• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

RİVAYET

RİVAYET

 

Nakletme, anlatma; hadis anlatma, nakletmek ve kendisine nisbet olunana isnad etme anlamında bir usûlü hadis terimi. Rivâyet, sadece sünnetin nakline münhasır değildir. Sünnet dışındaki haberleri, Sahâbe, Tâbiîm ve diğer tabakalardan insanların sözlerini, bunları haber verenlere isnad etmek de rivâyetin kapsamı içerisindedir. Rivâyetle ilgili bu tariften, rivâyetin üç temel unsurunun bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan birincisi, rivâyete konu olan Sünnet veya benzeri olan haber; ikincisi bir haberi kendisine nakledene isnad ile rivâyet eden şahıs (râvi); üçüncüsü de haberi kendisine nakledene isnad ile rivâyet edenden alan şahıs. Rivâyetin her şeyden önce önemli bir gayesi vardır. O da, Hz. Peygamber (s.a.s)'in söz ve fiillerinden ibaret olan sünnetini, yahut daha umûmi manasıyla hadisini asırlar sonra gelecek olan nesillere duyurmaktır. Hz. Peygamber'e ait bilgi ve malumatın duyurulması, neşredilmesi için en emin yol rivâyetin bu üçlü sistemidir. Nitekim Rasul-i Ekrem (s.a.s)'den haberi alan Sahâbî, bunu O'na isnad ile Tabiî'ye rivâyet ettiği gibi; aynı haberi sahâbîden alan tabiî de, onu, kendisine rivâyet eden sahâbî'ye isnâd ile Tabiu't-tabiî'ye rivâyet etmiş; böylece haberin Hz. Peygamber'den asırlarca sonra yaşamış olan kimseye ulaştırılması mümkün olmuştur.[1]

Ashab-ı kirâm, Tâbiün ve bu iki nesli takib eden nesiller, rivâyette çok dikkatli olmaya, metnin kesin şekliyle tespitine ve iyi bir araştırmaya büyük önem vermişlerdir. Çünkü rivâyet olunan haber veya hadîs, güvenilir bir nakil yolu ile gelmişse, itibar edilir; böyle bir yolla naklonulmamışsa o rivâyetin bir değeri olmaz. Rivâyetin sıhhati, bu üçlü unsurun sıhhatine bağlıdır. Üçlü unsurun sıhhati ise, rivâyet edilen haberde herhangi bir değişiklik yapılmaması ve rivâyet eden şahsın da haberi, kaynağının isnadının sahih olması ile gerçekleşir.

Diğer kültürlerden farklı olarak, İslâm kültürüne ve İslâm hadîsine hâs olan bu rivâyet usulünün kaideleri Kur'ân-ı Kerimde açıklanmıştır. Kur'ân-ı Kerimde anlatılan rivâyet usül ve kâideleri şöyledir:

l. Yalanın kesin olarak haram kılınması

Bu esas, ilmî emanete, ilmî güvenilirliğe riayeti farz kılıyor. Buna, ilmî konularda hıyânetin haram ve çirkin oluşu prensibi demek mümkündür. Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde yalan konuşmak, yalanı malzeme yapmak şiddetle yasaklanmıştır. Yalanın haram oluşu son derece belîğ bir uslubla açıklanmış; hatta yalan, müslüman olmayanların vasfı olarak gösterilmiştir. Müslüman asla yalan söylemez, yalancı olmaz, yalan rivâyete önem vermez. Zira "Yalanı ancak Allah'ın âyetlerine iman etmeyenler uydururlar" (en-Nahl: 16/105). Bir başka ayette şöyle açıklanıyor: "De ki Rabbim sadec'e, açık ve gizli fenâlıkları, günahları, haksız yere tecâvüzü, hakkında hiç bir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmanızı, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılınıştır" (el-A'râf: 7/33). Yalanın haram kılındığını gösteren daha pek çok âyet bulunmaktadır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: "Her kim bana kasıtlı olarak yalan uydurursa Cehennem'deki yerine hazırlansın".

2. Fasık olanın getirdiği haberi reddetmek

Bu esas, şu ayet-i kerîme'de bildirilmiştir: "Ey iman edenler, size eğer bir fâsık bir haber getirirse onu araştırınız" (el-Hucurat: 49/6). Bu âyete göre fâsık birisinin getirdiği haberin iç yüzünün araştırılması ve kabul edilmemesi gerekmektedir. Bir başka kaynaktan bu fâsığın verdiği haber doğru çıkarsa o takdirde güven ve itimad bu ikinci yoldan gelen habere göre olmalıdır. Çünkü fâsık, Allah'a itaat etmekten çıkmıştır ve isyan halindedir. Fâsık yalancıdır.

3. Ravinin haberini kabul etmek için adâleti şart koşmak

Bu esas da ihtilafsız, İslâm'ın koyduğu bir kâidedir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:

"İçinizden iki âdil şâhit getirin, şahitliği Allah için yapın" (et-Talak: 65/2);

"Adamlarınızdan iki şâhit tutun, eğer iki erkek bulunmazsa, şâhidlerden râzı olduğunuz bir erkek iki kadın olabilir" (el-Bakara: 2/282)

Bu âyetler her ne kadar görünen, yani dış (zâhir) anlamlarıyla mallar konusunda şehâdet meselesiyle ilgili olsa da; evleviyet tarikiyle bunu hadisin râvisi hakkında da şart koşmaktadır. Çünkü ravi yaptığı rivâyetlerde Allah'a ve Allah'ın Rasûlüne karşı şehâdette bulunmaktadır. İmam Tirmizı bu hususta şöyle demiştir: "Çünkü dinde şehâdet haklar ve mallarda aranan şehâdetten daha fazla üzerinde durulması ve araştırılması gereken bir konudur."[2]

4. Her meselede tesebbüt etmek, araştırmak

Rivâyet konusundaki bu mühim esas da şu ayetle bildirilmiştir: "Bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur." (el-İsra: 17/36). Bu ayet, bir müslümanın, sahih olup olmadığını kesin bilmediği hususların ardına düşmemesini emrediyor. Bu esas prensip, nakle dayalı ilmin sahih olmasından emin olmayı gerektiriyor. Zira nakle dayalı ilimlerde sahih olup olmadığı araştırıldıktan sonra ancak kabul söz konusu olabilir. Nakledilen bu bilgi, nassın aslına uygun mudur; değil midir? Bunun iyice bilinmesi gerekmektedir.

5. Yalan haberi nakletmenin haramlığı

Bu esas, bize, rivâyet konusunda gerekli olan ihtiyât ölçüsünü göstermektedir. "Bilmediğin bir şeyin ardına düşme" (el-İsra: 17/36) mealindeki âyet bunu göstermektedir. Sahabeden bir çoğu tarafından rivâyet edilmiş olan şu meşhur hadis de aynı esası bildiriyor: "Kim yalan olduğu zannedilen bir sözü benden (olmak üzere) rivâyet ederse kendisi de yalancılardan biridir."[3]

Bu âyet ve hadisler rivâyet sorumluluğunu önemle vurguluyor. Bu konuda gerekli olan ikazları yapıyor. Herhangi bir hadisi duyan kişinin önce bir durup düşünmesi; hadisin sahih olduğu anlaşıldıktan sonra da rivâyet etmesi ve bu rivâyet işinde ihtiyatlı davranmayı elden bırakmaması gerekmektedir. Genel olarak bu esas, uydurma/düzmece bir haber olduğundan korkulan her hadis ve haberi nakletmeyi haram kılıyor.

Ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler tarafından esasları ve ölçüsü tesbit edilmiş olan rivâyet meselesi, zarurî bir şeydir. Çünkü ne ilimlerden herhangi bir ilimde, ne de dünyevî işlerden birinde rivâyet ve nakilden müstağni kalınabilir. Çünkü her insan için bütün hâdiselerin vukuu esnasında olay yerinde bulunabilme imkân dahilinde değildir. O zaman, olaylardan uzak olanların bu olaylarla ilgili bilgileri temin etmeleri ancak sözlü veya yazılı rivâyet yolu ile mümkün olabilir. Aynı şekilde, bu olaylardan sonra dünyaya gelenler de ancak bunları kendilerinden öncekiler tarafından rivâyet edilmesi yoluyla bilebilirler. Misal olarak zikretmek gerekirse; geçmiş ve yaşamakta olan milletlerin tarihi, mezhepler, dinler, felsefecilerin görüşleri, bilginlerin tecrübeleri ve ulaşmış oldukları sonuçlar, hepsi bize nakil ve rivâyet yoluyla ulaşmıştır. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini ve haberlerini öğrenebilmek için de rivâyetten başka bir yol bulunmamaktadır. Ancak bu rivâyet işinin sağlam ve sıhhatli olabilmesi gereklidir.

Hz. Peygamber, hadislerinin sahabîler tarafından ezberlenip, zihinlerde korunmasına emir ve işâret buyurmuş ve "Ben size bir hadis söylediğim zaman onu ezberleyip muhafaza ediniz" demişti.[4] Abdullah b. Mes'ud'un rivâyet ettiğine göre, Rasul-i Ekrem (s.a.s), hadislerini işitip de olduğu gibi başkalarına tebliğ edenlerin Allah yüzlerini ağartması için dua etmiştir.[5]

Sahâbe hadîs lafızlarının Hz. Peygamber'den duyulduğu şekilde rivâyet ve tebliğine itinâ göstermiş ve hadisleri değişik lafızlarla ifade edenlere karşı şiddetli itirazlarda bulunmuştur. Sahâbeden Abdullah b. Ömer (r.a) bilhassa Sahâbe arasında hadisleri Hz. Peygamber'den işitilen lafızlarla zabtedip rivâyet etme konusunda oldukça dikkati çekmiştir. O, Rasûlüllah (s.a.s)'dan bir hadisi işittiği veya onunla ilgili bir olaya şâhid olduğu zaman, ondan ne bir şey eksiltir, ne de ona bir şey eklerdi.[6]

Ashab-ı kiram, hadislerin lafzı lafzına rivâyeti konusunda kendileri titiz davrandıkları gibi, birbirlerine de bunu tavsiye ederler, gerektiğinde birbirlerinin hatalarını düzeltirlerdi.

Hadislerin rivâyet keyfiyeti konusunda iki tür rivâyet şekli bulunmaktadır. Biri, hadislerin kelimesi kelimesine (lafzen) rivayeti; diğeri de mana ile rivâyetidir. Hadislerin lafzen rivâyeti esas ise de; gerek Sahâbe ve gerekse daha sonraki hadis ravilerinin bir çoğu, hadisleri mana ile rivayet etmişlerdir. Hasan el-Basrî'ye; "Dün rivâyet ettiğin hadisin lafızlarını bu gün değiştiriyorsun" diye itiraz edilince, "Manada isabet etmişsem bunda bir beis yoktur" cevabını vermiştir.[7]

Hadis kaynaklarında, anlatılan olayın aynı olmasına rağmen, bir kıssanın değişik lafızlarla ve bir çok hadisin de kelimesi kelimesine rivâyet edilmiş olduğunu görmekteyiz. Dikkat edilirse, lafzen rivâyet edilen hadislerin çoğu zaman kısa metinli; manen rivâyet edilen hadisler de genellikle uzun metinli hadisler olduğu görülür. Değişik lafızlarla (manen) rivâyet, hadisin bir kaç lafzında ve çoğu kere müterâdif lafızlarda meydana gelmekte; hadisin tüm lafızlarında vuku bulmamaktadır. Bütün bunlar ciddi araştırmalar neticesi sabit olmuş gerçeklerdir. Hadislerin mana ile rivayet edilmesine ayrıca Rasûlüllah (s.a.s) ruhsat vermişlerdir: "Haramı helal, helali haram kılmadıkça, manada isabet ettiğiniz takdirde, mana ile rivâyet etmenizde bir sakınca yoktur."[8] Bu konuda hadîs, fıkıh ve usul alimleri ihtilaf etmişlerdir. Bir kısım âlimler hadislerin mana ile rivâyet edilmesine cevaz verirken, bazıları da bunun caiz olmadığını söylemişlerdir. Mana ile hadislerin rivâyet edilmesine cevaz verenler de bazı şartlar koşmuşlardır. Buna göre ravinin, lafızların mana ve maksatlarını ve bu manaları bozacak halleri iyi bilen birisi olması gerekir. İmam Şafiî bu konuda şöyle demektedir: Sahabenin bazısı Rasûlüllah'ın yanında Kur'an lafızlarında ihtilaf etmişlerdir. Yalnız manada her hangi bir ayrılık yoktu. Allah Rasûlü onlara "İşte böyle; Kur'ân yedi harf üzere indirildi. Ondan kolayınıza geleni okuyun" buyurdular. Allah'ın kitabı hakkında O'nu yedi harfle okuma imkânı olunca, onun dışındaki hadislerin mana ile rivâyetinde her hangi bir mahzûr olmaması gerekir.[9] Nitekim hadislerin manâ ile rivâyet edilmesi de İslâm'a hiç bir zarar getirmemiştir. Bunun aksini iddia etmek, ilmî hakikatlerle bağdaşmaz.[10]


 


[1] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 371.

[2] İbn Receb el-Hanbelî, Şerhu İleli't-Tirmizî.

[3] Müslim, Mukaddime: 1/15.

[4] Zehebî, Siyeri A'lâmi'n-Nubelâ, Mısır 1957. 1/96.

[5] Ebu Davud, İlim: 10; Tirmizî, İlim: 7.

[6] Müsned, 7/297-298.

[7] Hatib el-Bağdadî, el-Kifaye fi İlmi'r-Rivâye, Medine t.y., s. 207.

[8] Hatîb el-Bağdadî, el-Kifâye fi İlmi'r-Rivâye, Medine t.y., s. 199-200.

[9] Şâfiî, er-Risâle, thk: Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut t.y., s. 273-274.

[10] Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/269-271.

1- RİVAYETİN ADABI

 

Rivayet kelime olarak sulamak, taşımak, nakletmek anlamlarına gelir. Rivayet, hadis terimi olarak, hadisin tahammül ve edası, eda siğalarından herhangi biri ile kaynağına isnadı demektir. Buna biz, hadisin öğrenimi ve öğretimi de diyebiliriz. Öğrenimine haml, tahammül ve telakki; öğretimine de nakl, eda ve tebliğ denilir.

Rivayet kelimesi ve diğer kipleri Kur’an-ı Kerim’de geçmemektedirler. Ancak hadislerde değişik kipleriyle bol miktarda yer almaktadır.[1]

Rivayet bir eğitim-öğretim faaliyeti olduğuna göre bunun elbette belli usulleri, adabı, şekilleri ve keyfiyeti olacaktır. Bu bölümde işte bu hususları tetkik etmek istiyoruz.

Hemen belirtelim ki rivayet, özellikle hadis rivayeti bir anlamda arşivciliktir. Vesikaların aslına uygun şekilde her türlü tehlikeden uzak olarak muhafaza edilmesi ve sonraki nesillere aktarılması demektir. Bu anlamda hadisçiler de Muhammed ümmetinin ilmi arşiv uzmanlarıdır.

Öte yandan Sünnet’in, deliller hiyerarşisinde Kitap’tan sonra ikinci kaynak olmakla beraber, birinci kaynağın anlaşılabilmesi bakımından onu te’kid, tefsir ve teşri gibi fevkalade fonksiyonlara sahip bir kaynak olması dikkate alınacak olursa, sünnet malzemesinin rivayetinin önemi kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bu sebeple de pek ince ve sıkı kaide ve adaba ihtiyaç bulunmaktadır.

Adab kelimesi edeb’in çoğulu olarak herhangi bir meslek mensuplarının uyması ve uygulaması gerekli manevi kaide ve ilmi teknikler (metodlar) diye tanımlanabilir. Bilim dalımız açısından adab:

a) Hadis hocası ve öğrencisinin uyması gereken manevi kaideler.

b) Hadis eğitim ve öğretiminde uygulanması gerekli teknikler olmak üzere iki temel konuyu ifade etmektedir.

Binici kısımda bahis mevzuu olacak manevi kaideler de iki kısma ayrılır.

a) Muhaddis ve talibin müştereken uyması gereken prensipler.

b) Muhaddis ve talibin ayrı ayrı uyması gereken kaideler.

Klasik hadis usulü kitaplarımızda bu konu adabu’l-muhaddis ve adabu talibi’l-hadis başlıkları altında işlenmektedir.

Konuya ait en hacimli ve değerli müstakil eseri yazmış olan el-Hatib el-Bağdadi (463/1071) kitabına ‘el-Cami’ li ahlaki’r-ravi ve adabı’s-sami’ adını vermiş; hoca (ravi) için ahlak; talebe (sami’) için de adab kelimesini kullanmak suretiyle hocaya ahlak, talebeye de adab’ın birinci derecede lazım olduğu fikrini vurgulamış olmaktadır.[2] 


 


[1] Bk. Concordance: 2/320-322.

[2] Tanıtımı için bk. İsmail Lütfi Çakan el-Cami’ li ahlaki’r-ravi ve adabı’s-sami, Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi sayı 4, s. 433-437, İstanbul 1986; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 47-48.

A- Tâlibin (Hadis Öğrencisinin) Âdâbı:

 

İslâm uleması hadîs talebesinin şu âdâba uymasını şart koşmuştur:

1) İyi Niyet (İhlas):

 

Niyette ihlâs sahibi olmalı ve hadîs tahsilini sırf Allah rızası için yapmalıdır. Dünyevî bir maksada kesinlikle yer vermemelidir. [1] İyi niyet veya daha doğru deyimle ihlas, hadis öğrencisinin ilk görevidir. Hadisle meşguliyetten beklediği başka değil, sadece Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Hz. Peygamber “Sözümü belleyip tebliğ edenlerin Allah yüzlerini ağartsin!” buyurmuştur. Süfyan es-Sevri de “Allah’ın hoşnudluğunu dileyen kimseler için hadis öğrenmekten daha üstün herhangi bir amel bilmiyorum.” demiştir.

Hadis öğrencisi, öğrendiklerini dünyevi herhangi bir amaca alet etmekten kaçınmalıdır. Hz. Peygamber “Kendisiyle Allah’ın rızasının aranması gereken bir ilmi, dünyevi bir maksatla öğrenen, Cennetin kokusunu bile alamaz!” buyurmuştur.[2] 

Hadis öğrencisi, Allah’dan kolaylık, tevfik, doğruluk ve güzel ahlak istemelidir. Ebu Asım en-Nebil “Hadis öğrenmek isteyen, dini işlerin en yücesine talib olmuş demektir; kendisinin de insanların en üstünü olması gerekir.” demiştir. [3]

2) Hadisi Ehlinden Almaya Çalışmak:

 

Hadis öğrencisine, bütün gayret ve imkanlarını seferber ederek bu ilmi, ilim, amel ve takva ile meşhur hocalardan almaya çalışması yaraşır. Böylesi, kendi çevresinde yoksa, geçmişte ulemanın yaptığı gibi uzun ve yorucu yolculukları göze almalıdır. [1]

Hadis öğrecisi isnâd-ı âlî aramalıdır. Bölgesindeki âli isnâdı bitirince uzak diyarlara bu maksatla seyahat etmelidir. [2]


 


[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 49.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/514.

3) Öğrendiğiyle Amel Etmek:

 

Kur’an-ı Kerim, bildiğiyle amel etmeyenleri “kitap taşıyan eşeklere” benzetmiştir.

İmam Şafii’nin hocası Veki’ b. El-Cerrah da “hadisi öğrenmek stiyorsan, onunla amel et!” demiştir.

Abdullah b. Mesud, ileri gelen sahabilerin on ayet ezberleyince, amel etmesini ve manalarını öğrenmedikçe, başka ayetlere geçmediklerini haber vermektedir.[1] Bir başka alim de “zekat oranı kırkta birdir. İki yüz hadis öğrenen bu öğrendiklerinin zekatını vermiş olmak için beş tanesiyle amel etmelidir.” der. [2]

Hadîslerde vârid olan fazîletli amelleri imkân nisbetinde işlemelidir. Hatta Bişr İbnu'l Hâris el-Hâfi: "Ey hadîs ashâbı, hadîsin zekâtını ödeyin, hiç olsun her ikiyüz hadîsten beşiyle mutlaka amel edin" demiştir. Vekî de: "Hadîsi hıfzetmek istersen, onunla amel et" der. [3]


 


[1] Bk. Taberi, Camiu’l-Beyan: 1/80.

[2] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 49-50.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/514.

4) Hocaya Saygı Göstermek:

 

Hadis öğrencisinin, hocasına ve hocalarına, hadise olan hadise olan saygı ve edebinden gelen bir hisle saygı ve tazim göstermesi gerekir. Onu ne utanma ne de büyüklenme, ilmi öğrenmekten ve bilmediğini usulünce sormaktan alıkoymamalıdır. Mücahid “utangaç ya da kibirli olan ilim öğrenemez!” der. [1]

Tâlib, dinleme işini uzatıp, şeyhin azarlamasına meydan vermemelidir. Zührî: "Meclis uzarsa şeytan da nasiplenir" demiştir. [2]


 


[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 50.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/514.

5) Arkadaşlarına Yardımcı Olmak:

 

Öğrendiklerini gizlemeyip, diğer talebelerin de istifâdesini sağlamalıdır. [1]

Hadis öğrencisinin hadis öğrenmekten ilk elde ettiği meziyet, arkadaşlarına faydalı olma niteliğidir. Çünkü müzakere hadis öğreniminin temelidir. Kim, bildiğini sadece kendisine saklamak ve böylece ötekilerden üstün olmak isterse, o bildiğinden istifade edemez. Malik b. Enes (r.a.) “Hadisin bereketinden istifade etmek için hadis öğrencilerinin birbirlerine yardım etmesi gerekir.” demiştir. [2] 


 


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/514.

[2] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 50.

6) Tedrici Bir Metodla Çalışmak:

 

Tedrici (yavaş yavaş belli ve makul bir sıra ile) öğrenim, önemli ve fakat birçoklarının hoşlanmadıkları, bıkkınlık gösterdikleri bir tarzdır. Halbuki ilimde asıl olan sıra ile ve planlı bir şekilde öğrenmektir.

Hadis kitaplarının hepsini bir anda okuma imkanı olmadığına göre onları belli bir sıraya koyduktan sonra teker teker okumak zarureti ortadadır. [1]


 


[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 50.

7) Hadis Usulüne Önem Vermek:

 

Hiçbir hadis usulü öğrencisi hadis usulü ilminden müstağni kalamaz. Öğrendiği hadislerden ancak iyi bir usul bilgisi sayesinde yararlanabilir. Bunun için de muteber ve meşhur usul kitaplarından istifade etmek gerekmektedir. Önce usul konularını ana diliyle yazılmış bir veya birkaç usul kitabından okuduktan sonra “kaynaklar kısmında” tanıttığımız usul kitaplarını mütalaa etmek gerekir.

Yeterli bir hadis tarihi ve hadis literatürü bilgisi ile usul bilgileri takviye edilmelidir. [1]


 


[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 50-51.

8) Kendisinden Aşağı Olandan Hadis Almak:

  

Rivâyet ve dirâyette kendisinden dûn (aşağı) olandan da hadîs almalıdır. Vekî: "Kişi fevkindekinden, emsâlinden ve mâdûnundan hadîs yazmadıkça asâlete eremez" der. [1]


 


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/514.

9) Hadisleri Kavramaya Çalışmak:

 

Hadîs talebesi sadece ezberlemekle veya yazmakla kalmamalı, anlamaya, kavramaya da çalışmalıdır. [1]


 


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/514.

10) Hadis Kitaplarına Önem Vermek:

 

Sahîheyn'e gerekli alâkayı göstermeli sonra sünenleri, sonra müsnedleri, ilel kitaplarını, sonra ricâl kitaplarını ve târîh kitaplarını okumalıdır. [1]

 


 


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/514.

11) Hadis Dinleme İşini En Az Temyiz Yaşında Yapmak:

 

Hadîs dinleme işi en az temyîz yaşında olmalıdır. Temyiz'e ermeden yapılan dinleme sahih değildir. Gerçi Şamlılar 30, Kûfeliler 20 ve Basralılar 10 yaşından önce hadîs dinletilmemeli, bu yaşa kadar Kur'an vs. öğrenmeli demiş, bu yolda tatbîkatta bulunmuşlardır. Ancak Ashab'tan birçoğu Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'i küçükken gördükleri halde, yaptıkları rivâyetler, başta Buhârî, bütün hadîs kitaplarında yer alır. Bu durum, Selefin, temyiz yaşına giren çocukların semâını (hadis dinlemelerini) sahîh addettiğini gösterir. Nitekim Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın torunu Hz. Hasan (radıyallahu anh) Resûlullah'ın vefâtında sekiz yaşlarında idi. Abdullah İbnu-z-Zübeyr, Nu'mân İbnu Beşîr, Ebu't-Tufeyl el-Kınânî, Sâib İbnu Yezîd, Mahmud İbnu'r-Rebî Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı büluğdan önce görmelerine rağmen rivâyetleri muhaddislerce kabûl edilmiştir. Ahmed İbnu Hanbel, işittiğini aklında tutma yaşı prensibini koyar. Buhârî ve Evzâî de hemen hemen bu görüşü benimser. Nitekim Buhârî'de rivâyeti kaydedilen Mahmud İbnu'r-Rebi, Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın vefâtında beş yaşında idi. Diğer taraftan Abdullah İbnu'z-Zübeyr (radiyallahu anh)'in 3-4 yaşındaki müşâhadesi ile ilgili rivâyet hüsn-i kabûl görmüştür.

Şu halde, semâ'ın başlangıcı için rakamla ifâde edilecek kesin bir yaş haddi yoktur.[1]

B- Muhaddisin Âdâbı (Hadis Hocasının Ahlakı):

 

Alimler, hadis ilminin tedrisiyle meşgul olanların bazı âdâba riayet etmesini şart koşmuşlardır.[1] “Hadis hocasının ahlakı” derken, hocanın hadis ilmi ve talebeleri ile ilişkilerini ifade etmek istiyoruz. Burada, konuya ilişkin eser vermiş alimlerin detaylı olarak işledikleri hususları birkaç ana başlık altında özetle sunmak istiyoruz. Hadis okutacak herkesin bilmesi ve uyması gerekli prensipleri şöylece sıralayabiliriz. [2]


 


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/516.

[2] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 51.

1- İyi Niyet ve Üstün Ahlak Sahibi Olmak:

 

Muhaddis herşeyden önce iyi bir ahlâk, temiz bir yaşayış ve sağlam bir niyet sahibi olmalıdır. Sağlam niyet, ilmi Allah rızası için öğrenmek ve öğretmektir. Seleften bazıları: "Biz başka maksadla ilim talebettik, ancak o, Allah için olmaktan başka bir şey kabul etmedi" demiştir. [1]

Hadis okutmaya karar veren hoca, bununla birlikte hasbi olmaya da niyet etmelidir. Çünkü ihlas, her amelin özü ve ruhudur. Bütün peygamberlerin davet ettiği meziyettir, iç olgunluğudur. Hadis hocasının, riyadan, çıkar ve dünyalık kaygısından en uzak kişi olması gerekir. Zira Rasulullah’ın hadislerinden nübüvvet havasını koklamaktadır. Meşgul olduğu ilmin mahiyet ve niteliğine yaraşır bir gönül berraklığı, niyet ve davranış dürüstlüğü herkesten çok ona yakışır. Hem niyeti olmayanın ameli, ihlası olmayanın da ecri olmaz.

Öte yandan İslami ilimler, üstün ahlakı gerektiren şerefi yüksek ilimlerdir. Hadis ilmi ise, bunların ilk sıralarında yer alır. Böyle olunca, hadis hocasının da ahlak ve adab bakımından diğer ilimlerin hocalarından daha üstün olması uygun olur. Bu onların etkilerini de arttıracak önemli bir husustur. Unutulmamalıdır ki, “hadisçiler, hz. Peygamber’in yakınlarıdır. Her ne kadar kendisiyle arkadaşlık etmemişlerse de nefesleriyle sohbettedirler.” O halde bu sohbetlerin, hadis hocasının davranışlarında görülmesi kadar tabii ne olabilir? [2]


 


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/516.

[2] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 51.

2- Haddini Bilmek Ya Da Ehliyete Riayet:

 

Muhaddis, hadîs rivayetini belli bir olgunluk ve yaş hududunda yapmalıdır. İbnu Hallâd elli ile seksen yaş arasını tavsiye eder. Bazıları da 40 yaşından önce rivayetin caiz olmadığını söyler. Kadı İyaz buna itiraz ederek 40 yaşından ve hatta 30 yaşından önce hadis rivâyet eden selef büyüklerinden misal vermiştir. Mâlik İbnu Enes (İmam-ı Mâlik) bunlardan biridir. Halk, kendisini dinlemek üzere, büyük kalabalıklar teşkil etmeye başladığı zaman üstadları henüz hayatta idi. Öte yandan, muhaddisin bu yaşı beklemesi bazı tehlikeleri de beraberinde getirecektir: İlmin ziyâı gibi. Çünkü, kırk elli yaşına ulaşmadan ölenler var. Ömer İbnu Abdilaziz, Saîd İbnu Cübeyr, İbrahim en-Nehâî gibi nice büyük alimler ellisini idrak etmeden vefat etmişlerdir.İbnu Hallâd'ın, ihtilât ârız olur endişesiyle "seksenden sonra rivâyeti kesmelidir" sözüne de itiraz edilmiştir. Zira sahabe ve sonrakilerden çok sayıda selef, ileri yaşlarda hadis rivayetinde bulunmuştur. Enes İbnu Mâlik, Sehl İbnu Sa'd, Abdullah İbnu Ebî Evfa (radıyallahü anhüm) gibi. Hatta yüz yaşını aştığı halde sağlıklı şekilde rivâyet edenler olmuştur: Hasan İbnu Arfe, Ebu'l-Kasım el-Bağavî, Ebu İshâk el-Hüseynî, el-Kadı Ebu't-Tayyib et-Taberî vs. [1]

Hadis hocasının, yaşı ne olursa olsun, ehil olmadıkça hadis okutmaya ve rivayetine kalkışmaması lazımdır. Ruvayet ve hocalık yaşı olarak ileri sürülen 33, 40 ve 50 rakamları ve delillerini bir tarafa bırakarak mes’elenin prensibini, “ilmine ihtiyaç duyulması” olarak tesbit etmek daha uygundur. İlmine ihtiyaç duyulan bir kişinin, yaşı kaç olursa olsun, bundan çekinmesi doğru olmaz.

Unutulmamalıdır ki, “cahil, yaşlı da olsa küçük; alim genç de olsa büyüktür.” [2] 


 


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/516-517.

[2] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 51-52.

3- Kendisinden Daha Ehil Olana Saygı Göstermek:

 

Muhaddisin yaşça, ilimce kendisinden daha muvafık (evlâ) birisi varken rivâyette bulunmaması gerekir. Hatta bazı âlimler, kendi beldesinde bu işe elyak olan varken rivâyeti mekruh addetmiş, bu hususta muhaddise müracaat edenler çıktığı takdirde ehak olana göndermesi gerektiğini belirtmiştir. Ancak İbnu Dakîki'l-Îd gibi bazıları kendisinde değişik rivâyet bulunan kimsenin, tâlibi, isnâd-ı âlî sâhibine göndermemesi gerekeceği kanaatindedir. [1]

Kendisinden yaş veya ilim bakımından daha büyüklerin yanında hocalık yapmaya kalkışmamak da hadis hocasından beklenen bir davranıştır. Hasen b. Ali el-Hallal anlatıyor: Mu’temir b. Süleyman’ın yanındaydık, bize hadis rivayet ediyordu. Abdullah b. El-Mubarek çıkageldi. Mu’temir derhal sustu. “Devam et” diye ısrar edenler oldu. Bunun üzerine: “Biz, büyüklerimizin yanında ağzımızı açmayız.” cevabını verdi.

Yine Rizz b. Hubeyş, Ebu Vail Şakik b. Seleme’den daha yaşlıydı. Beraber bulundukları zaman Ebu Vail asla hadis rivayet etmezdi. Yahya b. Main de “Kendisinden daha layık birinin bulunduğu yerde hadis rivayet etmeye (veya okutmaya) kalkan ahmaktır.” der.

Öte yandan kendisinden daha yetişkin biri varsa, talebeye o hocayı tavsiye etmesi de “ehil kişiye saygı” gereğidir. İbn Şihab diyor ki: Sa’lebe b. Ebi Suayr’ın ders halkasına girdim. Bana:

“Görüyorum ki sen ilmi seviyorsun.” dedi.

“Evet.” dedim.

“O zaman sana Said b. El-Müseyyeb’i tavsiye ederim.” dedi.

Gttim yedi sene hocaya hizmet ettim. Sonra ondan ayrıldım. Urve b. Zübeyr’in meclisine devam ettim, sanki deryaya daldım.”[2]


 


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/517.

[2] El-Cami’: 1/317; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 52.

4- Karıştırma İhtimali Belirince Hadis Rivayetini ve Okutmayı Bırakma:

 

İslam bilginleri, sağlıklı bir eğitim-öğretim açısından “emeklilik yaşını” da tesbite çalışmışlardır. Uzun ömürlü bir hadis hocası için bu yaş 80’dir. Ancak “karıştırma ihtimali belirince” eğitim-öğretimi bırakması genel bir prensip olarak benimsenmiştir. Böyle bir halde illa da 80 yaşına kadar hocalığa devam edeceğim demek olmaz.

Tabiatıyla bu kurallar, günümüzdeki gibi resmi kuralların geçerli olmadığı dönemler içindir. “Resmen emeklilik” olmak ile “fiilen emekli” olmak çok ayrı şeylerdir. Bunun ölçüsü de “karıştırma ihtimalinin belirmesi” olarak tesbit edilmiştir. Böyle bir illet ortaya erken yaşlarda çıkacak olursa, illa da “resmi emeklilik” yaşını beklemek de doğru olmaz. Bu iş, hocanın diyanet ve ilmi kişiliğine, ahlaki olgunluğuna, daha doğrusu sorumluluk duygusuna havale edilmiştir. Doğrusu da budur. [1]


 


[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 53.

5- Hadis’e ve Hadis Meclislerine Ehemmiyet Vermek:

 

Hadis, Hz. Peygamber’in sözüdür. Böyle olunca hadis hocasının hadise son derece saygılı olması gerekir. Bu da hadis okutacağı yere düzgün kılık-kıyafetle ve temiz olarak gitmesi, iyi hazırlanmış olması, ders verme üslubuna ve eğitim-öğretim kurallarına fevkalade dikkat göstermesi gerekir. Muaşeret kurallarına riayet etmesi, üslub ve ifade olarak meramını eksiksiz anlatması ve ciddiyetsizlik anlamına gelecek her türlü davranıştan kaçınması lazımdır.

Hadis hocası vekarıyla da öğretimde bulunmalıdır. İmam Malik’in hadis meclisleri bu açılardan örnek niteliktedir. [1]

Muhaddis, hadis tedrisine geçeceği zaman kılık kıyafetine itina etmeli, bu yönde dinleyenlere tefevvuk etmelidir. Nitekim İmam Mâlik'in, dersten önce abdest -ve hatta boy abdesti- aldığı, en iyi elbiselerini giyip, güzel kokular süründüğü, büyük bir vakar içinde tedriste bulunduğu, gürültü yapanlara bile meydan vermediği rivâyetlerde gelmiştir. [2]


 


[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 53.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/517.

6- Kitap Yazmak Veya Öteki İlmi Faaliyetlerde Bulunmak:

 

Belli bir kıvama ve ehliyet seviyesine eriştikten sonra hadis hocasının, yaşadığı dönem ve yörenin ihtiyaçlarına ve problemlerine cevap teşkil edecek ilmi faaliyetlerde bulunması; fikri, ahlaki ve ilmi açıdan insanlara faydalı olmaya çalışması bir başka önemli görevdir. “Öncekiler, sonrakilere söyleyecek bir şey bırakmamışlardır” diye tenbel bir havaya girmemelidir. Daima yapılacak yeni ilmi faaliyetler vardır. Tabii olarak her yeni faaliyetin kendisinden öncekileri aşan bir yanının bulunması da aranır. Uslup, muhteva ve sistem olarak bir gelişmeyi, bilme veya insanların günlük yaşayışlarına yeni katkılarda bulunması gibi ilmi standartlara uygun ciddi özelliklerin bulunmasına dikkat gösterilmesi yerinde olacaktır.

İyi eserler vermek her alimin en büyük emeli olmalıdır ve bu pek tabiidir.

7- Hadis Tedrisi Esnasında Birtakım Kurallara Uymak

 

Hadis tedrîsi Kur'an'dan bir parçanın tilâvetiyle açılıp hamdele ve salvele ile başlatılmalıdır.

Hadis metinlerini okuyacak kimse (kâri) güzel sesli, telâffuzu düzgün ve açık, ibâresi fasîh (sesin vurgusunu manaya göre tam yapan) olmalı, Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)'ın adı geçtikçe aleyhissalâtü vesselam, ashâbın (radıyallahu anh) adı geçtikçe radıyallahu anh demelidir. [1]


 


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/517.

8- Şeyhine Saygılı Olmak:

 

Muhaddis şeyhini de hayırla senâ ile anmalıdır. Vekî'in, hocası Süfyân-ı Sevrî'yi andıkça: "Emîrü'l-mü'minîn fıl-hadîs" diye övdüğü rivayetlerde gelmiştir. Keza hiç kimseyi, sevmediği bir lakabıyla zikretmemelidir. Ancak bu lâkab, onu diğerlerinden tefrik içinse mahzuru yok: Gunder (vefasız), A'rec (topal), A'meş (görmesi zayıf) gibi. Keza mesleğini zikrederek anması -Hannât gibi- veya annesine nisbet ederek anması -İbnu Uleyye gibi- câizdir, yeter ki bütün bu tesmiyelerde ayıplamak maksadı değil, târif gayesi gütmüş olsun.[1]


 


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/517.

 



577 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın