• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

Hz. Ebû Bekir (R.A.)İn Dokuzuncu Hicret Yılındaki Haccı

Hz. Ebû Bekir  (R.A.)İn Dokuzuncu Hicret Yılındaki Haccı

 

Resûlullah (s.a.v.) Tebük seferi dönüşünde, Hacc yapmak iste­di. Fakat müşrikler Harem'in çevresinde bulunduğu ve çıplak tavaf ettikleri için buna gönlünün yatmadığını bildirdi. Hz, Ebû Bekir'i gönderdi. Hz. Ali'yi de onunla görevlendirdi. Onlara, müşriklerin, bu yıldan itibaren hacca gelmemelerini ve dört ay içinde de İslâm'a girmelerini; aksi halde ise mes'elenin savaşla bitirileceğinin ihtar edilmesi emrini verdi.

Buharı (r.a.) Kitâbül-Meğazî'de Ebû Hüreyre'den şunu nakle­der: «Resûlullah (s.a.v.), Hz. Ebû Bekir'i, Veda Haccı'ndan önce, görevlendirdiği hacC esnasında Nahr günü; «Bu yıldan sonra hiçbir müşrikin hacc edemiyeceğini ve çıplak tavafın yasaklandığını ilân emrini verdi.»

Muhammed bin Kâ'b el-Kurazî ve ötekilerin nakline göre de : Resûlullah (s.a.v.), Hz. EbûBekir'i dokuzuncu Hicrî yılda, Hacc emi-ri olarak gönderdi. Hz. Ali'yi ise, Berâe sûresinden, 30 veya 40 âye­ti halka okumak üzere gönderdi. O da, Arefe günü âyetleri halka okudu ve müşriklere dört ay mühlet verildiğini duyurdu. Zilhicce'-nin yirmisinden itibaren, Muharrem, Safer, Rebiülevvel dahil Rebi-ül'âhir'in de onuna kadar... Bu emri, müşriklerin konak yerlerini do­laşarak okudu:

«Bu yıldan sonra bir müşrik Kabe'yi ziyaret edemiyecek ve kim­se de orayı çıplak tavaf edemiyecek.»

îmam Ahmed ise, Mahrez tbn Ebî Hüreyre'den, o da babasın­dan şunu rivayet eder:

«Ben Ali bin Ebî Tâlib ile beraberdim. O Berâe süresiyle Mek-kelilere Resûlullah tarafından gönderilmişti. (Oğul) sordu: Nasıl ilân ediyordunuz?» O da : «Biz şöyle sesleniyorduk : Cennete mü'minolmayan giremez. Kimse de Beyt'i çıplak tavaf edemez. Resûlullah ile aralarında anlaşması olanlara ise dört ay mühlet vardır. Dört ay geçince de, Allah ve Resulü müşriklerden beridir... Bu Beyt'e bu yıldan sonra herhangi bir müşrik haccedemez...» Ve der ki; o ka­dar bağırdım ki, sesim kısıldı.»

Bu, tam Allahü Teâlâ'mn irâdesiydi. «İlân Allah ve Resûlünden-dir, Hacc-ı ekber günü insanlığa; Allah ve Resulü, müşriklerden be­ridir. Tevbe ederseniz tabii sizin için daha hayırlıdır. Yüz çevirdi­ğiniz takdirde ise, bilin ki; Allah'ı âciz bırakamazsınız. Öyleyse, in­karcıları elim azabla müjdeleyin!...»

İbn Sa'd ise şunu nakletti: «Nebî (s.a.v.î, Hz. Ebû Bekir'i Hac­ca gönderdiğinde, Medineli 300 kişi ile yola çıktı. Onunla birlikte, yirmi kurbanlık işaretleyip, kesilmek üzere gönderdi. [147]

 

İbretler Ve Öğütler

 

1- Hacda müşrik âdetleri :

Geçen bahislerde görüldü ki, Kabe ziyaretini Araplar, İbrahim aleyhisselâmdan miras olarak aldılar. Yâni Hanif dininin kalıntıla-rındandı. Ne var ki; şirk unsurları da katılmış, hattâ şirk daha ağır basıyordu...

Ibn Âizin nakline göre; müşrikler müslümanlarla birlikte hac­ca gelir ve onları yanıltmak için şöyle bağırırlardı: «Senin ortağın yoktur, ancak sensin ortak. Sen' ona sahipsin, hem de onun sahip olduğuna...»

Onlardan bazısı, çırılçıplak tavaf ederler, bunu da Kabe'ye ta'zim sayarlardı. Birisi şöyle derdi: «Dünyadan zulüm bulaşmış hiçbir şey üzerimde olmadan, anamdan doğduğum gibi tavaf ettim[148]».

Bu rezaletler ta Hicrî dokuzuncu yıla kadar devam etti. Hz. Ebû Bekir haccedip, Hz. Ali ile onları uyarınca, Mescid-i Haram'ın bunlardan arınması ilân edilmiş ve bir daha tekerrür etmemiştir.

2- Harb ilanı ile anlaşmanın feshi:

Muhammed tbn İshâk ve bazılarına göre, müşrikler iki sınıftı, bir kısmı üe Resûlullah arasında dört aydan kısa bir anlaşma var­dı, onlar dört aya iblâğ edildi. Fazla olanlar ise bu ilân ile dört aya indirildi. (Çünkü bunların anlaşmaları süresiz ve sınırsızdı). Kur'ân-i Kerim Berâe sûresinde bunu dört aya indirdi. Sonra, onlarla müslünaanlar arasında harb olacak. Müslüman olmazlarsa, nerde bulunurlarsa öldürüleceklerdi.

Bu mühlet de Arefe gününden itibaren başlıyor ve RebiüTâhir'-in onunda bitiyordu.

Denildi ki, - Küleybî'nin görüşü bu - bu dört aylık müddet, Re-sûlullah ile aralarında dört aydan az anlaşması olanlara idi.

Fazla olanlar ise, önce belirtilen zamana kadar sürecekti. Bu da; -Anlaşmanız olan müşriklere gelince, ahdi bozmazlarsa onla­ra tanıdığınız müddeti tamamlayın. Çünkü Allah müttefikleri sever» kavl-i keriminde vardır...

Birinci görüş daha doğru ve yerindedir. Çünkü, Berâe sûresi, Küleybi'n:n görüşüne destek olmuyor. Fakat ResûluIIah'ın, müşrik­lerle olan anlaşmasını te'kid ediyor, yeni birşey getirip, değişiklik yapmıyor. Yoksa, Hz. Ali'nin bu sûreyi özel olarak gidip müşriklere ilân etmesinin bir anlamı olmazdı. Resûlullah'ın gönderişi ne anlam taşırdı?

3- Cihadın gerçek anlamına başka bir işaret:

Bu dikkat çekmeden anlıyacağm; cihadın - müsteşriklerin onca arzusuna rağmen- Islâmi anlamının, savunma harbi olmadığıdır...

Şimdi, Cenabı Hakkın kavlinde, Necid kavmi gibi bazı müş­rik azınlıkların Mekke çevres i nd ek ilerinin nasıl uyarıldığını incele gör:

«Allah'tan, ahidleştiğin müşriklere bir berâettir. Dört ay daha dünyada serbestsiniz. Ama Allah'ı âciz bırakamıyacağımzi ve Al­lanın, inkarcıları ezeceğini unutmayın.»

Yine Allah ve Resulünden bir duyuru da şu, «(Hacc-ı Ekber gü­nünde) Allah da, Resulü de müşriklerden beridir... Tevbe ederse­niz sizin için daha hayırlıdır. Ama imtina ederseniz, o zaman da iyi bilin ki; Allah acizliği kabul etmez, inkarcılara ise elim azabı müj­deleyin.

Sizin ahidleştiğinizde kusur etmeyen müşriklere gelince, onlar size karşı çıkmadığına göre, onlara verdiğiniz müddeti tamamlayın ve bilin ki, Allah müttefikleri sever.

Haram aylarını atlatınca ise,   müşrikleri nerde bulursanız öldürün. Onları yakalayın, takib edin, kuşatın ve pusular kurun... Tevbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse, yollarını serbest bıra­kın ki, Allah Gafur ve Rahîm'dir».

Bu âyetlerde söylenen apaçıktır. Artık İslâmî cihadın asıl an-lam ma dair, savunma harbine yorulacak zihne takılan hiçbir şey kalmaz.

Bilinen birşey ki; Berâe sûresi, Kur'ân-ı Kerîm'iri son nazil olan sûrelerinden olup, birçok âyeti cihadla ilgili ve hepsini karara bağ­layıcı niteliktedir... Aynı zamanda, daha önce savunma harbini bil­diren cihad âyetlerinden; meselâ:

«Kendilerine zulmedilenlere, savaş için izin verildi. Allah onla­rı zafere ulaştırmaya kadirdir» meâlli âyetlerle bu âyetler arasında bir nesh olayına çağrışım yaptıracak bir durum ise hiç görmü­yorum. Çünkü, cihad aslında, hücum veya savunma esasına göre meşru kılınmadı. Sadece, i'lâ-i kelimetullah için, tslâm toplumunu oluşturmak ve yeryüzüne ilâhî devleti hâkim kılmak işin meşru kılındı. Artık bu hedefe hangi usul ve vasıta ile ulaşılırsa, ona uy­mak zaruri olur. Bu vesile bazen, bazı şartlardan ötürü, barış yo­luyla, öğüt - nasihat ve eğitim şeklinde sürer. O zaman cihad sade­ce böyle anlaşılır. Başka şartlar doğar, yine irşad, nasihat ve tev­cih yanında; savunma harbi de yapılabilir. O zaman da bu tür cihad meşru olmuş olur.

Ama  öyle  şartlar doğar ki;  saldırı  şeklinde  cihadı  gerektirir.

O zaman da en güzel cihad odur... Demek olur ki; şartlar cihadın şeklini ta'yin ve sınırını tahdid etmektedir. Tesbit işi (yâni şartları ve gereklerini ta'yin işi)  ise, günün uyanık ve ihlâs sahibi devlet

başkanının basiretine bağlıdır.

Bununla şunu ifâde etmek isteriz: Her üç türlü sebeb ve tarz cihadın tahakkuku için meşrudur. Ancak geleceği kestiren muhlis devlet başkanı (veya lider) in tesbiti önemli. Uygulama değişebilir fakat bir durumun neshi söz konusu olamaz...

Hz Ebû Bekir'in haccına gelince: Bu, müslümanları eğitmek ve Haccın gereklerini kavratmak içindi. İşte bundan sonra da asıl îslâmi Hacc, yâni Veda Haccı olacak. O'nun Emîri ise Muhammed (s.a.v.) olacaktı[149].  



1880 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın