen “bir şeye sahip olmaması” kavlinden mak­sat; Âdem’in nefsine malik olmadığına ve şehvetlere kendi­sinin haps olduğuna yorumlanmıştır. Kimileri de: kendisine gelecek olan vesveselerden kendisini koruyamayacağını, kimi­leri de; öfkelenmekten kendisini alamayacağını söylemişlerdir. Hadisteki maksat ise Âdemoğlu cinsidir. Allah en iyisini bili­cidir.

 

***


 

[1] Müslim (2611)

Âdem (a.s.)’in Kıyamet Günü, Hatasını Hatırlaması ve Bundan Ötürü Üzüntü Duyması

 

64) Katade’den gelen rivayetle, onun da Enes (r.a.)’dan yaptığı rivayete göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allahu Teâlâ kıyamet gününde insanları bir araya top­lar. Onlar:

“Ey Rabbimiz! Senin katında birisini şefaatçi edine­lim de, Rabbimiz bizleri bu yerimizde rahata kavuştursun” derler. Âdem (a.s.)’a gelirler:

“Sen, Allahu Teâlâ’nın kendi eliyle yaratmış olduğusun, Allahu Teâlâ kendi ruhundan sana üfledi ve sana secde etmeleri için de Meleklere emir bu­yurdu. Rabbimiz katında bize şefaatçi ol” derler. Âdem (a.s.):

“Ben sizin istediğiniz konumda değilim” der ve işlemiş olduğu ha­tayı hatırlatır. Onlara:

“Siz Nuh’a gidin” der. Nuh (a.s.) da:

“Ben sizin istediğiniz mevkide değilim” der ve işlediği hatayı hatırlatır ve:

“Siz Allah’ın kendisini halil (yakın dost) edindiği İbrahim’e gidin” der. Ona giderler, o da:

“Ben sizin istediğiniz konumda değilim” der, işlediği hatayı hatırlatır ve:

“Siz İsa’ya gidin” der. Ona giderler. O da:

“Ben sizin istediğiniz mevkide değilim” der ve (devamla):

“Siz Yüce Allah’ın önceki ve son­raki tüm günahlarını bağışlamış olduğu Muhammed’e gidin” der. Bana gelirler. Ben de, Rabbime nida edip yalvarmak için izin isterim. O’nu gördüğümde secde yaparım. Allah Azze ve Celle beni dilediği kadar belli bir vakte dek o hâl üzere bırakır. Sonra:

“Başını kaldır, istediğin verilecektir, söyle söyle­diğin dinlenecektir, şefaatte bulun şefaatin makbul ola­caktır.” denilir.

Ben de bunun üzerine başımı kaldırırım, Rabbimin bana öğrettiği gibi hamd ederim sonra da şefaatte bulunurum. Rabbim Bana kimler için şefaatçi olacağımı bildirir. Sonra haklarında şefaatte bulunduklarımı cehennemden çıkarırım (Allah’ın izniyle) ve Cennete koyarım. Sonra yine Rabbimin huzuruna varırım ve yine aynı şekilde secdede bulunurum. Üçüncü, dördüncü kez böyle tekrar tekrar bu devam eder. Öyle ki Kur’ân’ın tuttukları haricinde cehennemde hiç kimse kalmaz.”

Râvî Katade bu sonuncu hakkında yani “Kur’ân’ın tu­tukları” hakkında, bunlar, kendi haklarında ebedi cehen­nemde kalmaları kesinkes belli olanlardır.” derdi.[1]

v Müslim’de (193) gelen başka bir rivayet lafzı da, Ebû Kâmil Fudayl bin Hüseyin El-Cühderi ve Muhammed bin Ubeyd el-Ğaberî’dendir. Hadisin lafzı Ebû Kamil’e aittir. Her ikisi de: “Bizlerin Ebû Avâne'den, onun da Katâde'den, onun da Enes bin Malik’ten (r.a.) rivayet ettikleri hadiste, Resûlullah’ın (s.a.s.) şöyle buyurduğunu söylemişlerdir” dediler (ve devamla):

“Allahu Teâlâ kıyamet gününde insanları toplar ve bu insanlar ihtimam gösterirler (Râvî İbn Ubeyd der ki: “İnsanlar bu olay karşısında dehşete girerler.”) ve:

“Ey Rabbimiz! Senin katında birisini şefaatçi edinelim de, Rabbimiz bizi bu yerimizden rahata kavuştursun” derler. Di­rekt Âdem (a.s)’a gelirler: “Sen Âdem (a.s)’sin, mahlukatın Babasısın. Allah (c.c.) seni kendi eliyle yarattı ve ruhundan sana üfledi, meleklere de emir buyurdu. Sana secde ettiler. Rabbin katında bizlere şefaatçi ol ki bizi buradan rahat bir yere kavuştursun” derler. Âdem:

“Ben sizin istediğiniz konuda değilim” der ve işlediği hatasını hatırlatır. Bu hatasından do­layı Rabbinden utanır ve:

“Ama Nuh’a gidin Allah’ın gönder­diği ilk resûle gidin” der. Onlar da Nuh’a gelirler. O da:

“Ben istediğiniz konumda birisi değilim” der ve işlediği hatayı ha­tırlatır, bu hatasından dolayı Rabbinden utanır ve:

“Ama, Al­lah’ın (c.c.) kendisini Halil (yakın dost) edindiği İbrahim’e gi­din” der. Onlar da bunun üzerine İbrahim’e gelirler. O da (a.s.):

“Ben istediğiniz mevkide birisi değilim” der ve işlediği hatasını hatırlatır, bu hatasından dolayı da Rabbine karşı utanır ve:

“Ama Allah’ın kendisiyle konuştuğu, kendisine Tev­rat verdiği Musa’ya gidin” der. Onlar da Musa’ya (a.s) gelirler ve o da:

“Ben sizin istediğiniz mevkide birisi değilim” der ve işlediği hatasını hatırlatır ve bundan dolayı Rabbine karşı utanır ve:

“Ama Allah’ın ruhu ve kelimesi olan İsa’ya gidin” der. O da:

“Ben sizin istediğiniz konumda birisi değilim” der (ve devamla):

“Ama gelmiş ve geçmiş günahları bağışlanmış olan Muhammed’e (s.a.s.) gidin” der. (Resûlullah (s.a.s.) der ki):

“Bana gelirler. Ben de: Rabbime münacatta bulunmak için izin isterim. Onu gördüğümde secde yaparım. Allahu Teâlâ beni dilediği kadar o hâl üzere bırakır. Sonra:

“Başını kaldır! Söyle, söylediklerin dinlenecek, istediğin verilecek, şefaatçi ol şefaatin kabul edilecek” diye buyurur. Ben de başımı kaldırı­rım. Allah’ın bana öğrettiği gibi Allah’ı hamd ederim. Sonra şefaatçi olurum ve Rabbim kimler hakkında şefaat edeceğimi bildirir. Sonra da haklarında şefaatte bulunduklarımı (Allah’ın izniyle) ateşten çıkarırım ve cennete sokarım.”

(Râvî) der ki: “Üçüncüsünde mi yoksa dördüncüsünde miydi hatırlamıyorum şöyle buyurur:

“Ey Rabbim! Öyle ki Kur’ân’ın tuttukları hariç cehennemde kimse kalmadı.” Yani cehenneme girmeleri ebedi hükme bağlananlar.”

İbn Ubeyd’den gelen rivayette ise, “Yani cehenneme girmeleri ebedi hükme bağlananlar” lafzını Katâde belirtmiş­tir” der.

 

***


 

[1] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Buhârî'ye (6565) aittir. Geniş olarak ileride şefaat hadisinde (inşallah) gelecektir.

Kıyamet Günü Âdem (A.S)’in Cehenneme Gidecek Olanları Ayırmak İçin Allah Teâlâ’nın Emrine İcâ­bet Etmesi

 

65) Ebû Said El-Hudri’den (r.a.) rivayetle Resûlullah (s.a.s.) şöyle dedi:

“Allah-u Azze ve Celle:

“Ey Âdem” diye bu­yurur. Âdem de:

“Buyur Rabbim emrine amadeyim, hayır senin iki elinde” der. Allahu Teâlâ:

“Ateşe gidecek kısmı çı­kart” diye buyurunca Âdem:

“Ateşe gidecek kısım nedir?” diye sorar. Allah-u Azze ve Celle:

“Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişi” der. Allahu Teâlâ da (devamla) şöyle bu­yurur:

“O esnada çocuğun saçı başı ağarır: “Ve hamile olan da yükünü bırakır, insanları da sarhoş görürsün, halbuki onlar gerçekte sarhoş değillerdir. Ama Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Hac: 22/2).

Bu durum orada bulunanlara çok ağır geldi:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bizden birimiz ya o bir adam olursa” derler. Resûlullah (s.a.s.) de:

“Müjdeler olsun! Ye’cüc ve Me’cüc’ten olanlar bin kişi nispetinde olacak. Sizden de (cehennemde) bir kişi nispetinde olacak” diye buyurdu. Sonra da şöyle bu­yurdu:

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki! Ben sizle­rin, cennet ehlinin dörtte birini oluşturacağınızı umarım” diye buyurunca biz de Allah’a hamd ettik ve tekbir getirdik. (Râvî der ki bir rivayette ise):

“Sonra Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Nefsim elinde olana yemin olsun ki; Ben sizlerin, cennet ehlinin üçte birini oluşturacağınızı umarım.” Başka bir rivayette ise:

“Ben sizle­rin Cennet ehlinin yarısı kadarını oluşturacağını umarım. Ni­tekim sizlerin diğer ümmetlere kıyasla durumunuz, siyah bir öküzün yan tarafındaki beyaz tüy gibisiniz ya da bir eşeğin yanındaki ufak bir alacalık gibisiniz” diye buyurdu.[1]

Hadiste geçen “er-Rakme” den maksat Arap dili gramer­cilerine göre, hayvanın bacaklarının dip kısımlarındaki beyaz ize denilmektedir. Bazıları da bunun bacaklarındaki dairesel (lekesin) olduğunu söylemişlerdir. Allah en iyisini bilendir.

v Buhârî’nin (3348) rivayet ettiği lafız şöyledir:

“Allahu Teâlâ: “Ey Âdem” diye buyurur. Âdem de:

“Buyur Rabbim, emrine amâdeyim, hayır iki elindedir” der. Allahu Teâlâ da:

“Cehennem ateşine gidecek kısmı ateşten (ayırt edip) çıkart” diye buyurur. Âdem de:

“Ateşe gidecek kısım nedir?” der. Allahu Teâlâ:

“Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişi” diye buyurur ve (devamla): “O esnada çocuğun saçı başı ağarır ve: “Her hamile kalan da yükünü bırakır, insanları sar­hoş görürsün, halbuki onlar sarhoş değildirler. Ama Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Hac: 22/2) diye buyurur. Sahabeler:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bizden birimiz ya o (ateşteki) adam olsa?” diye sorarlar. Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Müjdeler olsun! Cehennemde sizlerden, bir kişi nispetince (az) olacak, Ye’cüc ve Me'cüc’ten ise bin kişi nispeti kadar (çok) olacak.” Sonra şöyle buyurdu: “Nefsim elinde olana yemin olsun ki, Ben, sizlerin Cennet ehlinin dörtte birini oluşturacağınızı umuyorum.” Bu cevabı üzerine bizler de Allah’a tekbir getirdik.

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ben, sizlerin Cennet eh­linin üçte birini oluşturacağınızı umuyorum.” Bunun üzerine bizler Allah’a tekbir getirdik. Resûlullah (s.a.s.):

“Ben sizin cen­net ehlinin yarısını oluşturacağınızı umuyorum” diye buyu­runca bizler de Allah’a tekbirler getirdik. Devamla şöyle bu­yurdu:

“Nitekim sizlerin diğer insanlara kıyasla durumunuz. Beyaz bir öküzün üzerindeki siyah bir tüy gibisiniz ya da si­yah bir öküz üzerindeki beyaz bir tüy gibisiniz.”

v Yine Buhârî’de (4741) gelen bir lafız şöyledir:

“Allah-u Azze ve Celle kıyamet gününde:

“Ey Âdem” diye buyurur. Âdem de:

“Emret Rabbim, em­rine amadeyim” der. Yüce Allah seslice:

“Allah sana zürriye­tinden cehenneme girecek olan kısmını çıkarmanı emreder” diye nida eder. Âdem de:

“Cehenneme gidecek kısım nedir?” diye sorar.

Allahu Teâlâ: “Her bin kişiden – Râvî burada tereddüt ederek: “Zannımca: Dokuz yüz doksan dokuz kişi diye söy­ledi, diyor.- O sıra, hamile olan karnındakini bırakır, çocuğun saçı başı ağarır. “İnsanları sarhoş görürsün, gerçekte ise sar­hoş değillerdir. Ama Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Hac: 22/2) diye buyurur.” Bu husus sahabelere ağır gelir ta ki yüzlerinin şekli şemaili değişti. Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Ye'cüc ve Me’cüc’ten olanlar dokuz yüz doksan dokuz kişi nispetince olacak. Sizler ise bir kişi nispetince olacaksınız.

Ve sonra sizler beyaz bir öküzün yan tarafında bulunan tek bir siyah kıl gibisiniz ya da siyah bir öküzün yanındaki beyaz kıl gibisiniz.

“Ben sizin Cennet ehlinin dörtte birlik bölümünü oluştu­racağınızı umarım” diye buyurur. Biz de bundan dolayı tekbir getirdik.

Sonra “Cennet ehlinin üçte biri oluşturacağınızı umarım”, deyince tekbir getirdik. Sonra da cennet ehlinin yarısı de­yince tekbir getirdik.”

v Buhârî’de yine (6503) gelen bir hadis lafzı şöyledir:

“Allahu Teâlâ:

“Ey Âdem” diye buyurur. Âdem de bunun üze­rine:

“Buyur Rabbim, Emrindeyim, hayır iki elindedir” der. Allahu Teâlâ da:

“Cehennem ateşine girecek bir kısmı ora­dan çıkar” diye buyurur. Âdem

“Cehennem ateşine girecek bir kısım nedir?” diye sorar. Allah-u Azze ve Celle de:

“Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişiyi” diye buyurur. Bu esnada çocuğun saçı ağarır, her hamile olan da yavrusunu bırakır (doğurur) ve “insanları (ölüm) sarhoşluğunda görür­sün halbuki onlar sarhoş değildirler. Ama Allah’ın azabı şid­detlidir.” (Hac: 22/2)

Bu durum Sahabeye çok ağır gelir. Onlar:

“Ya Resûlallah! Bizden birimiz ya o (ateşteki) adam olsa?” diye sorarlar. Rasûlullah (s.a.s.) da:

“Müjdeler olsun! Ye'cüc ve Me’cüc’ten bin kişi, sizlerden de bir kişi nispetinde olacak. Nefsim elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki, Ben sizin cen­net ehlinin üçte biri nispetinde olacağınızı umuyorum.” diye buyurunca (Sahabeler):

“Biz de Allah’a hamd ettik ve tekbir getirdik.” dediler. Resûlullah (s.a.s.) sonra şöyle buyurdu:

“Nef­sim elinde olana yemin olsun ki, Ben sizin cennet ehlinin ya­rısı kadar olacağınızı umuyorum. Şüphesiz sizlerin diğer top­luluklara kıyasla durumunuz siyah bir öküzün üzerindeki be­yaz tüy gibidir. Ya da eşeğin bacaklarının yanındaki beyaz iz gibidir.”

v Buhârî’de (7483) kısaltılmış bir lafız olarak şöyle gelmiş­tir:

“Allahu Teâlâ:

“Ey Âdem” diye buyurur. Âdem de:

“Em­ret Rabbim, emrindeyim” der. Allah-u Azze ve Celle de ses­lice:

“Muhakkak ki Allah sana, cehennemde senin zürriyetinden bulunan bir kısmı cehennemden çıkartmanı emrediyor” diye nida eder.”

 

***

 

65) Ebû Hüreyre (r.a.)’dan gelen rivayette Nebî (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kıyamet gününde ilk çağrılacak kişi Âdem’dir. ona zürriyeti gösterilir ve:

“Bu sizin babanız Âdem’dir” denilir. O da:

“Emret Rabbim, emrindeyim” der. Allahu Teâlâ:

“Ce­henneme gidecek olan zürriyetinden olan bir kısmını ateşten çıkart” denilir. Âdem de:

“Ey Rabbim! Kaç kişiyi çıkartayım?” der. Allahu Teâlâ da:

“Her yüz kişiden doksan dokuzunu çıkart” diye buyurur. Bunun üzerine sahabeler:

“Ey Allah’ın Resûlü! Şayet bizden her yüz kişiden doksan dokuzu alınmaz ise öyleyse bizden kaç kişi kalır ki?” dediler. Resûlullah (s.a.s.) de:

“Benim ümmetimin diğer ümmetlere kıyasla durumu si­yah bir öküzün üzerindeki beyaz tüy gibidir” diye buyurdu.[2]

 

***


 

[1] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Müslim’e aittir (222).

[2] Buhârî (6529).

Âdem (a.s.)’ın, Evlatlarının Kimisinin Cehennemlik Olmasından Dolayı Üzüntüsü

 

66) Enes bin Malik (r.a.)’dan, Ebû Zer (r.a.)’dan şöyle bir hadis rivayet ettiğini bildirmiştir: Resûlullah (s.a.s.) buyurdu ki:

“Ben Mekke’de iken evimin tavanı yarıldı ve oradan Cebrail (a.s.) inip göğsümü yardı ve orasını zemzem suyu ile yıkadı, sonra da içi hikmet ve iman dolu bir altın testi getirdi, testiyi göğsüme döktü, sonra da orayı kapattı. Sonra elimden tutup beni dünya semasına yükseltti. Dünyanın semasına geldiğimiz vakit Cibril (a.s.) semanın kapıcısına:

“Aç” dedi. Bekçi de:

“Kim o?” diye sordu. Cibril (a.s.):

“Cibril” diye cevap verdi. Kapıcı:

“Yanında kimse var mı?” diye sordu. Cibril de:

“Evet, benimle beraber Muhammed (s.a.s.) var” dedi. Kapıcı:

“Ona elçi gönderildi mi?” diye sordu. Cibril de:

“Evet” dedi. Kapıyı açınca dünya semasına girdik. Orada oturmakta olan bir adam gördük, sağında ve solunda bir takım insanlar vardı. Sağ tarafına baktığında gülüyor, sol tarafına baktığında da ağlıyordu. (Yanına gidince):

“Salih Peygamber ve salih evlada merhaba” dedi. Cibril’e:

“Bu kimdir?” diye sordum.

“Bu Âdem (a.s.)dır” Sağ ve sol tarafında olanlar onun evlatla­rının ruhlarıdır. Sağda bulunanlar cennetlikler, sol tarafta bulunanlar da cehennemliklerdir. Bundan ötürü sağ tarafına bakınca güler sol tarafına baktığında da ağlar” dedi.

Bundan sonra da ikinci semaya çıkarıldım. Cibril oradaki kapıcıya:

“Aç” dedi. Bu da ilk söylediğinin aynısını söyledi. Sonra kapıyı açtı.

Râvî olan Enes (r.a.) der ki: “Resûlullah (s.a.s.), semalarda Âdem, İdris, Musa, İsa, İbrahim (a.selam) peygamberlerle karşılaştığını belirtti, ancak konumlarını tespit etmedi. Sadece Âdem (a.s.) ile dünya semasında, İbrahim (a.s.) ile altıncı semada karşılaştığını zikretti.”

Enes (r.a.) devamla şöyle dedi:

“Cebrail (a.s.), Nebî (s.a.s.)’i, İdris (a.s.)’ın yanından geçirdiğinde o:

“Salih Peygambere ve salih olan evlada merhaba” dedi. Resûlullah (s.a.s.) de Cebra­il’e: (a.s.):

“Bu kimdir?” diye sordum. Cibril de:

“Bu İdris’tir” diye cevap verdi. Sonra Musa (a.s.)’ın yanından geçtim. O da:

“Salih kardeşe, salih peygambere merhaba” dedi. Cibril’e:

“Bu kimdir?” diye sordum. Cibril de:

“Bu Musa’dır” dedi. Sonra İsa (a.s.)’ın yanından geçtim. O da:

“Salih kardeşe ve salih olan evlada merhaba” dedi. Cebrail’e:

“Bu kimdir?” diye sordum. O da bu “İsa’dır” dedi. Sonra İbrahim (a.s.)’ın yanın­dan geçtim: O da:

“Salih Peygamber ve salih evlada mer­haba” dedi. Ben de

“Bu kimdir?” diye sordum. Cibril de:

“Bu İbrahim’dir” dedi.

Ravilerden İbn Şihab (r.a.) dedi ki:

“Bana İbn Hazm, İbn Abbas ile Ebû Habbe el-Ensarî’nin daha sonra Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet ettiklerini haber verdi. “Sonra yine yükseltildim, öyle ki, ka­lemlerin gıcırtısını duyar oldum.”

İbn Hazm ve Enes bin Malik (r.a.), Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu söylediler:

“Allahu Teâlâ ümmetime elli vakit namazı farz kıldı. Böylece geri döndüm, Musa’nın (a.s.) yanından geçerken:

“Allah (c.c.) senin ümmetinin üzerine neyi farz kıldı?” diye sordu. Ben de:

“Elli vakit namazı” dedim. Musa (a.s.):

“Rabbine dön, senin ümmetin buna gücü olmaz” dedi. Ben de geri döndüm. Rabbimiz bir cüzünü indirdi. Sonra tekrar Musa (a.s.)’a geldim:

“Rabbim benim için yarısını indirdi” dedim. Musa (a.s.) da:

“Rabbine dön, senin ümmetin buna güç yetiremezler” dedi. Rabbime tekrar gittim, Rabbim:

“Onu beş vakte indirdim, ama bu beş vakit için elli vakit namaz (sevabı) vardır. Benim katımda söz değiştirilmez” diye buyurdu. Sonra tekrar Musa (a.s.)’a geldim. Yine

“Rabbine dön” dedi ve Ben de bunun üzerine:

“Rabbimizden haya et­tim” diye cevap verdim. Sonra Cibril (a.s.) benimle birlikte çıktı, benimle birlikte Sidretü’l-Münteha’ya (en son noktaya) kadar geldi. Orada onu, ne olduğunu bilmediğim renkler kapladı. Sonra cennete alındım, baktım ki içeride inciden boncuk dizileri bulunmakta, toprağı ise misktendir.”[1]

 

***

 


 

[1] Müttefekun aleyh. Buhârî (349), Müslim (163) "Namaz Kitabı" başlığında bu hadis geçmiş idi. Müslim rivayetinde de (inşallah) ileride gelecek.





1839 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın