• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

Hz. Ebûbekr'in Hilafet Dönemi

 Hz. Ebûbekr'in Hilafet Dönemi

 

ResûluHah'm (s.a.v.) vefatım müteakip, mü si umanlar, Beni Sâide sakifesinde toplanıp; Resûlullah'dan sonra onun yerine geçecek, müs-lümanlara lider olup onları yönetecek şahsın kim olabileceğini gö­rüştüler.

Hayli tartışmadan ve çeşitli grupların ortaya attığı görüşlerin müzakeresinden sonra, Besûlullah (s.a.v.)'dan sonra, onun ilk ha­lifesi olmaya eri uygun zâtın; hastalığı sırasında kendi yerine nama­za vekil gösterdiği, onu her an en üst düzeyde tasdik eden ve mağara­da kendine eşlik etme payesine eren Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in olacağın­da söz birliğine vardılar.

Hz. Ali (r.a.)'nin ise, bu toplu görüşe asla muhalefeti yoktu. Bey'-atmdaki gecikme ise-, sadece Hz. Fâtıma (r.a.) ile Hz. Ebû Bekir ara­sında; Hz. Fâtıma'nm Resûlullah'a mirasçı olma isteği açısından baş gösteren tartışmadan ötürü idi[1].

 

Halifelik Dönemindeki Önemli İcraatı

 

Birinci olarak: Üsâme ordusunu donatıp yola çıkarmasıdır. Yâ­ni sorumluluk ve yetki kendisine geçince; Resûlullah (s.a.v.)'m has­talığını öğrenmesi üzerine Medine yakınındaki «Zûhaşeb» mevkiin­de ordugâh kurup beklemekte olan Üsâme ordusuna hareket emri verip (Bizans üzerine) uğurladı... Bunu yaparken de; daha önceden başlamış ve büyük yayılma istidadı göstermiş olan, dinden dönme (irtidad) olayları dolayısıyla bu orduyu göndermemesi tavsiyeleri­ne de; Üsâme (genç olduğundan) 'nin yerine başka bir komutan ta­yini görüşlerine de hiç kulak vermedi.

Ve Sıddık (r.a.) başında Üsâme'nin bulunduğu orduyu yaya yü­rüyerek uğurluyordu. Hattâ, Üsâme atından inip, kendisini bindirmek isteyince;

— Hayır, ne sen ineceksin, ne ben bineceğim[2] diye reddetti. Ve orduya şu öğütlerde bulundu:

— Hiyânet etmeyin, haksızlık etmeyin, aşın gitmeyin, (ölülere kötü muamele) müsle yapmayın; çocukları, kadınları, yaşlıları öl­dürmeyin. Ağaçları kesip ya da ateşe verip (tahrip) etmeyin. Hayvan­ları yiyecek ihtiyacı dışında öldürmeyin... Ve özellikle dedi ki; ma­nastırlarda ibadetle meşgul insanlar göreceksiniz. Onları kendi hal­lerine ve ibadet yerleriyle başbaşa bırakın[3].

Sıddık (r.a.) Üsâme'ye özel olarak da şunu söyledi: îznin olursa, Ömer (r.a.)'i, müslüinanlarm işlerini yürütmemde görüşlerinden ya­rarlanmam için, bana bağışla!.. Üsârne ise; «Emir zatınıza aittir», de­di[4].

Üsâme ordusuyla ilerledi. Onu gören, irtidad etmiş her kabile aslına dönüyor; bu ordunun heybeti gönülleri fethediyordu zira. Yâ­ni, düşünüyorlardı ki, tslâmi otoritenin gücü ohnasa, böyle bir zaman­da, böyle bir ordu tâ Bizans topraklarına gonderilemezdi!..

Bu yüzden kalblerine korku geliyor, tevbekâr oluyorlar.. Üsftme ise, babasının şehid olduğu bölgeye gelip Rum sınırlarına girince; onlarla savaşa tutuşmuş, Allah onu muzaffer kılmıştı. Şerefle dönüp geldiler[5].

İkinci olarak: Mürtedlere (dinden dönenlere) ve zekâtı ödemek istemeyenlere karşı ordular hazırladı. Onbir alaydı hazırlanan. Her birliğin komutanına, bir yön gösterip gönderdi. Kendisi de «Zülkıs­sa- yönüne gidecek birliğin başına geçti. Fakat Hz. Ali (r.a.) ona ıs­rarla, bu işten vazgeçmesi tavsiyesinde bulundu.

Atının geminden tutarak; «Ey Resûlullah'm halifesi, ben sana Resûlullah (s.a.v.)'ın Uhud günü söylediğini tekrar ediyorum: «Kı­lıcını kınına koy, bizi kendinden mahrum etme-. Yâni vallahi, mü si li­manlar seni kaybederse, senden sonra bu makamı dolduracak birini bulamaz. Bunun üzerine Ebû Bekir, yerine birini vekil kılıp, kendisi geriye (Medine'ye) döndü.[6]

Allah müslü m anlara yardım etti ve mürtedlerin kökü kesildi, dibi geldi. İslâm artık yarımadada tamamen oturdu. Bütün kabileler de zekâtlarını vermeye razı oldular.

Üçüncü olarak: Sıddık tr.a.) Hâlid bin Velid'i, Irak üzerine ha­zırlayıp gönderdi. Yanına da, Müsennâ bin Haris Eş-Şeytanl'yi ver­mişti. Bunlar da birçok beldeyi fethedip muzaffer ve ganimet yüklü döndüler.,.

Dördüncü olarak: Bizans üzerine bizzat savaş açmak kararın­daydı. Bu maksatla sahabeyi toplayıp müşaverede bulundu. Hemen hepsi bu görüşü destekliyordu. Sonra Hz. Ali (r.a.)'ye döndü:

— Ebâ Hasan, sen ne dersin? diye sorunca o da; hayırlı bir niy-yettesin, inşâallah muvaffak ve muzaffer olursun dedi. Ebû Bekir tr.a.) buna çok sevindi ve huzurlandı. Ve halkı toplayıp, onlan ci­hada teşvik eden bir nutuk verdi. Valilerine de emirnameler yazıp merkeze çağırdı. Büyük bir kongre oluştu. Kabileler bölük bölük ge­liyorlardı. Komutanlar «Emirler ve Emirler emiri...» gibi vazifeliler tayin etti. Bunları ardı ardına Şam bölgesine şevketti. Ebû Ubeyde bin Cerrâh'ı ise tüm ordulara Başkomutan olarak tâyin etti.

Gönderdiği her askeri birliğe ve başlarına, öğüt ve vasiyyette bulunuyor, Allah'ın düsturuna uymayı, birbirleriyle iyi geçinmeyi, cemaatle namazı ihmal etmemelerini ve tam vaktinde kılmalarım tenbihliyordu. Ve diyordu ki; kim kendi nefsini düzeltir itaatli kılarsa, Allah da halkını düzeltip kendisine itaatli kılar.

Ayrıca, düşman elçileri gelince de onlara kibar davranmaları, ama askeri sırlarını fazla göstermemelerini, öylece yollamalarını öğüt-lüyordu. Müslümanın ne yapacağını bilmesinlerdi... Müslümanlar Rum ülkesine yöneldiler. Yermük bölgesinde toplandılar, Ebû Bekir (r.a.)'e Rum askeri gücünün büyüklüğüne dair haberler uçurdular...

O da. Irak'da bulunan Halid bin Veüd'e yazıp, hemen Suriye'­ye geçmesini emretti. Askerinin yarısını alıp Ebû Ubeyde'ye takviye olarak götürmesini, yansını ise Müsennâ bin Haris emrine bırakma­sını bildirdi. Aynı zamanda Şam ordusuna ulaşır ulaşmaz komutayı üzerine almasını da belirtti.

Halid Şam'a ulaşıp müslümanlarla buluştu ve hemen Ebû Ubey­de'ye bir mektup yazıp durumu şöylece açıkladı: «Korkulu günlerde sana ve nefsine Allah'dan himaye dilerim. Dünya ve âhirette de her türlü kötülükten korunmanızı temenni ediyorum. Bana Resûlullah'ın Halifesinden bir yazı geldi. Burada, benim Suriye'ye ulaşır ulaşmaz ordulara el koyup komutayı üzerime almam emrediliyor. Vallahi, ben. bunu arzu da etmiyorum, kendisinden de böyle bir şey isteme­dim. Sen ise tamamen serbestsin; sana karşı gelmem, aykırı da dav­ranmam. Sensiz bir karar da vermem.,.

Ebû Ubeyde Halid'in mektubunu okuyunca; Allah, Resûlü'nün Halifesini kararından ötürü yüceltsin. Halid'i de Allah bu tavrıyla yaşatsın... dedi.

Zaten Halife, Ebû Ubeyde'ye de yazmıştı. Ve diyordu ki:

«İmdi, ben Halid'i, Şam ordularına savaşta komuta görevini uy­gun gördüm. Sen ona muhalefet etme. Dinle ve itaat at. Kardeşim, ben onu sana komutan olarak göndermekle aslında sana bir iyi ni­yetimi gösterdim. Yâni ben onda, bu çetin fitneli bölgede savaşıp başaracak yetenek seziyorum da ondan. Allah sana ve bize hayır ve selâmetler versin...»

Bundan sonradır ki; Bizans ordularıyla, tslâm orduları üst dü­zeyde savaşa tutuştu. Artık aralarında kanlı savaşlar birbiri ardın­ca sürüp gidecektir. Tabii uzun savaşların sonunda zafer mü s] uman­larındı. Rumlar sayısız ölü ve öylece de çok esir vererek yenilgiyi kabul edip çekileceklerdi.

îşte bu zafer günlerindcydi ki, Halid (r.a.)'e Hz. Ebû Bekir (ra.)'-in vefat haberi ulaştı. Ondan sonra da Hz. Ömer'in (r.a.) Halife ol­duğunu öğrenmişti. Hemen ardından da Halid'in başkomutanlıktan alındığı ve Ebû Ubeyde'nin komutan olduğuna dair yazılı emir ulaş­tı. Ama Halid, asker arasında herhangi bir huzursuzluk endişesiyle emri gizli tuttu. Ebû Ubeyde'ye de haber ulaşmış, o da aynı hassa­siyetle mes'eleyi bir zaman gizlemişti[7].

 

Hz. Ebû Bekir (r.a.)'In Vefatı

 

Vefatı, Hicretin onüçüncü yılı, Cemaziyel'âhir'in yedisi, salı gecesindeydi. Ve altmış üç yaşındaydı. Hilâfet süresi ise; iki yıl üç ay, üç gündür. Hz. Âişe'nin odasında Resûlullah (s.a.v.)'ın yanına gö­mülmüştür. [8]

 

Hz. Ömer'i Hilâfete Veliahd Kılması:

 

Hz. Ebû Bekir vefatına yakın, Resûlullah'ın ashabı arasında gö­rüş ve bilgi sahibi seçkin zevat ile müzakere etti. Bunlar da, Ömer'i veliahd (Hilâfete aday) göstermesinde ittifak ettiler. Bu bakımdan Hz. Ebû Bekir, kendinden sonra halifeliği emânet edeceği şahsı be-lirliyen ve tâyinini sağlıyan ilk kişidir.

Bu mes.eleyi şöyle bir tafsilâtla açıklamada fayda görürüz:

Taberi, İbn-i Cevzİ ve İbn-i Kesir., diyorlar ki; Hz. Ebû Bekir, ken­disinden sonra müslümanlarm ihtilafa düşmesinden ve artık tek gö­rüşte birleşememelerinden endişe etti. Hastalığının ağırlaştığı bir anda onları davet etti. Kendinden sonra Hilâfetin ne olacağım danış­tı. Bunun sağlığında ve bilgisi altında esasa bağlanmasını istiyordu.

Ne var ki müslümanlar, böyle bir anda Ebû Bekir'e vekâlet ede­cek şahsı tesbitte ittifak edemiyorlar, mes'eleyi kendisine havale edi­yorlardı: «Sen ne dersen, biz ona razıyız» diyorlardı. O da başladı, tek tek müşavereye. Ve baktı ki her sahabe Ömer'in ehliyetinde bir­leşiyor. Sonunda onları çağırıp topluca hitap etti: Ve artık yerine ki­mi bırakacağında güçlük kalmadığını, uygun zâtı tesbit ettiğini, yâni Ömer'i halifeliğe atadığını söyleyince, hepsi birden:

–– Duyduk ve kabul ettik, dediler[9].

 

Ömer Hangi Esasa Göre Halife Oldu?

 

Bazı kimseler, bu tarzdaki halife seçiminin, bir şahsı atama ve bir şahsın tâyini olduğu; müslümanlarm topluca iştiraki ile «Ehl-i Hali Vel-Akit» irâdesi denecek olan şûra esasına aykırı olduğu kanaatlim varıyorlar.

Halbuki çok iyi düşünür, mes'eleyi derenden tahlil edersek, bu­nun düpe düz ve tam anlamıyla «Ehlü'1-Hall vel-Akt»'e danışılarak yapıldığını rahatça görürüz. Çünkü Hz. Ebû Bekir, Ömer (r.a.)'i, sa­habenin seçkinleriyle müzakere edip, hepsinin, onun hakkındaki tez­kiye ve tavsiyesini aldıktan sonra tâyin etti. Bununla birlikte, onun tâyini yine de kesin ve bağlayıcı değildi. Ancak, sahabeye topluca ilân edip; onların da:

—  «Duyduk, kabul ve itaat ettik» demeleriyle tamamlanmış ol­du. Onun ölümünden sonra da (bey'at ettiler)  böylece yapılan işin sıhhati ve istihlâf (yâni halife belirlemelin şeriata uygunluğuna da­ir (sahabe) icmaı gerçekleşti.[10]

Böylece, şartına uygun yapılmak kaydıyla veliahd ve istihlâf yo­luyla imamın belirlenmesinde icma' türünden bir delil oluştu[11].

 

Hz. Ömer'e Ahid Yazısı:

 

Ebû Bekir, halkın toptan, Hz. Ömer'i tasvip ettiğini ve Halifeliği­ni kabullendiğini görünce, Hz. Osman'ı çağırıp şu yazıyı dikte et­tirdi :

«BismUlâhirrahmânirrahim. Bu, Resûlullah'ın halifesi Ebû Be­kir'den, dünya hayatının sonu, âhlret hayatının başlangıç anında bir beyannamedir. Yâni, kâfirin de inandığı, facirin de kabullendiği Çö­lüm) ânı!.. Evet, ben Ömer'i size emir tâyin ettim. İnanıyor ve biliyo­rum ki, dayanacak ve âdil davranacaktır. Olur da hal değiştirir, zâ­lim olursa, ben gaybe hâkim değilim. Sadece hayır diliyorum. Her kişinin kazancı kendine. «Zâlimler ise, nereye sürüklendiklerini ya­kında anlayacaklardır».

Ve altını mühürleyip, Hz. Osman tarafından halka okunmasını sağladı. Halk da Ömer'e bey'at etmeğe başladı. Tarih: Hicrî onüç Ce-maziyel'âhir idi. [12]

 

İbretler Ve Dersler

 

Hz. Ebû Bekir (r.a.) 'in hilâfeti sırasında meydana gelen olayları özetledik[13]. Bu olaylar bize (îslâmi hayat açısından) son derece önem­li ipuçları ve hareket ilkeleri sunmaktadır. Şöylece arzederiz:

Birincisi: Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti açık - kesin şûra ile gerçek­leşti. Aralarında Hz. Ali efendimizin de bulunduğu bütün «Ehl-i Hail vel-Akt» zevatın katılımıyla oldu. Ve bu bize gösterdi ki, Resûlullah-dan sonra hilâfet hakkını bir kişiye tahsis eden, hükme bağlayan; ne Kitapta, ne Sünnette bir nass yok. Çünkü nass olsa bu olay cere­yan etmezdi. Yâni şûraya yol bulunamaz, sahabe de, istişare ve itti­fak ederek bu nassa açıkça tecavüz etmeyi caiz göremezdi...

İkincisi: Benî Sâide sakifesinde başlayan tartışma, sahabenin en seçkinleri arasında oldu ve halife seçimi için istişare niteliğin­deydi. Bu ise danışmanın ve hükmün ortaya çıkarılmasının tabiî akı­şıdır. Danışma ve araştırmaya açılan hükmün de ciddiyet kazanma­sını sağlar. Yine bu, her türlü görüş ve farklı kanaatlerini hiçbir sınırlama olmaksızın şâri'in himayesinde olduğunun belgesidir. Ta­bii,   açık   bir   nassın   bulunmadığı   her   mes'ele   böyledir.   Kısaca; Şâri'in sükût geçtiği her konuda, gerçeğe varmanın yolu; samimiyet ve serbesti içinde ve her yönüyle tartışılarak çoğunluğun görüş ve kabulünü elde etme tarzıdır.

Esasen o an, çok tehlikeli ve aşılmaz bir duruma doğru gidiş var­dı. Eğer sahâbe-i kiram başlarına bir imam seçememiş olsalar. Bun­ca tartışma ve gürültüden sonra bir karar eltle edemeden dağılsa-lar; bu şûfa değil bir yıkım içtimai olacaktı. Hele ki bu anlaşma on­ları bu felâketi önleyen bir çare oluverdi...

Ama şu «îslâm'da Şûra» türküsü tutturanlara şaşarım ki; bu ittifakı «tstibdad» gibi göstermeye kalkışıyorlar. Hattâ, bilmeden ya da yalandan aptal olup, gözleri önündeki bu apaçık örnek şûra tar­zını, kavga ve boğuşma diye adlandırmaya yelleniyorlar. Peki acaba kafalarındaki şûra nicedir? Şekli nedir ve nasıl olması gerekir?..

Üçüncüsü: Allah ikisinden de razı olsun, Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e tavsiyesi, yâni bizzat, mürtedlere karşı savaşa çıkmaya kalk­tığı an; başına bir iş gelirse müslümanlarm uğrayacağı zararı ha­tırlatması olayı... Bu, Hz. Ali'nin, Hz. Ebû Bekir'e karşı kalbi bağlılı­ğını açıklamaya yeter. Hem de, Resûhıllah'a halife oluşundaki liyâkat ve halifeliğinin normal olduğuna da kesin belgedir. Bunun dışında diğer bütün işlerde birbirleriyle yardımlaşmaları ve samimi istişa­relerinde de görüldüğü gibi!..

Hz. Ali'nin bey'atte gecikmesini bu konuda dile dolasalar da; bu gecikme farklı tarz ve müddetle nakledildi ise de; yukarıda serdiği­miz gerçeği nakzedecek hiçbir yol ve tutanak bulunamaz.

Zaten biliniyor ki, Hz. Ali'nin bey'atta gecikmesi, hanımı Hz. Fâ-tıma için bir gönül alma ve hissiyatını teskinden öte bir sebep ve ni­yet taşımıyordu. Yâni zâti içtihadıyla; her kadının babasına vâris olacağı gibi kendisini de Resûlullah'a mirasçı görmesinden gelen kır­gınlığın yatışmasını beklemekten ibaretti. Yoksa Hz. Ali'nin gön­lünde sakladığı bir niyetten değil. Çünkü bir başka niyet taşıyan kişinin kalkıp bu derece, sevgi, bağlılık ve sıyânet göstermesi olur şey değildir...

Dördüncüsü: Ebû Bekir'in mevkiinde bir başka müslüman ken­dini asla göremez. Yâni şu kabilelerin dinden dönmesi felâketi kar­şısında, en yiğit ve metin sahabelerin bile apışıp kaldığı anda, üm­metin başında bulunan baş sorumlu kimse olarak gösterdiği meta­net, sarfettiği gayret ve elde ettiği başarı ölçüsüyle!..

Evet kimsenin kendisini onunla kıyaslaması bir yana; hepsi, Ce-nâb-ı Hakk'ın; en kritik anda, tam zamanında ve en münasip şahsiyeti ümmetin başına nasib etmesindeki yüce hikmeti teslim etmiş­tir!.. Biz de hemen aynı görüşü paylaşırız ki; öyle bir fırtınalı dönem­de, bu makama Ebû Bekir'den daha lâyık biri olamazdı ve bu belâla­rın üstesinden gelemezdi...

Hattâ sahabe arasında şiddet ve dirâyetiyle tanınan Ömer (r.a.) bile o anda apışmış ve Ebû Bekir'in müthiş kararlılığı karşısında sö­nük kalmıştı. Şimdi kim görecek buradaki ilâhi hikmetin dehşetini? Görecek de, yine de tarihi kişilikleri sorgulayacak, bu yüce adalet karşısında iki zâtın (Ali ve Ebûbekir) teslimiyetini anlamazlıktan gelip ayıplayacak?..

Beşincisi: Bazı kimseler de zannediyorlar ki; sadece ahd ve is-tihlâf (veliahd, halife namzedi seçmek) İmametin ve hâkimiyetin ke­sin ölçüsüdür. Yâni Hz. Ebû Bekir'in Ömer'i halifeliğe tavsiyesi iş­leminden yola çıkarak bu görüşe varıyorlar...

Halbuki iş bu kadar değil. Tam aksine, imamet bununla tamam olmaz. Halka arzedilip ilân edilir. Veliahde halk da nza gösterir ve tasdik eder. Bu rıza ortaya çıkınca ancak imamet istikrar bulur, ke-sinleşir. Yâni Ebû Bekir, Ömer'i (r.a.) tâyin etse de, halk tasvip etme­seydi, bu tâyinin bir değeri olamazdı...

İşte yukarıda arzettiğimiz üzere biz buradan anlıyoruz ki, Ömer'in halifeliği zımnî bir şûra (meşveret) ya dayanır. Yâni Ebû Be­kir'in çağırıp görüştüğü, danıştığı sahabelerin oluşturduğu bir şû­raya... [14]



823 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın