• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

İLGİLİ HADİSLER

HÜKÜMLER VE CEZALAR[1] BÖLÜMÜ

﴿ كِتَابُ الأََحْكَامِ وَالْحُدُودِ ﴾

-179 ﴿ إِرْسَالُ الْأَحَادِ اِلَى النَّوَاحِى لِتَبْلِيغِ الأَحْكَامِ ﴾

“İslam’ın hükümlerini tebliğ etmek için beldelere insanlara gönderme”[2] ile ilgili hadisler

İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457) “Tahrîr”de bu konu ile ilgili gelen hadislerin mütevatir olduğunu aynen şöyle anlatmaktadır:

“İslam’ın hükümlerini tebliğ etmek için beldelere insanlar gönderme hususunda Resulullah (s.a.v)’den gelen hadisler, mütevatirdir.”

Bu kitabın şarihi İbn Emîr el-Hâcc (ö. 879/1475) ise, musannifin bu sözünden sonra aynen şöyle der:

“İslam’ın hükümlerini beldelere tebliğ etmek için gönderilen insanlardan birisi de, Muâz’dır. Bir topluluk, bu olayı Abdullah ibn Abbâs’tan[3] şöyle rivayet etmiştir:

﴿ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعَثَ مُعَاذًا إِلَى الْيَمَنِ فَقَالَ لَهُ: إِنَّكَ تَأْتِي قَوْمًا مِنْ أَهْلِ الكِتَابِ فَادْعُهُمْ إِلَى شَهَادَةِ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ فَإِنْ هُمْ أَطَاعُوا لِذَلِكَ فَأَعْلِمْهُمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ افْتَرَضَ عَلَيْهِمْ خَمْسَ صَلَوَاتٍ فِي كُلِّ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ ﴾ 

“Resulullah (s.a.v), Muâz’ı, Yemen’e göndereceği zaman ona:

‘Sen Kitap ehlinden bir topluluğa gidiyorsun; onları, Allah’tan başka ilah olmadığına çağır. Eğer onlar buna itaat edecek olurlarsa, onlara, Allah’ın her gün ve gece de beş vakit namazı farz kıldığını öğret’ buyurdu”

Bu hadisin dışında (konu ile ilgili) uzunca bir çok hadis daha gelmiştir. Beldelere gönderilen bu kimselerin verdiği haberi kabul etmeme normal sayılsaydı, bu kimseleri göndermenin bir anlamı olmazdı.”

* * *

-180 ﴿ عِصْمَة الأُمّةِ وَأَنَّهَا لاَتَجْتَمِعُ عَلَى ضَلَالَةٍ وَخَطَأٍ ﴾

“İslam ümmetinin, masum oluşu ve sapıklık ile hata üzerine birleşmemesi”[4] ile ilgili hadisler

İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457) “Tahrîr”de ve daha bir çok alim, bu konuda gelen hadislerin mütevatir olduğunu belirtmiştir:

İbnü’l-Hümâm der ki: “İcmanın kesin bir kanıt ve ahad olduğu hususu, sem’i (=işitme yoluyla getirilen) delillerdendir. Bu rivayetler ile buna benzeyen diğer rivayetlerdeki ortak nokta olarak gelen ‘ümmetim sapıklık ve hata üzerinde birleşmez’ sözü, tevatürdür.”

Bu hadislerin lafızlarından birisi de, şu hadistir:

﴿ إِنَّ اللَّهَ لَا يَجْمَعُ أُمَّتِي عَلَى ضَلَالَةٍ ﴾

“Allah, ümmetimi, sapıklık üzerinde birleştirmez”

Bu hadisi, Tirmizî ve bir çok çok kimse, senedli bir şekilde  şu yoldan rivayet etmiştir:

 

1.      Abdullah ibn Ömer[5]

Bu hadisin ravileri, sika kimselerdir. Fakat bu hadiste bir karışıklık vardır.

﴿ سَأَلْتُ رَبِّي عَزَّ وَجَلَّ؛ أَنْ لَا يَجْمَعَ أُمَّتِي عَلَى ضَلَالَةٍ فَأَعْطَانِيهَا ﴾

“Rabbimden, ümmetimim sapıklık üzerine birleştirmemesini istedim. Bana bunu verdi”

Bu hadisi, İmam Ahmed ve bir çok kimse şu yoldan rivayet etmiştir:

2.  Ebu Basra el-Gıfârî[6]

﴿ إِنَّ اللَّهَ أَجَارَكُمْ مِنْ ثَلَاثِ خِلَالٍ: .... وَأَنْ لَا تَجْتَمِعُوا عَلَى ضَلَالَةٍ ﴾

“Allah, sizi, helal olan üç şeyden korumuştur: …..‘Sapıklık üzerinde toplanmamanız’”

Bu hadisi, Ebu Dâvud ve bir çok kimse şu yoldan rivayet etmiştir:

3.  Ebu Mâlik el-Eşarî[7]

﴿ أَنَّ أُمَّتِي لاَ تَجْتَمِعُ عَلَى ضَلاَلَةٍ ﴾

“Ümmetim, sapıklık üzerine birleşmez”

Bu hadisi, İbn Mâce ve bir çok kimse şu yoldan rivayet etmiştir:

4.  Enes[8]

﴿ لاَ يَجْمَعُ اللّهُ هَذِهِ الْأُمَّةِ عَلَى ضَلالَةٍ وَيَدُ اللّهِ مَعَ الْجَمَاعَةِ ﴾

“Allah, bu (İslam) ümmetini, sapıklık üzerinde birleştirmez. Allah’ın eli, toplulukla birliktedir”

Bu hadisi ise, Hâkim “Müstedrek”de şu yoldan rivayet etmiştir:

5.  Abdullah ibn Abbâs

(Sehâvî) “Mekâsıd”da bu hadisi ‘Lâme’l-Elif’ (لاَ  ) harfinde getirmiştir. Burada birkaç söz ettikten sonra şöyle der:

“Kısacası: Bu hadis; metinleri meşhur, bir çok senede sahip, merfu ile diğer hallerde çeşitli şahidleri olan bir hadistir.”

Bu konuda daha geniş bilgi için Sehâvî (ö. 902/1496)’nin bu kitabına başvurabilirsiniz.

Yine bu konuda İbn Emîr el-Hâcc (ö. 879/1475)’ın “Şerhu’t-Tahrîr” adlı eserinde ikinci makalenin dördüncü babına bakabilirsiniz.

* * *

-181 ﴿ إِذَا حَكَمَ الْحَاكِمُ فَاجْتَهَدَ فَأَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ وَإِذَا حَكَمَ فَاجْتَهَدَ فَأَخْطَأَ فَلَهُ أَجْرٌ وَاحِدٌ ﴾

“Hakim, hüküm verir(ken) ictihadda bulunurda isabe ederse, onun için iki sevap vardır. Ama hüküm verir(ken) ictihad ederde yanılırsa, ona bir sevap vardır”[9]

Bu hadisi, İmam Ahmed ve altı hadis imamı şu yoldan rivayet etmiştir:

1.   Ebu Hureyre[10]

Yine bu hadisi, Tirmizî hariç, bunlar, şu yoldan rivayet etmiştir:

2.  Amr ibnü’l-Âs[11]

Bu konuda şu yollardan da hadis gelmiştir:

3.   Ukbe b. Âmir[12]

4.   Abullah ibn Amr[13]

Bu hadis, şu lafızla da gelmiştir:

﴿ إِذَا اِجْتَهَدَ الْحَاكِمُ فَأَخْطَأَ فَلَهُ أَجْرٌ وَإِنْ أَصَابَ فَلَهُ عَشْرَةُ أُجُورٍ ﴾

“Hakim ictihad edip de yanılırsa, onun için bir sevap vardır. İsabet ettirirse, onun için on sevap vardır”

Sâ’d (ö. 792/1389) “Şerhu’n-Nesefî”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “İctihadın, yanılma ve isabet ettirme arasında sıksık tekrar edilmesine delalet eden hadisler ve rivayetler, mana bakımından mütevatirdir.”

Bu konuda daha geniş bilgi için Sa’d (ö. 792/1389)’ın, asıl metinde yer alan; “müctehid yanılabilirde, isabet ettirebilirde” şeklindeki sözün yanında söylediği söze başvurabilirsiniz.

* * *

-182 ﴿ اَلْوَلَدُ لِلْفِرَاشِ وَلِلْعَاهِرِ الْحَجَرُ ﴾

“Çocuk, (bulunduğu) yatağa aittir.[14] Zina eden kimse için ise, (soy bakımından çocuk üzerinde) mahrumiyet var”[15]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”ın ‘Kitâbu’l-Ahkâm (=Hükümler Bölümü’n)’da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Ebu Hureyre[16]                                  

2.     Hz. Aişe[17]                                        

3.     Hz. Osman[18]                                    

4.     Abdullah ibn Amr[19]                           

5.     Ebu Ümâme[20]                                  

6.     Amr b. Hârice[21]                               

7.     Abdullah ibnü’z-Zübeyr[22]                  

8.     Abdullah ibn Mes’ud[23]                      

9.     Hz. Ömer[24]                                      

10.     Hz. Ali[25]                                          

11.     Hasan el-Basrî (mürsel olarak)

12.     Sa’d b. Ebi Vakkâs[26]

13.     Abdullah ibn Ömer[27]

14.     Berâ’ b. Âzib[28]

15.     Zeyd b. Erkam[29]

16.     Abdullah ibn Abbâs[30]


 

17.     Hüseyin b. Ali[31]

18.     Ubâde ibnu’s-Sâmit[32]

19.     Vâsile ibnü’l-Eska’[33]

20.     Ebu Vâil[34] (mürsel olarak)

21.     Muâviye b. Amr[35]

22.     Enes[36]

Toplam, 22 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

23. Abdullah ibn Huzâfe              

24. Sevde bint. Zem’a                                                   

25. Ebu Mes’ud el-Bedrî

26. Zeyneb bint. Cahş

27. Ubeyd b. Umeyr (mürsel olarak)

İbn Abdilberr (ö. 463/1071) der ki: “Bu hadis, Hz. Peygamber (s.a.v)’den rivayet edilen hadislerin en sıhhatli olanıdır. Bu hadis, 20 küsur sahabiden gelmiştir.”

(Münâvî) “Teysîr”de der ki: “Bu hadis, mütevatir olup 20 küsur sahabiden gelmiştir.”

(Zürkânî) “Şerhu Mevâhibi’l-Ledûniyye”de bu hadisin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

* * *

-183 ﴿ قِصَّةُ مَاعِز فِي الزِّنَى وَرَجْمُهُ ﴾

“Zina hususunda Mâiz olayı ve Mâiz’in recmedilmesi”[37]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Câbir b. Abdullah[38]               

2.     Abdullah ibn Abbâs[39]            

3.     Büreyde[40]                             

4.     Câbir b. Semure[41]                 

5.     Ebu Saîd el-Hudrî[42]               

6.     el-Leclâc[43]                           

7.     Nuaym b. Hezzâl[44]                

8.     Ebu Hureyre[45]                                  

9.     Übey

10.      Sahabeden birisi[46]

11.      İbnü’l-Müseyyeb (mürsel olarak)[47]

12.      Hz. Ebu Bekr[48]

13.      Ebu Zerr

14.      Osman’ın babası Nasr[49]

15.      Ebu Berze el-Eslemî[50]

16.      Atâ’ b. Yesâr

17.      Şa’bî

18.      Ebu Ümâme b. Sehl b. Huneyf

Toplam, 18 kişi.

(Derim ki: ) Râfiî  (ö. 623/1225) “Şerhu’l-Kebir”de aynen şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)’den meşhur olduğu kadarıyla recm; Mâiz, Gâmidiyye ve Yahudilerle ilgili kıssada geçmektedir. Recm, Resulullah (s.a.v)’den sonrada Raşit halifeler döneminde de uygulanmıştır. Bu nedenle de hadis, mütevatir derecesine ulaşmıştır.

Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447) “Tahrîcu Ehâdisi’r-Râfiî”de bunu onaylamıştır.

Kemal İbnu’l-Hümâm (ö. 861/1457) “Fethu’l-Kadîr”de aynen şöyle der: “Resulullah (s.a.v)’den gelen recmin sabit oluşu; Hz. Ali’nin kahramanlığı ve Hatem et-Tâî’nin cömertliği gibi mana bakımından mütevatirdir. Teferruatla ilgili olan haberi ahad ise, recmin tanımı ve özelliklerini açıklama mahiyetindedir. Recmin aslına gelince, bunda şüphe edilecek bir durum sözkonusu değildir.”

* * *

-184 ﴿ مَنْ شَرِبَ الْخَمْرَ فَاجْلِدُوهُ فَإِنَّ عَادَ الثَّانِيَةَ فَاجْلِدُوهُ فَإِنَّ عَادَ الثَّالِثَةَ فَاجْلِدُوهُ فَإِنَّ عَادَ الرَّابِعَةَ فَاقْتُلُوهُ ﴾

“Kim içki içerse, onu kamçılayın. İkinci defa (içki içmeye) dönerse, onu yine kamçılayın. Üşüncü defa (içki içmeye) dönerse, onu yine kamçılayın. Dördüncü defa (içki içmeye) dönerse, onu öldürün”[51]

Tirmizî  (ö. 279/892), bu hadisi şu yoldan rivayet etmişir:

1.     Muâviye[52]

Daha sonra Tirmizî der ki: “Bu konuda şu yollardan da hadis gelmiştir:

2.     Ebu Hureyre                                    

3.     Şerîd                                                

4.     Şurahbil b. Evs

5.     Ebu Ramedâ’

6.     Cerîr

7.     Abdullah ibn Amr                             

Hafız İbnHacer (ö. 852/1447) “Emaliyyu’l-Muhrace ala Muhtasarı İbni’l-Hâcib”de konu ile ilgili olarak der ki:

“Yine bu hadisi rivayet edenler içerisinde şunlarda vardır:

1.     Ebu Saîd el-Hudrî                             

2.     Abdullah ibn Ömer                            

3.        Sahabeden bir topluluk                      

4.        Guzayf

5.        Câbir

6.        İsmi bilinmeyen bir sahabe

7.        Kabîsa b. Züeyb (mürsel olarak)”

* * *


 

[1]      "Had" kelimesi, sözlükte; men etmek, alıkoymak, engellemek gibi anlamlara gelir. Çoğulu, Hudûd'dur. Terim olarak ise; yüce Allah için takdir edilen cezadır.

[2]      Hz. Peygamber (s.a.v), Mekke'den Medine'ye hicretinden sonra Medine'de gücü elinde bulundurmak için bir yandan Medine'de Yahudilerle anlaşma yapmak suretiyle kontrolü sağlamaya çalışıyor ve bir yandan da çevre yerlerde bulunan kabilelere, Bahreyn'e, Yemen'e ve başka yerlere elçiler göndermek suretiyle oraların İslamlaşmasını sağlamaya çalışıyordu.

[3]      Buhârî, Zekat 1, 41, Sadaka 1, 63, Mezalim 9, Meğazi, 60, Tevhid 1; Müslim, İman 31 (19); Tirmizî, Zekat 6 (625); Ebu Dâvud, Zekat 4 (1584); Nesâî, Zekat 46

[4]      “Ümmet” kelimesi; ulus, topluluk ve grup gibi anlamlara gelir. Term olarak ise; dilleri, renkleri, milliyetleri farklı bile olsa aynı inanca mensup insanların teşkil ettiği topluluğu ifade etmektedir.

        İslam ümmeti deyince, İslam inancına mensup insanların teşkil ettiği cemaati ifade etmektedir. İslam ümmetinin bir sınırı yoktur. Aynı İslam inancını taşıyan dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, bu ümmet içerisinde yer almaktadır.

        İslam ümmetinin; sapıklık, dalalet, hata ve günah, fasıklık üzerinde birleşmesi düşünülemez. Çünkü ihtilaflı meselelerde alimlerin çoğunun ittifak ettiği görüşün sevaba yakın yakın olduğu kabul edilir. Zayıf bir rivayet ise, alimlerin fiilen etmesiyle sıhhat kazanır, hükmi tevatür derecesinde itibar görür. Böylece İslam ümmeti, hataya ve sapıklığa düşmekten korunmuş olmaktadır.

[5]      Tirmizî, Fiten 7; Dârimî, Mukaddime 8; Müsned: 5/145

[6]      Müsned: 6/396

[7]      Ebu Dâvud, Fiten 1 (4253)

[8]      İbn Mâce, Fiten 8 (3950)

[9]      “İctihad” kelimesi, sözlükte; gayret, takat, çaba gibi anlamlara gelen “cehede” kökünden gelmiş ve iftial babındandır.  Terim olarak ise; Kitap, sünnet ve icma da kesin olarak bulunmayan bir mesele hakkında müctehid olan bir fakihin bütün gücünü harcıyarak zanni bir sonuca varmasıdır.

        Hadiste geçen “isabet etmekten” kasıt; Allah’ın hükmüne tesadüf etmedir. “Yanılmaktan” kasıt  ise; müctehidin, “doğru olan görüş, şu taraftadır” diye verdiği hükmün, Allah’ın hükmünün aksine tesadüf etmiş olmasıdır.

        İsabet edene verilen iki sevaptan biri; ictihad sevabı, diğeri ise isabet sevabıdır. İsabet etmeyen ise, sadece ictihad sevabı alır.

        Alimler, bu hadisten; alim kimsenin adabına uygun bir şekilde ictihad yaptıktan sonra, isabet etmeyip

[10]     Buhârî, İtisam 22; Müslim, Akdiye 15 (2240); Ebu Dâvud, Akdiye 2 (3574); Tirmizî, Ahkam 2 (1326); Nesâî, Kaza 3; İbn Mâce, Ahkam 3 (2305)

[11]     Buhârî, İtisam 21; Müslim, Akdiye 15 (1716); Ebu Dâvud, Akdiye 2 (3574); Nesâî, Kaza 3

[12]     Taberânî, el-Evsat, es-Sağir

[13]     Müsned, 2/187; Taberânî, el-Evsat

[14]     Cahiliyye döneminde cariyeler, efendilerine belli bir miktarda ödeme yaparlardı. Bunu kazanabilmek için zina bile yaparlardı. Bu sebeple Kur'an, cariyelerin zinaya zorlanmasını yasaklamıştır (Nûr: 24/33). Ayrıca başkalarıyla zinaya giden cariyelerin sahipleri de, onlarla cinsel ilişkide bulunurlardı. Cariye doğum yapınca, efendisi veya zina yaptığı kimse, çocuk bendendir diye iddia da bulunabilirdi. Efendi, çocuk hakkında "bendendir" yada "benden değildir" diye bir açıklamada bulunmadan ölecek olsa, mirasçılarının isteğiyle çocuk cariye sahibine verilirdi. Yalnız çocuk mirasçı olamazdı. Mirasçı olabilmesi için miras taksiminden önce nesebinin açığa kavuşması gerekliydi. Efendi, cariyesinden olan çocuğun nesebini kabul etmeyebilirde. Bu durumda çocuğun nesebi, efendiye katılmazdı. Hz. Peygamber (s.a.v), çocuk, kimin yatağında doğdu ise, yatak sahibine ait olacağı kuralını koyarak benzerlik veya kuru iddia gibi sebeplerle çocuğa sahip olunamayacağını belirtmiştir. Nesep meselesinde hüküm zahire göre verilir. Benzerlik ve iddia gibi şeylerle nesep sabit olmaz. Fakat zahire göre verilen hüküm, batinen de o meseleyi helal kılmaz. Bu sebeple evdeki kadın-erkek ilişkileri de farklı olur. Zina edenin, nesep yönünden doğacak çocuk üzerinde bir hakkı yoktur. Bu nedenle de zina eden kimse, çocuk üzerinde nesep, sorumluluk ve hak iddia edemez. Kısacası, zina eden kimse, bu tür haklardan mahrum kalmaktadır.  

[15]     Hadisin metninde geçen "hacer" kelimesi, "taş" anlamına geldiği için, bazı fıkıhçılar, hadisi; "zina edene de taşla öldürülme vardır" şeklinde anlamışlardır. Yalnız bu anlam, hadis açısından uygun bulunmamaktadır. Çünkü her zina eden taşlanmaz. Recm cezası, bir çok şartların oluşmasından sonra verilmektedir. Hadis nesebin Hadisin nesebin tesbiti ile ilgili olması hasebiyle zina edenin çocuk üzerinde bir takım haklardan mahrum kaldığı için hadisin metninde geçen "hacer" kelimesini "mahrumiyet" şeklinde tercüme ettik. 

[16]     Buhârî, Hudud 23; Müslim, Rada 37 (1458); Nesâî, Talak 48; İbn Mâce, Nikah 59 (2006); Müsned, 2/239, 280, 386, 409, 466, 475, 492

[17]     Buhârî, Ahkam 29; Müslim, Rada 36 (1457); Ebu Dâvud, Talak 34 (2273); Nesâî, Talak 48, 49; Tirmizî, Talak (3430); İbn Mâce, Nikah 59 (2004); Müsned, 6/129, 200, 226, 237

[18]     Müsned, 1/59, 65, 66

[19]     Müsned, 2/179, 207

[20]     Ebu Dâvud, Büyu (3094); Tirmizî, Vesaya 5; İbn Mâce, Nikah 59 (2007), Vesaya 6 (2704); Müsned, 5/267 

[21]     Müsned, 4/186, 187, 238

[22]     Nesâî, Talak 48; Taberânî, el-Evsat

[23]     Nesâî, Talak 48

[24]     İbn Mâce, Nikah 59 (2005); Müsned, 1/25

[25]     Müsned, 1/104; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 5/13

[26]     Bezzâr

[27]     Bezzâr

[28]     Taberânî (5057)

[29]     Taberânî

[30]     Taberânî

[31]     Taberânî, el-Evsat

[32]     Müsned, 5/326; Taberânî

[33]     Taberânî

[34]     Taberânî

[35]     Ebu Ya'lâ

[36]     İbn Asâkir, Tarih; Temâm, Fevaid

[37]     Zina, dinin meşru kabul ettiği bir anlaşmaya dayanmaksızın irade ve istekle yapılan haram bir çiftleşmeye denir. Bu günahı işleyen erkeğe zani, kadına ise zaniye denir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Hudud 21, 28; Müslim, Hudud 16, 19 (1693), 22 (1695); Ebu Dâvud, Hudud (4420, 4421, 4433); Tirmizî, Hudud 4 (1451), 5 (1543); Nesâî, Cenaiz 63; Dârimî, Hudud 12, 14; Müsned, 1/245, 313, 328

[38]     Buhârî, Hudud 21; Müslim, Hudud 16; Ebu Dâvud, Hudud (4420); Nesâî, Cenaiz 63; Tirmizî, Hudud 5 (1543); Dârimî, Hudud 12; Müsned, 3/323

[39]     Buhârî, Hudud 28; Müslim, Hudud 19 (1693); Ebu Dâvud, Hudud (4421); Tirmizî, Hudud 4 (1451); Müsned, 1/245, 313, 328

[40]     Müslim, Hudud 22 (1695); Ebu Dâvud, Hudud (4433); Dârimî, Hudud 14; Müsned, 5/347, 348 

[41]     Müslim, Hudud 17 (1692); Ebu Dâvud, Hudud (4422-4424); Dârimî, Hudud 12

[42]     Müslim, Hudud (1694); Ebu Dâvud, Hudud (4431); Dârimî, Hudud 14 (2324)

[43]     Ebu Dâvud, Hudud (4435)

[44]     Müslim, Hudud (1691); Ebu Dâvud, Hudud (4419); Tirmizî, Hudud (1431); İbn Mâce, Hudud 9 (2553); Müsned, 5/216, 217

[45]     Müslim, Hudud 5; Ebu Dâvud, Hudud (4428); Tirmizî, Hudud 5 (1452); İbn Mâce, Hudud 9 (2554); Müsned, /286, 287, 450

[46]     Ebu Dâvud, Hudud (4432)

[47]     Müsned, 2/453

[48]     Müsned, 1/8

[49]     Dârimî, Hudud 13 (2323)

[50]     Ebu Dâvud, Hudud (3186)

[51]     İslam Hukuku’ndaki had cezaları şu şekildedir:

        1. Had Cezaları: Zina, iftira, içki, hırsızlık, yol kesme ve itidat için takdir edilen cezalar.

        2. Kısas ve Diyet Cezaları: Şahıs aleyhine işlenen suçların cezalar.

        3. Tazir Cezaları: Dinin yasakladığı fiilleri işleyenlere uygulanan cezalar.

        4. Tedib Cezaları: Terbiye etmek kastıyla baba, ana, öğretmen ve efendi gibi büyüklerin yetkisine bırakılan cezalar.

        Had cezaları; dinin gerçekleştirmeye, korumaya çalıştığı temel hedeflere saldırı mahiyetindeki suçların cezasıdır.

        İçkinin haram oluşu; Kitap, Sünnet ve sahabe-i kiramın icma-ı ile sabittir. 

        Hanefilere göre; içki içmenin ve sarhoşluğun cezası; hür için 80 değnektir. Baş, yüz, tenasül uzvu dışında vücudun çeşitli yerlerine orta halli vuruşla tatbik edilir. Az veya çok içme arasında bir fark yoktur. İçki içen kimse, öldürülmez. Velev ki tekrar tekrar içmiş olsun.

        Naklettiğimiz hadise göre; dördüncü kere içki içen kimsenin öldürülmesi gerekmektedir. Fakat bu emir, içki yasağının konduğu ilk sıralarda geçerliydi. Sonradan bu hüküm, kaldırılmıştır. Çünkü bir kimse, içki yüzünden öldürülmez. Dördüncü değil onuncu kere içmiş olsa bile fark etmez. Bu, Cumhurun görüşüdür.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Ebu Dâvud, Hudud 36 (4483, 4484, 4485), 37 (4482); Tirmizî, Hudud 15 (1444); Nesâî, Eşribe 42; Müsned: 2/191, 211, 280, 4/234, 388-389, 5/369; Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 3/159, 161; Taberânî

[52]     Tirmizî, Hudud 15 (1444); Ebu Dâvud, Hudud 36 (4482); İbn Mâce, Hudud (2573)  



556 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın