• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

İLGİLİ HADİSLER

HASTALIK, CENAZE VE ÖLÜM İLE İLGİLİ

BÖLÜM

﴿ كِتَابُ الْمَرْضَى وَالْجَنَائِزِ وَأَحْوَالِ الْمَوْتَى ﴾

 -97﴿ مَنْ عَادَ مَرِيضاً خَاضَ فِي الرَّحْمَةِ حَتَّى يَجْلِسَ فَإِذَا جَلَسَ غَمَرَتْهُ الرَّحْمَةُ ﴾

“Kim bir hastayı ziyaret ederse, oturuncaya kadar (İlahi) rah-met içerisinde kalır. Oturduğunda, (İlahi) rahmet onu kuşatır”[1]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.      Câbir b. Abdullah[2]

2.      Enes[3]

3.      Ka’b b. Mâlik[4]

4.      Ebu Ümâme[5]

5.      Abdurrahman b. Avf[6]

6.      Amr b. Hazm[7]

7.      Abdullah ibn Abbâs[8]

8.      Safvân b. Assâl[9]

 

9.   Ebu’d-Derdâ’[10]

10.     Ebu Hureyre[11]

Toplam, 10 kişi.

* * *

-98 ﴿ اَلْحُمَّى مِنْ فَيْحِ جَهَنَّمَ فَأَبْردُوهَا بِالْمَاءِ ﴾

“Humma (ateşli hastalık), Cehennemin kaynamasındandır. Siz, onu, soğuk suyla (kendinizden) uzaklaştırınız”[12]

Bu hadis, şu yollardan rivayet edilmiştir:

1.      Abdullah ibn Abbâs[13]

2.      Abdullah ibn Ömer[14]

3.      Hz. Aişe[15]

4.      Râfi’ b. Hadîc[16]

5.      Esmâ’ bint. Ebi Bekr[17]

Abdullah ibn Abbâs Hadisi dışında diğer sahabilerin rivayet ettikleri hadisler, -sahih hadis olmak kaydıyla- Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerin de geçmektedir.

1.     Ebu Beşîr el-Hâris b. Huzame el-Ensârî[18]

2.     Semure[19]

3.     Ebu Hureyre[20]

4.        Sevbân[21]

5.        Abdullah b. Râfi’[22] ve daha bir çokları 

* * *

-99 ﴿ يَقُولُ اللّهُ: مَنْ اَذْهَبْتُ حَبِيبَتَيْهِ فَصَبَرَ وَاحْتَسَبَ لَمْ أَرْضَ لَهُ ثَوَاباً دُونَ الْجَنَّةِ ﴾

“Yüce Allah buyurdu ki: Ben, kimin iki sevdiğini almışsam (ve o kimse de) sevabını umarak sabretmişse, ona, Cennet dışında bir mükafat vermeye razı olmam”[23]

Bu hadis, şu yollardan rivayet edilmiştir:

1.      Ebu Saîd el-Hudrî

2.    Enes

3.     Ebu Hureyre

4.     Ebu Ümâme

5.     Aişe bint. Kudâme b. Maz’un

6.     Abdullah ibn Ömer

7.     Zeyd b. Erkam

8.     Cerîr b. Abdullah el-Becelî

9.     İrbâd b. Sâriye

10.     Abdullah ibn Abbâs

11.     Hz. Aişe

12.     Semure b. Cündub

13.     Abdullah ibn Mes’ud

14.     Büreyde

(Suyûtî) “Leâli’l-Masnûa”da derki: “Bu hadisin bir kısmı, sahih; bir kısmı hasen ve bir kısmı da zayıf senedlerle rivayet edilmiştir.”

(Devamla da derki:) “Bu hadisi, ‘Ehâdisu’l-mutevatira’da naklettim.”

Fakat bu hadisi, (Suyûtî’nin) “el-Ezhâr”  adlı eserinde göremedim.

* * *

-100 ﴿ لَقِّنُوا مَوْتَاكُمْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللّهُ ﴾

“Ölmek üzere olan kimseye, Lâ ilâhe illallah’ (=Allah’tan başka İlah yoktur) sözünü telkin edin”[24]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Ebu Saîd el-Hudrî

2.     Ebu Hureyre

3.     Abdullah b. Ca’fer

4.     Hz. Aişe

5.     Abdullah ibn Abbâs

6.     Abdullah ibn Mes’ud

7.     Câbir b. Abdullah

8.     Urve b. Mes’ud

9.     Huzeyfe

10.     Hz. Ömer

11.     Hz. Osman

12.     Enes

Toplam, 12 kişi.

(Derim ki:) Yine bu hadis, şu yollardan da rivayet edilmiştir:

13.     Vâsile ibnu’l-Eska’

14.     Abdullah ibn Ömer

Zeylaî (ö. 762/1360) ile İbn Hacer (ö. 852/1447), bu hadisi, “Tahrîcu Ehâdisi’l-Hidâye”de nakletmiştir.

Şeyh Abdurrauf el-Münâvî (ö. 1031/1622) “Teysîr”de ise bu hadisin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

* * *


 

-101 ﴿ مَنْ مَاتَ لاَ يُشْرِكُ بِاللّهِ شَيْئاً دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾

“Kim Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, Cennete girer”[25] ile ilgili hadisler

Bu hadisler, şu yollardan gelmiştir:

1.      Abdullah ibn Mes’ud[26]

Bu hadis; İmam Ahmed (ö. 241/855), Buhârî (ö. 256/870) ile Müslim (ö. 261/875)’de bu lafızla geçmektedir.

2.      Muâz b. Cebel[27]

Bu hadis; İmam Ahmed (ö. 241/855), Ebu Dâvud (ö. 275/888) ve Hâkim (ö. 405/1014)’de şu lafızla geçmektedir:

﴿ مَنْ كَانَ آخِرُ كَلاَمِهِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللّه دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾

“Kimin son sözü; ‘Lâ ilâhe illallah’ (=İlah’tan başka İlah yoktur) olursa, (o kimse,) Cennete girer”

Bu hadisi, Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerine dayandıran yanılmıştır; çünkü bu hadis, İmam Ahmed’in “Müsned” adlı eserinde geçmektedir.

Bu hadisi, Müslim (ö. 261/875) ise şu yoldan rivayet etmiştir:

3.   Hz. Osmân[28]  

﴿ مَنْ مَاتَ وَهُوَ يَعْلَمُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللّه دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾

“Kim Allah’tan başka İlah olmadığını bildiği halde ölürse, Cennete girer”

Yine bu konuda şu yollardan da hadis rivayet edilmiştir:

4.   Ebu Hureyre

5.   Ebu Saîd el-Hudrî

Taberânî (ö. 360/970) ise “Evsat”da bu hadisi, bu iki sahabiden şu lafızla rivayet etmiştir:

﴿ مَنْ قَالَ عِنْدَ مَوْتِهِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللّهُ وَاللّهُ أَكْبَر وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللّهِ لاَ تطعمهُ النَّارُ أَبَداً ﴾

“Kim ölüm anında ‘Lâ ilâhe illallah’ (=Allah’tan başka İlah yoktur), ‘Allahu Ekber’ (=Allah en büyüktür) ve ‘Lâ havle vela kuvvete illa billâh’ (=Güç ve kuvvet ancak Allah’tandır) sözünü söylerse, Cehennem ateşi o kimseye kesinlikle dokunamaz”[29]

6.   Ebu Zerr[30]

Bu hadis ise; Müslim (ö. 261/875) de şu lafızla geçmektedir:

﴿ مَا مِنْ عَبْدٍ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللّهُ ثُمَّ مَاتَ عَلَى ذَلِكَ إِلاَّ دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾

“Bir kul, ‘Lâ ilâhe illallah’ (=Allah’tan başka İlah yoktur) deyip de sonra da bu söz üzerine ölürse, o kimse, ancak Cennete girer”

Yine bu hadis; Müslim (ö. 261/875) de Hz. Osmân’dan rivayet edilmiştir.

7.   Hz. Ömer[31] 

Bu hadis; Hâkim (ö. 405/1014)' de şu lafızla geçmektedir:

﴿ إِنِّي لَأَعْلَم كَلِمَةً لاَ يَقُولُهَا عَبْدٌ حَقاًّ مِنْ قَلْبِهِ فَيَمُوتُ عَلَى ذَلِكَ إِلاَّ حَرَّمَ عَلَى النَّارِ لاَ إِلَه إلاَّ اللّه ﴾

“Ben öyle bir kelime biliyorum ki, bir kul, bu kelimeyi kalbinden hakkıyla söyleyip ardından da bu söz üzerine ölecek olura, dikkat edin ki, Cehennem ateşi o kimseye haram olur. Bu kelime; ‘‘Lâ ilâhe illallah’ (=Allah’tan başka İlah yoktur) sözüdür.”

1.      Ebu’d-Derdâ’[32]

2.      Ubâde b. es-Sâmit[33]

3.      Talha[34]

4.      Huzeyfe[35]

5.      Câbir[36]

6.      Abdullah ibn Ömer[37] ve daha bir çokları

Tâc es-Sübkî (ö. 771/1370) “Tabakâtu’l-Kübrâ” adlı eserinin baş tarafında aynen şöyle der: “﴿ مَنْ مَاتَ لاَ يُشْرِكُ بِاللّهِ شَيْئاً دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾ “Kim Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, Cennete girer” hadisine delalet eden  pek çok hadis vardır. (Hadislerde yer alan bu) ‘ortak nokta’, tevatür derecesine ulaşmıştır.”

Bu konuda daha geniş bilgi için bu kitaba bakabilirsiniz; çünkü Sübkî, bu hadislerden bir çoğunu nakletmiştir.

Yine bu konuda Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447)’in “Tahricu Ehâdisi’r-Râfiî” adlı kitabına bakabilirsiniz.

* * *

-102 ﴿ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كُفِّنَ فِي ثَلاَثَةِ أَثْوَابٍ لَيْسَ فِيهَا قَمِيصٌ وَلاَ عِمَامَةٌ ﴾

“Peygamber (s.a.v), (pamuktan dokunmuş ince, beyaz) üç par-ça elbiseyle kefenledi. Bu elbiselerin içerisinde gömlek ve sarık yoktu”[38] ile ilgili hadisler

(Kastallânî) “Mevâhibu’l-Leduniyye” adlı eserin de konu ile ilgili olarak derki: “Beyhakî  “Hilâfiyât” da dedi ki:

‘Ebu Abdullah (yani Hâkim) dedi ki: Hz. Peygamber (s.a.v)’in, içerisinde  gömlek ve sarığın bulunmadığı üç parça elbiseyle kefenlendiği hususunda Hz. Ali,[39] Abdullah ibn Abbâs,[40] Hz. Aişe,[41] Abdullah ibn Ömer,[42] Câbir[43] ile Abdullah b. Muğaffel’den[44] nakledilen haberler, mütevatirdir.’”

* * *


 

-103 ﴿ مُرَّ بِجَنَازَةٍ فَأُثْنِىَ عَلَيْهَا خَيْر. فَقَالَ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ: وَجَبَتْ, ثُمَّ مُرَّ بِأُخْرَى. فَأُثْنِىَ عَلَيْهَا بِشَرٍّ. فَقَالَ: وَجَبَتْ, أَنْتُمْ شُهَدَاءُ اللّهِ فِي الْأَرْضِ ﴾

“Resulullah (s.a.v)’in yanından bir cenaze geçmişti. O cenaze hakkında hayr (iyilik)le övgüde bulunuldu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): ‘Vacib oldu’ buyurdu.

Daha sonra bir başka cenaze daha yanından geçmişti. (Halk, cenaze hakkında ise) kötü ( nitelikler)le andı. Yine Resulullah (s.a.v): ‘Vacib oldu’ buyurdu. Daha sonra da: ‘Sizler, (bu cenazeler hakkında) Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz’ buyurdu”[45]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.      Enes

2.      Hz. Ömer

3.      Ebu Hureyre

4.      Ebu Katâde

5.      Ebu Zuheyr

6.      Seleme ibnu'l-Ekva’

7.      Ka’b b. Ucre

8.      Âmir b. Rebîa

9.      Abdullah ibn Ömer

Toplam, 9 kişi

-104 ﴿ لاَ يَمُوتُ لِأَحَدٍ ثَلاَثَةٌ مِنَ الْوَلَدِ فَتَمَسَّهُ النَّارُ إِلاَّ تَحِلَّةَ الْقَسَمِ ﴾

“(Müslümanlardan) birinin çocuğu ölürse, Cehennem ateşi, o kimseye çok hafif bir alev yalamasıyla dokunur”[46]

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.     Enes

2.     Ebu Hureyre

3.     Ebu Saîd el-Hudrî

4.     Büreyde

5.     Abdullah ibn Mes’ud

6.     Ebu Zerr

7.     Muâz

8.     Utbe b. Abdussulemî

9.     Ukbe b. Âmir

10.     Amr b. Abese

11.     Abdurrahman b. Beşîr

12.     Câbir b. Abdullah

13.     Câbir b. Semure

14.     Hz. Ömer

15.     Habîbe bint. Sehl

16.     Ümmü Süleym bint. Milhân

17.     Ümmü Mübeşşer el-Ensârî

18.     Ümmü Eymen

19.     Hz. Aişe

20.     Ümmü Hânî

21.     Abdullah ibn Abbâs

22.     Kurre b. İyâs el-Müzenî

23.     Ebu Sa’lebe el- Eşcaî[47] (Bunun rivayet ettiği tek hadis, budur.)

Hafız Suyûtî (ö. 911/1505) “Makâmatu’l-Ezrûdiyye” adlı eserinde bu hadisin mütevatir olduğunu söylemiştir.

* * *

-105 ﴿ دُخُول أَطْفَالِ الْمُسْلِمِينَ الْجَنَّة ﴾

“(Küçük yaşta ölen) Müslüman çocukların Cennete girmesi”[48] ile ilgili hadisler

(Mustafa ed-Dımeşkî) “Mirkâtu’l-Vusûl li Nevâdiri’l-Usûl”da konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “(Küçük yaşta ölen) Müslüman çocukların Cennete girmesi hususunda Resulullah (s.a.v)’den nakledilen haberler, mütevatirdir.”

(Derim ki:) Bu hadislerden birisi de şudur:

1.      Ebu Hureyre Hadisi[49]

Bu hadis; İmam Ahmed (ö. 241/855), Hâkim (ö. 405/1014) ve daha bir çoklarının kitabında şöyle geçmektedir:

﴿ ذَرَارِيُّ الْمُسْلِمِينَ فِي الْجَنَّةِ يَكْفُلُهُمْ إِبْرَاهِيَمُ عَلَيْهِ السَّلَام ﴾

 “Müslümanların soyları, Cennetliktir. Onları(n sorumluluğunu) İbrahim yüklenmiştir.”

2.   Hz. Ali Hadisi[50]

Bu hadis; İmam Ahmed’in oğlu Abdullah’ın, babasının “Müsned” adlı eserine yaptığı “Zevâid” hadisler içerisinde şöyle geçmektedir.

﴿ أَنَّ الْمُؤْمِنِينَ وَأَوْلاَدَهُمْ فِي الْجَنَّةِ ﴾

“Mü’minler ve onların çocukları, Cennetliktir.”

3.   Abdullah ibn Ömer Hadisi

Bu hadis ise; İbn Ebi’d-Dünya (ö. 281/893)’nın “Kitabu’l-Azâ” adlı eserinde şöyle geçmektedir:

﴿ كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ فِي الإِسْلاَمِ فَهُوَ فِي الْجَنَّةِ ﴾

“Her doğan çocuk, İslam (fıtartın) da doğar. Dolayısıyla da o çocuk, dolgun ve tombul bir şekilde Cennetlik olup şöyle der:

‘Ey Rabbim! Bana, anne ve babamıo da getir’”

4.   Hz. Aişe Hadisi

Bu hadis; Hâkim et-Tirmizî (ö. 295/907 - 320/932)’nin “Nevâdiru’l-Usûl” adlı eserinde ve İbn Abdilberr (ö. 463/1071)’de şöyle geçmektedir:

﴿ سَأَلْتُ رَسُولَ اللّهِ صَلَّى اللّهُ عَلْيِه وَسَلَّمَ عَنْ أّوْلاَدِ الْمُسْلِمِينَ أَيْنَ هُمْ؟ قَالَ: فِي الْجَنَّةِ ﴾

“Aişe der ki: ’Resulullah (s.a.v)’e, (küçük yaşta ölen) Müslüman çocuklarının nerede olacaklarını sordum.’ O da:

‘Cennette’ diye cevap verdi.”

Bu konuda şu yoldan da hadis gelmiştir:

5.   Semure b. Cündub[51]

Bu hadis; Buhârî (ö. 256/870) ile bir çoğunun kitabında geçmektedir.

* * *


 

-106 ﴿ إِنَّ الْمَيِّتَ يُعَذََّبُ بِبَكَاءِ الْحَيِّ عَلَيْهِ ﴾

“Ölü, yaşayanların (geride kalan insanların) kendisine ağla-ması sebebiyle azabı artar”[52]

Suyûtî (ö. 011/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.   Hz. Ömer

2.   Abdullah ibn Ömer

3.   Hafsa

4.   Enes

5.   İmrân b. Husayn

6.   Ebu Musa el-Eş’arî

7.   Hz. Ebu Bekr

8.   Ebu Hureyre

9.   Semure

Toplam, 9 kişi.

(Derim ki:) Yine bu hadis, şu yoldan da gelmiştir:

10. Muğîre b. Şu’be[53]

Bu hadis, şu lafızla gelmiştir: 

﴿ مَنْ نِيحَ عَلَيْهِ يُعَذَّبُ بِمَا نِيحَ عَلَيْهِ ﴾

“Kim ölüye bağırıp çağırmak suretiyle ağlarsa, ölü, kendisine bağı-rılıp çağırılması sebebiyle azab görür”

Bu hadis; Buhârî (ö. 256/870) ile Müslim (ö. 261/875)’in “Sahîh”leri ile bir çoklarının kitaplarında geçmektedir.

Bu konuda şu yoldan da hadis gelmiştir:

11. Suheyb[54]

Bu konuda daha geniş bilgi için İbnü’l-Hindî (ö. 975/1567)’nin “Kenzu’l-Ummâl” adlı eserine bakabilirsiniz.

Yine bu konu ile ilgili Suyûtî (ö. 011/1505)’nin “Şerhu’s-Sudûr” adlı eserinde “Ölüye bağırıp çağırmak suretiyle eziyet görmesi bâb”ına baka-bilirsiniz.

* * *

-107 ﴿ أَنَّهُ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ مَرَّ بِقَبْرٍ دُفِنَ لَيْلًا. فَقَالَ: مَتَى دُفِنَ هَذَا؟ قَالُوا: الْبَارِحَةَ. قَالَ: أَفَلَا آذَنْتُمُونِي؟ قَالُوا: كَرِهْنَا أَنْ نُوقِظَكَ فَصَلَّى عَلَيْهِ ﴾

“Resulullah (s.a.v) geceleyin defnedilmiş bir mezara uğramıştı. Bunun üzerine: ‘Bu ölü, ne zaman gömüldü?’ diye halka sordu. Halk da: ‘Dün gece’ diye cevap verdi. Resulullah (s.a.v) tekrar: ‘(Ölünün gece gömüldüğünü) niye bana haber vermesiniz?’ diye sordu. Halk: ‘Sana zorluk vermek istemedik’ diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), (ölen) adamın (mezarının başına gelip cemaatle)cenaze namazı kıldı”[55]

Suyûtî (ö. 011/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Abdullah ibn Abbâs   

2.     Ebu Hureyre 

3.     Ukbe b. Âmir

4.      Zeyd b. Sâbit

5.     Abdullah b. Âmir b. Rebîa     

6.     Ebu Saîd el-Hudrî      

7.     Abdulah ibn Ömer     

8.     İmrân b. Husayn

9.     Amr b. Avf

10.     Enes b. Mâlik

11.     Ebu Ümâme b. Sehl

12.     Büreyde

13.     Âmir b. Rebîa

14.     Ubâde

15.     Ebu Katâde

Toplam, 15 kişi.

(Derim ki:) (İbn Abdilberr) “İstizkâr”da derki: “İmam Ahmed dedi ki: ‘Mezarın başında cenaze namazı kılma ile ilgili hadisler, Hz. Peygamber (s.a.v)’den, 6 şekilde rivayet edilmiştir. Bu hadislerin hepsi, hasendir.’

Ebu Ömer (yani kendisi sözüne devamla derki:) “Bu hadislerin hepsini, ceyyid senedlerle “Temhîd”de naklettim. Yine bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v)’e, dayandırılmış bu hadislerin 3’ünü de hasen yolla naklettim. Böylece (bu konudaki) hadislerin sayısı, 9’a tamamlanmış olmaktadır.”

Zürkânî (ö. 1122/1710)’de “Şerhu’l-Muvatta”da ‘Cenaze Namazında tekbir getirme’ bâb başlığında aynen şöyle der: “İmam Ahmed dedi ki: ‘’Mezarın başında cenaze namazı kılma ile ilgili hadisler, Hz. Peygamber (s.a.v)’den, 6 şekilde rivayet edilmiştir. Bu hadislerin hepsi, hasendir.’”

İbn Abdilberr (ö. 463/1071) derki: “Bilakis mezarının başında cenaze namazı kılma ile ilgili hadisler, 9 yoldan gelmiştir. Bu hadislerin hepsi, hasen-dir.”

İbn Abdilberr, bu hadislerin hepsini senedleriyle birlikte, “Temhîd”de şu yollardan nakletmiştir:

1.      Sehl b. Huneyf Hadisi

2.      Ebu Hureyre Hadisi

3.      Âmir b. Rebîa Hadisi

4.      Abdullah ibn Abbâs Hadisi

5.      Zeyd b. Sâbit Hadisi

Bu beş rivayet; Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ölmüş düşkün bir kadının mezarının başında kıldığı cenaze namazı hakkındadır.

6.   Sa’d b. Ubâde Hadisi

 Bu rivayet ise; Hz. Peygamber (s.a.v)’in, gömüldükten bir ay sonra Sa’d’ın annesinin mezarının başında kıldığı cenaze namazı hakkındadır.

7.   Husayn b. Vahvah Hadisi

﴿ فِي صَلاَتِهِ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى قَبْرِ طَلْحَةَ ابْنِ الْبَرَاءِ ثُمَّ رَفَعَ يَدَيْهِ وَقَالَ: اَللّهُمَّ اَلْقِ طَلْحَةَ يَضْحَك إِلَيْكَ وَتَضْحَك إِلَيْهَ ﴾

“Peygamber (s.a.v), Talha ibnu'l-Berrâ’nın mezarının başında cenaze namazı kıldı. Daha sonra da ellerini kaldırıp: ‘Ey Allahım!Talha’yı, (yanı-na) kat ki, o sana gülümsesin, sen de ona gülümseyesin”

8.   Ebu Ümâme es-Sa’lebe Hadisi

﴿ أَنَّهُ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَجَعَ مِنْ بَدْرٍ وَقَدْ تُوُفِّيَتْ أُمُّ أَبِي أُمَامَة فَصلَّى عَلَيْهَا ﴾

“Peygamber (s.a.v), Bedir Savaşından döndüğünde, Ebu Ümâme’nin annesi ölmüştü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), Ebu Ümâme’nin anne-sinin mezarının başında cenaze namazı kıldı.”

16.     Enes Hadisi

﴿ أَنَّهُ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وََسلَّمَ صَلَّى عَلَى اِمْرَأَةٍ بَعْدَمَا دُفِنَتْ ﴾

Peygamber (s.a.v), gömüldükten sonra bir kadının mezarının başın-da cenaze namazı kıldı.”

Bu hadisin, düşkün bir kadın yada bir çok miskin kadın hakkında alma olasılığı da vardır.

10.  Büreyde Hadisi.

Daha önce de belirttiğimiz üzere, bu hadis de, Beyhakî (ö. 458/1066)- de hasen bir senedle geçmektedir.

Bu hadis ise, düşkün bir kadın hakkındadır.

Görüldüğü üzere hadis, 10 yoldan gelmiştir.” (İbn Abdilberr’in sözü burada bitmektedir.)

Bu konuda daha geniş bilgi için Hafız İbn Hacer(ö. 852/1447)’in “Tahrîcu Ehâdisi’r-Râfiî” adlı eserinin ‘Kitâbu’l-Cenâiz’ (=Cenazeler Bölü-mü) ile yine İbn Hacer’in “Tahrîcu Ehâdisi’l-Hidâye” adlı kitabına baka-bilirsiniz.

* * *

-108 ﴿ كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ فَزُورُوهَا ﴾

“(Daha önce) size, mezarları ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Artık mezarları ziyaret edebilirsiniz”[56]

Suyûtî (ö. 011/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Büreyde

2.     Ebu Saîd el-Hudrî

3.     Hz. Ali

4.     Ümmü Seleme

5.     Zeyd b. el-Hattâb

6.     Abdullah ibn Abbâs

7.     Sevbân

8.     Hz. Aişe

Toplam, 8 kişi.

(Derim ki:) Bu konuda şu yollardan da hadis gelmiştir:

9.     Abdullah ibn Mes’ud

10.     Enes

11.     Vâsi’ ibn Habbân el-Ensârî

12.     Ebu Hureyre

13.     Ebu Zerr

Mezarları ziyaret etme konusunda daha geniş bilgi için Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447)’in “Tahrîcu Ehâdisi’r-Râfiî”, İbnü’l-Hindî (ö. 975/1567)’nin “Kenzu’l-Ummâl” ile (Zebîdî’nin) “Şerhu’l-İhyâ” adlı eserine bakabilirsiniz.

* * *

-109 ﴿ لَعَنَ اللّهُ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى اِتَّخَذُوا قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ مَسَاجِدَ ﴾

“Allah, Yahudilere ve Hıristiyanlara lanet etsin; onlar, Peygam-berlerinin mezarlarını mescid edindiler”[57]

Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447) “Tahrîcu Ehâdisi’r-Râfiî”de derki: “Şu sahabilerden rivayet edilen bu hadisin sıhhatli oluşunda görüş birliğine varılmıştır:

1.      Hz. Aişe

2.      Abdullah ibn Abbâs

(İbn Hacer sözüne devamla) derki: Bu hadisi, Müslim ise şu yoldan rivayet etmiştir:

3.   Cündub[58]

﴿ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَبْلَ أَنْ يَمُوتَ بِخَمْسٍ وَهُوَ يَقُولُ:.... أَلَا وَإِنَّ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ كَانُوا يَتَّخِذُونَ قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ وَصَالِحِيهِمْ مَسَاجِدَ أَلَا فَلَا تَتَّخِذُوا الْقُبُورَ مَسَاجِدَ إِنِّي أَنْهَاكُمْ عَنْ ذَلِكَ ﴾

“Peygamber (s.a.v)’in ölümünden beş gün önce şöyle buyurduğunu işittim: ‘Dikkat edin ki, sizden öncekiler, Peygamberleri ile Salih kimse-lerinin mezarlarını mescid edindiler. Sakın siz de mezarları mescidler edinmeyin; çünkü ben, bunu, size yasakladım’”

(İbn Hacer’in sözü burada bitmektedir.)

(İbn Hacer el-Heytemî) “Zevâcir”de derki: “Bu hadisi, İmam Ahmed şu yoldan rivayet etmiştir:

3.      Üsâme[59]

Bu hadisi; Buhâri, Müslim ve Nesâî, Hz. Aişe[60] ile Abdullah ibn Abbâs’tan[61] ve Müslim ise ayrıca şu yoldan (şu lafızla) rivayet etmiştir:

4.      Ebu Hureyre[62]

﴿ لَعَنَ اللّهُ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى اِتَّخَذُوا قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ مَسَاجِدَ ﴾

“Allah, Yahudilere ve Hıristiyanlara lanet etsin; onlar, Peygam-berlerinin mezarlarını mescid edindiler” (İbn Hacer el-Heytemî’nin sözü burada bitmektedir.)

(Derim ki:) Yine bu hadis, Hz. Ali’nin oğlu Hasan’dan mürsel olarak da gelmiştir.

Bu hadisi ise, Saîd b. Mansûr  (ö. 227/841) “Sünen”de rivayet etmiştir.

Kadı İsmail b. İshâk (ö. 282/895) ise “Kitabu fadli’s-salât alâ’n-Nebi (s.a.v)” de bu hadisin tamamını rivayet etmiştir. Bu konudaki hadisin lafzı, şu şekildedir:

﴿ لَعَنَ اللّهُ الْيَهُودَ اِتَّخَذُوا قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ مَسَاجِدَ ﴾

“Allah, Yahudilere lanet etsin; onlar, Peygamberlerinin mezarlarını mescid edindiler”

(Suyûtî) “Câmiu’s-Sağîr”de[63] ise bu hadisi şöyle rivayet etmiştir:

﴿ قَاتَلَ ( أَيْ لَعَنَ) اللّهُ الْيَهُودَ اِتَّخَذُوا قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ مَسَاجِدَ ﴾

“Allah, Yahudilere lanet etsin; onlar, Peygamberlerinin mezarlarını mescid edindiler”

Bu hadisi; Buhâri, Müslim ve Ebu Dâvud, Ebu Hureyre yolundan rivayet etmiştir.” (Suyûtî’nin sözü burada bitmektedir.) 

Abdurrezzâk (ö. 211/795) “Musannef”de ve İmam Mâlik (ö. 179/795) ise “Muvatta”da; Ömer b. Abdulazîz’in,[64] bu hadis ile ilgili olarak şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

﴿ آخِرِ مَا تَكَلَّمَ ﴾

“Bu, Resulullah (s.a.v)’in konuştuğu son sözdür”

İmam Mâlik (ö. 179/795)’in naklettiği lafız ise şu şekildedir:

﴿ يَقُولُ كَانَ مِنْ آخِرِ مَا تَكَلَّمَ بِهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ قَالَ قَاتَلَ اللَّهُ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى اتَّخَذُوا قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ مَسَاجِدَ لَا يَبْقَيَنَّ دِينَانِ بِأَرْضِ الْعَرَبِ ﴾

“Resulullah (s.a.v)’in konuştuğu son sözden birisi de şudur: ‘Allah, Yahudilere ve Hıristiyanlara lanet etsin; onlar, Peygamberlerinin mezar-larını mescid edindiler. Arapların (Müslümanların) yaşadığı yerlerde bu iki din(in geçerliliği)[65] kalmayacaktır”[66]

Bu hadisi; İmam Mâlik (ö. 179/795), Zeyd b. Eslem yoluyla Atâ’ ibn Yesâr’dan[67] ve Abdurrezzâk (ö. 211/795) ise “Musannef”de Ma’mer yoluyla Zeyd b. Eslem’den şöyle rivayet etmiştir:

﴿ أَنَّ رَسولَ اللّهِ صَلَّى اللّهُ عليهِ وسلَّمَ قَالَ: اللّهُمَّ لاَ تَجْعَلْ قَبْرِي وَثَناً يُعْبد اِشْتَدَّ غَضَبُ اللّهِ عَلَى قَوْمٍ اِتَّخَذُوا قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ مَسَاجِدَ ﴾

“Resulullah (s.a.v) buyurdu ki:’Ey Allahım! Kabrimi, tapınılan bir put(hane) haline getirme. Peygamberlerin mezarlarını mescid haline geti-ren topluluğa Allah’ın gazabı şiddetli olur’”

Bezzâr (ö. 292/904) ise bu hadisi, “Muvatta”daki lafıza eş değer bir şekilde Ömer Muhammed yoluyla Zeyd b. Eslem’den, o da Atâ’ ibn Yesâr’dan, o da merfu’ olarak Ebu Saîd el-Hudrî’ye dayandırmıştır.

Bu hadisin bir şahidi de, Ukaylî (ö. 322/934)’de merfu’ olarak Ebu Hureyre yolundan şu lafızla geçmektedir:

﴿ اَللَّهُمَّ لاَ تَجْعَلْ قَبْرِي وَثَناً لَعَنَ اللّهُ قَوْماً اِتَّخَذُوا قُبُورَ أَنْبِيَائِهِمْ مَسَاجِدَ ﴾

“Ey Allahım! Kabrimi, tapınılan bir put(hane) haline getirme. Allah, bir topluluğa lanet etsin;  çünkü onlar, Peygamberlerinin mezarlarını mes-cid edindiler.”

Bu hadisi; Buhâri, Müslim ve Nesâî, Hz. Aişe’den şöyle rivayet etmiştir:

﴿ أَنَّ أُمَّ حَبِيبَةَ وَأُمَّ سَلَمَةَ ذَكَرَتَا كَنِيسَةً رَأَيْنَهَا بِالْحَبَشَةِ فِيهَا تَصَاوِيرُ فَذَكَرَتَا لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ إِنَّ أُولَئِكَ إِذَا كَانَ فِيهِمُ الرَّجُلُ الصَّالِحُ فَمَاتَ بَنَوْا عَلَى قَبْرِهِ مَسْجِدًا وَصَوَّرُوا فِيهِ تِلْكَ الصُّوَرَ فَأُولَئِكَ شِرَارُ الْخَلْقِ عِنْدَ اللَّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ﴾

“Ümmü Habîbe ile Ümmü Seleme, (hicret sebebiyle gittikleri) Habeş ülkesinde, içinde çeşitli resimlerin bulunduğu (Mâriye denilen) bir kilise gördüklerini söylediler. Bunu, Peygamber (s.a.v)’e de anlattılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):

‘İşte onlar, aralarında Salih bir kişi yaşayıp da öldüğünde kabrinin üzerine bir mescid yaparlar, içerisine de  resimler çizerler. Kıyamet günün de Allah katında yaratıkların en kötüleri, işte onlardır”

(Derim ki:) Bu hadisteki tehdit; daha önceki hadiste geçenden daha kapsamlıdır. Yine buradaki yasaklama; (ötekinden) daha şiddetlidir.

Bu yasaklamanın yeri; kabirlerin şanını tazim için yada namaz kılarken kabirlere yönelmeyi hürmet için veya mescitlerde var olan kabirler hususunda caiz olmayan bir inanıştan korkma olduğu zaman söz konusudur.

Salih kimsenin (mezarının) civarında bir mescit edinen kimseye ve ona yakın olmak suretiyle –tazim yada yönelme için değil de- teberrük etmek isteyen kimseye gelince; bu kimse, söz konusu tehdidin içerisine girmez. Nitekim bunu, Beyzâvî (ö. 685/1286) ile daha bir çok alim söylemiştir.

* * *

-110 ﴿ بَقَاء الْأَرْوَاحِ وَعَدَم فَنَائِهَا بِفَنَاءِ الْجَسَدِ ﴾

“Ruhların, (ölümden sonra) baki olması ve cesedin yok olma-sına karşın ruhların yok olmaması”[68] ile ilgili hadisler

Şeyh Cesûs (ö. 1182/1768) “Şerhu’r-Risâle”de Zünâtâ’dan naklen bu konuda gelen hadislerin, mütevatir olduğunu belirtmiştir.

Zünâtâ, “Şerhu’r-Risâle”de bu hususu aynen şöyle belirtmektedir: “Bir topluluğun iddiasına göre; ruhlar, (ölümden sonra) yok olur ve Bezah’ta[69] da var olmazlar. Ta ki Allah, bedenleri diriltme sırasında ruhları diriltecektir. Bu husus, Resulullah (s.a.v)’in bu konudaki (farklı) hadislerinden dolayı tartışılmıştır. Mütevatir naslar ile Kur’an’ın ﴿ كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا ﴾ “Sanki onlar, Kıyamet gününü görür gibiler” (Nâziât: 79/46) ayetindeki zahiri anlam, bu görüşü çürütmektedir. Dikkat edilirse, Kıyamet, yaşayanların üzerine kopar, yok olanların üzerine kopmaz. Kıyametin kopması ile ilgili bilgi ise, Allah katındandır.”

Lakkânî (ö. 1041/1631) “Şerhu Cevhere” adlı eserinde derki: “(Kıyametin kopma anında) ilk üfürmede ruhların var olması meselesinde alimlerin görüş ayrılığığı içinde olduğu belirtilmiştir. Bu üfürme, (her şeyin) yok olma üfürmesidir. Sübkî ve bu konuda ona uyan Kurtubî, ruhların var olduğunu ve yok olmasının mümkün olmadığını aynen şöyle ifade etmektedir:

‘Ölümden sonra ve (ilk) üfürmeden önce ruhların, nimet içinde olması ve azab görmesi şeklinde  var olduğu hususunda Müslümanlar arasında korkulacak bir durum yoktur. Dolayısıyla da bununla ilgili faydalı naslar, tevatür derecesine ulaşmıştır.”

 

* * *

-111 ﴿ سُؤَال الَمَلَكَيْنِ الْمَيِّتِ فِي الْقَبْرِ وَهُوَ فِتْنَتُهُ ﴾

“İki meleğin, kabirde, ölüye sorguya çekmesi ve bunun, ölü için bir fitne olması”[70] ile ilgili hadisler

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Enes 

2.     Esmâ’ bint. Ebi Bekr 

3.     Amr ibnu'l-Âs                                              

4.     Berâ’ b. Âzib                                     

5.     Hz. Osmân                                         

6.     Ebu Hureyre                                      

7.     Câbir b. Abdullah                              

8.     Abdullah ibn Amr                               

9.     Ebu Saîd el-Hudrî                             

10.     Hz. Aişe                                          

11.     Abdullah ibn Abbâs                             

12.     Abdullah ibn   Mes’ud             

13.     Hz. Ömer     

14.     Ebu’d-Derdâ’

15.     Ebu Râfi’

16.     Ebu Musa el-Eş’arî   

17.     Atâ’ ibn Yesâr (mürsel olarak)

18.     Temîm ed-Dârî         

19.     Ubâde b. es-Sâmit     

20.     Beşîr b. Ekâle

21.     Ebu Ümâme

22.     Sevbân

23.     Hamza b. Hubeyb (mürsel olarak)

24.     Abdullah ibn Ömer

25.     Muâz b. Cebel

26.     Ebu Katâde

Toplam, 26 kişi.

Derim ki: Suyûtî (ö. 911/1505) “Şerhu’s-Sudûr”da aynen şöyle der: “Kabrin fitnesi, iki meleğin (ölüyü) sorguya çekmesidir. İki meleğin kabir de ölüyü sorguya çekmesi ile ilgili Enes, Berâ’ b. Âzib, Temîm ed-Dârî, Beşîr b. Ekâle, Sevbân, Câbir b. Abdullah, Abdullah ibn Revâha, Ubâde b. es-Sâmit, Huzeyfe, Hamza b. Hubeyb, Abdullah ibn Abbâs, Abdullah ibn Amr, Abdullah ibn Ömer, Abdullah ibn Mes’ud, Hz. Osmân, Hz. Ömer, Amr b. el-Âs, Muâz b. Cebel, Ebu Ümâme, Ebu’d-Derdâ’, Ebu Râfi’, Ebu Saîd el-Hudrî, Ebu Katâde, Ebu Hureyre, Ebu Musa el-Eş’arî, Esmâ’ bint. Ebi Bekr, Hz. Aişe’den naklen gelen hadisler, tevatürdür.”

Suyûtî, bu sahabilerin naklettiği hadislerin hepsini (bu kitapda) aktarmış-tır. Dolayısıyla da (bu konuda daha geniş bilgi için) bu kitaba bakabilirsiniz.

Yalnız Suyûtî, bu kitapda ayrıca şu sahabileri de eklemiştir:

27. Abdullah ibn Revâha

28. Huzeyfe b. el-Yemân             

Yine Suyûtî, “Nazmu’t-Tesbît” adlı eserinde ise şöyle der: “İki meleğin kabir de ölüyü sorguya çekmesi ile ilgili hadisler, mütevatirdir. Bu hadisler, sayı bakımından 70 sahabinin rivayetine ulaşmıştır.”

Bu kitabın şarihi el-Fâsî, bu hadisin tamamını ve bu hadisleri rivayet edenlerden bir grubu nakledip daha sonra da şöyle der:

“Hadislerin, lafzi değil de mana da ittifak etmesinden dolayı bu hadisler, lafzi değil de mana bakımından tevatürdür.”

Bu konuda daha geniş bilgi için bu kitaba başvurabilirsiniz.

İbn Teymiyye (ö. 728/1327) ise  ‘ölünün, meleklerin; Rabb, Din ve Peygamber ile ilgili sorularına cevap vermesi şeklinde meydana gelecek kabir fitnesi’ hakkında aynen şöyle der: “Bu fitne hususunda Berâ’ b. Âzib, Enes b. Mâlik, Ebu Hureyre ve daha bir çoklarının, Hz. Peygamber (s.a.v)’den naklettiği hadisler, tevatürdür.”

İbn Kayyim (ö. 751/1350) “Kitâbu’r-Rûh”da derki:

“Kabir azabı ve Münker ile Nekir adlı meleklerin (kabirde ölüyü) sorguya çekmesi ile ilgili Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen hadisler, pek çok olup (bunlar) mütevatirdir.”

Daha sonra İbn Kayyim, bu hadislerin bir kısmını nakletmiştir. (Bu konuda daha geniş bilgi için) bu kitaba da bakabilirsiniz.

(Zebîdî) “Şerhu’l-İhyâ’”da derki: “Kabir fitnesiyle ilgili hadisler, tevatür-dür.”

Daha sonra Zebîdî, bu hadisleri rivayet eden 25 sahabinin ismini saymış, bu sahabilerin naklettiği hadislerin lafızlarını aktarmış ve bu hadislerin tahricini yapmıştır.

Yine Münker ile Nekir adlı meleklerin (kabirde ölüyü) sorguya çekmesi ile ilgili konu hakkında bu kitaba bakabilirsiniz.

Gülşânî’de “Şerhu’r-Risâle”de derki: “Kabir fitnesi ve azabı hakkında gelen haberler, tevatür derecesine ulaşmıştır.”

Yine Übbî (ö. 827/1424) “Şerhu Müslim”de, Kabir azabından Allah’a sığınma ile ilgili hadislere dair yerde, “İrşâd” şarihinden naklen kabir fitnesi ve azabından (Allah’a sığınma) ile ilgili bütün hadislerin, mütevatir olduğunu ve bu konuda Hak Ehlinin icma’ ettiğini belirtmiştir.

Sa’d et-Taftazânî (ö. 792/1389)’de “Şerhu’n-Nesefî”de derki: “Kabir azabı, kafirler ve bazı asi müminler için haktır. Yine kabirdeki nimetlendirme ise, -Allah’ın bildiği ve dilediğ şekilde- itaat ehli için haktır. Münker ile Nekir’in (kabirde ölüyü) sorguya çekmesi haktır. Bütün bunlar, Sem’i (ve Nakli) Delillerle sabittir. Sonra da buna, Münker ile Nekir’in (kabirde ölüyü) sorguya çekmesi ile ilgili hadisi[71] ve ﴿ اَلْقَبْرُ رَوْضَةٌ مِنْ رِيَاضِ الْجَنَّة ﴾ِ “Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçedir…” hadisini[72] anmıştır.

Kısacası: Bu manada ve bir çok kabir hallerini konusunda rivayet edilen hadisler, tek tek tevatür derecesine ulaşmasa bile, mana itibariyle mütevatir derecesine ulaşmıştır.”

-112 ﴿ عَوْد الرُّوحِ لِلْبَدَنِ وَقْت السُّؤَالِ ﴾

“(Kabirde ölüyü) sorguya çekme sırasında ruhun bedene geri dönmesi”[73] ile ilgili hadisler

Suyûtî (ö. 911/1505)’nin “Şerhu’s-Sudûr” da, İbn Teymiyye (ö. 728/1327)’nin konu ile ilgili olarak şöyle söylediğini nakletmiştir:

“(Kabirde ölüye) soru sorulması sırasında ruhun bedene geri dönmesi ile ilgili hadisler, mütevatirdir.”

(Suyûtî sözüne devamla) derki: “Ruh olmaksızın sadece bedene soru sorulması,[74] içlerinde İbnü’z-Za’ferânî’nin de bulunduğu bir topluluğun görüşüdür. İbn Cerîr et-Taberî’den nakledildiğine göre; Cumhur, bu görüşü kabul etmemiştir.”[75]

* * *

-113 ﴿ عَذَاب الْقَبْرِ وَنَعِيمه ﴾

“Kabir azabı ve nimetleri”[76] ile ilgili hadisler

Kabir azabı ve nimetleri konusunda Sa’d et-Taftazânî (ö. 792/1389) ile bir çoklarının görüşü daha önce geçmişti.

el-Fâsî (ö. 1052/1642) “Şerhu’t-Tesbît”de (konu ile ilgili olarak) aynen şöyle der: “Kabir fitnesi ve azabı, bir grup sahabeden rivayet edilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:

1.     Enes b. Mâlik

Bu hadis, Enes’ten çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.

2.   Ebu Hureyre  

Bu hadis, Ebu Hureyre’den çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.

3.   Abdullah ibn Amr ibnu’l-Âs

4.   Esmâ’ bint. Ebi Bekr

Bu hadis, Esmâ’ bint. Ebi Bekr’den çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.

5.   Hz. Aişe

Bu hadis, Hz. Aişe’den çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.

6.   Berâ’ b. Âzib

Bu hadis, Berâ’dan çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.

7.Hz. Ömer

1.     Abdullah ibn Mes’ud

2.     Zeyd b. Erkam

3.        Meymûne bint. Sa’d

4.        Hz. Peygamber (s.a.v)’in hanımı Meymûne

5.        Zeyd b. Sâbit

6.        Ebu Eyyûb el-Ensârî

7.        Abdullah ibn Abbâs

8.        Ebu Saîd el-Hudrî

 Bu hadis, Ebu Saîd’den çeşitli yollardan rivayet edilmiştir.

9.        Abdurrahman b. Semure

10.     Ebu Katâde el- Ensârî

11.     Abdullah ibn Ömer

12.     Sa’d

13.     Ebu Bekre

14.     Hz. Ali

15.     İbn Ebi Eyyûb

16.     Ümmü Hâlid

17.     Câbir b. Abdullah

18.     Ümmü Mübeşşir

19.     Abdurrahman b. Hasene” (el-Fâsî’nin sözü burada bitmektedir.)

(Aynî) ”Umdetu’l-Kârî”nin “Bâbu men kâle fi’l-hutbeti ba’de’s-senâ emmâ  ba’d” (=Hutbede Hz. Peygamber (s.a.v)’e övgüde bulunduktan sonra “emmâ  ba’d = Bundan sonra” ifadesini söyleyen kimse hakkındaki bâb) da derki:

“Anlatıldığına göre; kabir azabı, bir grup sahabeden rivayet edilmiştir.”

Daha sonra Aynî, bu sahabilerin isimlerini saymış ve daha sonra da (yukarıdakilere ek olarak) bulardan birisini de şöyle saymıştır:

20.     Esmâ’ bint. Yezîd

 Aynî, bir başka yerde ise bu sahabilerin bazılarının  isimlerini şöyle saymıştır:

21.     Ubâde b. es-Sâmit

22.     Ebu Musa el-Eş’arî

23.     Ebu Ümâme

24.     Ebu Râfi’

25.     Hz. Osmân

Übbî (ö. 827/1424) ise “Şerhu Müslim”de, ‘Kabir üzerine yaş dal dikilmesi ile ilgili hadislere dair yerde aynen şöyle der:

“Bu tutum, kabir azabından (Allah’a) sığınma ile ilgili bir meseledir.

(Derim ki:) Bu, mütevatirdir. Ehli Sünnet de, bu meselede icma’ etmiştir.”

Lakkânî (ö. 1041/1631) “Şerhu Cevhere”de kabir azabı ve nimetleri ile ilgili söylenenleri aynen şöyle anlatmaktadır:

“Kabir azabının ve  nimetlerinin olacağına delil, Yüce Allah’ın ﴿ اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا ﴾ “Onlar, sabah-akşam Cehennem ateşine sokulurlar” (Mümin: 40/46) ayetidir. Bu konudaki hadislere gelince, bu hadislerin tamamı, mütevatir derecesine ulaşmıştır.”

(Kastallânî ise) “İrşâdu’s-Sârî”de, “Musîh” adlı kitabın yazarından nak-len derki:

“Kabir azabı konusunda hadisler öyle çok ki, bir çok kimse, bu hadislerin, mütevatir olduğunu söylemiştir. Fakat bu hadisler(in hangileri olduğu meselesin)de anlaşmaya varmak, doğru değildir. Bu hadislerin bir benzeri bile sahih olmazsa, dine ait bir şey dahi sahih olmaz.”

* * *

-114 ﴿ اَلْإِسْتِعَاذَة مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ ﴾

“Kabir azabından Allah’a sığınma”[77] ile ilgili hadisler

Bir çok kimsenin anlattığına göre; bu hadisler, mütevatirdir.

Fâsî (ö. 1052/1642) “Şerhu’t-Tesbît”de (konu ile ilgili olarak) aynen şöyle der: “Resulullah (s.a.v)’in, kabir azabından Rabbine sığınması ile ilgili haberler, mütevatirdir. Resulullah (s.a.v), bu konuda nakledilen dualarda sözü uzatmıştır. Bir çok kimse de, bunu, sahabeden rivayet etmiştir.”

* * *

-115 ﴿ حَيَاة الأَنْبِيَاءِ فِي قُبُورِهِمْ ﴾

“Peygamberlerin, mezarlarında diri olması”[78] ile ilgili hadisler

Suyûtî (ö. 911/1505) “Mirkâtu’s-Suûd”da konu ile ilgili olarak şöyle der: “Peygamberlerin, mezarlarında diri olduklarını bildiren haberler, mütevatirdir.”

Yine (Suyûtî) “Enbâu’l-Ezkiyâ’ bi hayâti’l-Enbiyâ”da ise şöyle der: “Bize göre; Hz. Peygamber (s.a.v) ve diğer Peygamberlerin, kabirlerinde diri olması, kesin bir bilgi ile bilinmektedir. Bu konudaki deliller yanımızda bulunmaktadır. Buna delalet eden haberler, mütevatirdir.

İmam Beyhakî (rh.a), Peygamberlerin, mezarlarında diri oldukları hususunda bir cüz’ yazmıştır.”

Bu konuda daha geniş bilgi için bu kitaba bakabilirsiniz; çünkü daha sonra müellif, bu konuyu ifade eden haberlere dair bazı şeyler söylemiştir.

İbn Kayyim (ö. 751/1350) “Kitâbu’r-Rûh”da Ebu Abdullah el-Kurtubî-den naklen derki: “Hz. Peygamber (s.a.v)’den nakledilen ﴿ أَنَّ الأَرْضَ لاَ تَأْكُلُ أَجْسَادَ الأَنْبِيَاءِِ ﴾ “Toprak, Peygamberlerin cesetlerini yemez”[79] hadisi sahihtir. Bilinen şu ki; Hz. Peygamber (s.a.v), İsrâ Gecesi, Beytü’l-Makdis’de, Peygamberlerle bir araya gelmiştir. Gökde ise özellikle Hz. Musa (a.s) ile buluşmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.v)’e,  selam veren Müslümanın, Allah’ın, o kimsenin ruhunu tekrar iade etmek suretiyle selamı alacağı bildirilmiştir.

Bütün bunlardan çıkarılan kesin sonuç şudur: Peygamberlerin ölümü demek, onların, bizim anlayacağımız ölçüde ortadan kaybolmaları demektir. Her ne kadar onlar, mevcut olsalar da, melekler de olduğu gibi, diri olurlar, ancak görülmezler.”

Yine de doğruyu en iyi bilen Cenab-ı Allah’tır. 

 

  

* * *

 


 

[1]      Hasta, dünya hayatında; teselli edilmesi ve kendisine şefkatli davranılması yoluyla sıkıntısının hafifletilmesine ve kendi başına yapmaktan aciz kaldığı hizmetlerinin görülmesine muhtaçtır. Bunun gerçekleşebilmesi için için ise, hasta ziyareti ve bakımından, din kardeşleri ve yakın akrabaları yada şehir halkı tarafından yerine getirilmesi gerekli dini bir görevdir.

        Ahireti hakkındada; sabırlı olmaya teşvik edilmeli ki, bunun sonucunda dünya hayatında iyice daralıp perdelenmesin. Rabbinden uzak düşmesin. 

[2]      Muvatta, Ayn 17; Müsned, 3/304; Bezzâr; İbn Hibbân

[3]      Taberânî, el-Evsat; Ebu Ya’lâ

[4]      Müsned, 3/460; Taberânî, el-Evsat, el-Kebir

[5]      Taberânî, el-Evsat

[6]      Taberânî

[7]      Taberânî, el-Evsat, el-Kebir

[8]      Müsned, 1/239; Hâkim, Müstedrek, 1/213, 342; Taberânî, el-Kebir (11481)

[9]      Taberânî, el-Kebir

[10]     Taberânî, el-Evsat, el-Kebir

[11]     Müslim, Birr 43 (2569); Taberânî, el-Evsat

[12]     “Humma”, sıtma gibi ateşli hastalıklara genel olarak verilen isimdir. Bu hadiste; bir yandan ateşli hastalıklarda uygulanabilecek bir tedavi yoluna işaret edilirken, diğer taraftan cehennemin kaynaması, yani cehennem ateşinin şiddeti, insanların bizzat yaşamış veya müşahade etmiş olabilecekleri bir olaya benzetilerek insanlar uyarılmaktadırlar. 

        Ateşli bir hastalığın, hastayı ateşler içerisinde kıvrandırarak eritip bitirmesi, cehennem hayatından çok küçük bir numunedir. Bunun için bir hastalığa düşmemek için önlem alındığı, bir hastalığa düşünce de kurtuluş çareleri arandığı gibi, ebedi hayatta cehennem azabına uğramamak için  bu dünyada gereken şeyler yapılmalıdır. Yine bu dünyada yapılacak ve asılları temizliğe, yani “su”ya dayanan ibadetlerin serinliği, ahirette cehennem ateşini etkisiz hale getirecektir.

        Ateşli hastalıkların tedavisinde, hastalığın çeşidine ve hastalığa göre yöntemleri değişmekle beraber, genel olarak, soğuk su kullanımı faydalı olmaktadır.

[13]     Müsned, 1/291

[14]     Buhârî, Tıb 28; Müslim, Selam 78-80 (2209); Tirmizî, Tıb 24 (2154); İbn Mâce, Tıb 19 (3472); Muvatta, Ayn 16; Müsned, 2/21, 85, 134

[15]     Buhârî, Tıb 28; Müslim, Selam 81 (2210); Tirmizî, Tıb 24 (2155); İbn Mâce, Tıb 19 (3471); Müsned, 6/50

[16]     Buhârî, Bed’ü’l-halk 10; Müslim, Selam 83 (2212); Tirmizî, Tıb 24 (2154); İbn Mâce, Tıb 19 (3473); Dârîmî, Rikak 55 (2772); Müsned, 3/464, 4/141

[17]     Buhârî, Tıb 28; Müslim, Selam 82 (2211); Tirmizî, Tıb 24 (2156); Muvatta, Ayn 15

[18]     Müsned, 5/216; Taberânî

[19]     Taberânî; Bezzâr

[20]     İbn Mâce, Tıb 19 (3475); Müsned, 2/411

[21]     Tirmizî, Tıb 31 (2166)

[22]     Taberânî

[23]     Hadiste; mümin kişi, sevdiği şeylerin kaybı karşısında sabretmeye çağrılmakta ve bunun sevabının büyük olacağı müjdelenmektedir.

        Konuyla ilgili hadislerde, mümin kişinin imtihan olunduğu iki sevdiğinden kasıt; iki gözüdür. Hadiste “gözün”, “sevgili” diye isimlendirilmesi; gözlerin, insanda en değerli organları teşkil etmelerinden ötürüdür. Gözlerin kaybı, diğer organlara nazaran insanda daha büyük acı ve hüsran meydana getirir. Gözlerin kaybolmasıyla kişi, ne görmek istediği hayrı görebilir ve ne de kaçınmak istediği kötülükten kaçabilir. Yanız sabrın uhrevi mükafata neden olabilmesi için, niyet şarttır. Bu da, sabrı, Allah’ın mükafatlandıracağını düşünmekle gerçekleşir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Marza 7; Tirmizî, Zühd 58 (2403); Müsned, 3/144, 6/365-366; Taberânî, es-Sağir, el-Evsat, el-Kebir; Bezzâr; Ebu Ya’lâ; 

[24]     Telkin: Cenaze kabre konduktan sonra ve başında Kur’an okuma da tamamlandıktan sonra, kalabalığın orayı terk edip geride kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatması işleminin adıdır.

        Hadiste geçen “mevtâkum” (=ölüleriniz) ifadesinden; alimlerin çoğunluğu tarafından, “ölmek üzere olan kimse” şeklinde anlaşılmış ve bunlar telkinin sadece ölüm döşeğindeki hasta için olduğunu, definden sonraki telkinin meşru olmadığını söylemişlerdir. Fakat ölülere telkin yapmayı ifade eden Ebu Ümâme hadisi zayıf olduğu için metruktur. Çünkü ölülerin, dirileri duyamayacağı; Rûm: 30/52, Fâtır: 35/22’de geçmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v)’in Bedir’de Ehl-i Kalibe’ye yapmış olduğu hitap da, aslında sahabilerine vaaz ve nasihat şeklindedir. Bunun yanı sıra İmam Şafii ile İmam Ahmed, hadisteki “ölüler” ifadesinin zahiri manasını esas alarak ölülere telkin yapılabileceğini söylemişlerdir.

        Bazı Hanefi alimleri ise, bu konuda açık bir hüküm bulunmadığını, yani ölü defnedildikten sonra telkin vermenin tavsiye edilmediği gibi yasaklanmadığını da ileri sürmüşlerdir. Hanefi mezhebinde mükelleflik yaşına girdikten sonra ölen kimsenin mezarı başında telkin verilmesi meşru görülmüştür. “Telkin yapılmaz”, “Ne yapın denir, ne de yapmayın” diyen Hanefi fıkıhçıları da vardır.

        Ölmek üzere olan kimseye, ahiret hayatına yönelik olarak yapılan en güzel iyilik, telkin yapmaktır. Telkin için Lâ ilâhe illallah’ (=Allah’tan başka İlah yoktur) ifadesinin seçilişi, onun; İslamî zikirler içeisinde tevhidi ifade eden, şirki reddeden en üstün ve en şerefli zikir oluşundandır. Yasin suresinin seçilişi ise onun; Kur’an’ın kalbi ve öğüt için yeterli olmasındandır. “Ölüm anında bu sözü tekrarlayan ölen kimse, imanlı olarak gider.     

[25]     Şirk, büyük şirk ve küçük şirk olmak üzere ikiye ayrılır:

        a.  Büyük Şirk: Allah ile beraber başka bir ilahın valığına inanmaktır. Bu şirki işleyenler, “müşrikler” veya “şirk koşanlar” olarak nitelendirilmişlerdir. Bu, yüce Allah’ın “bağışlanmaz” olarak haber verdiği şirk türüdür. Bu şirk türü; açık şirk, mutlak şirk, gerçek şirk diye de bilinir.

        b.  Küçük Şirk: Hadislerden de anlaşıldığı üzere, tevhidin kemaliyle çelişen, zıtlaşan bazı günahlardır. Örneğin, Allah’tan başkası adına yemin etme, büyü, nazar ve sihir boncukları gibi.

        Ehl-i Sünnete göre; imanı kurtaran, mutlaka cennete girecektir. Hiç günahı olmayanlar ise, doğrudan cennete girecektir. Kesinlikle cehennem azabı görmeyecektir.

        Büyük günah işlemiş olanlar ise, tevbe etmeden ölürlerse, durumları Allah’ın dilemesine kalmıştır. Dilerse affedip direkt cennete koyar, dilerse de istediği kadar onları cehennemde tuttuktan sonra cennete gönderir. Fakat tevhid üzere bir mümini, günahları ne kadar çok olursa olsun, cehennemde ebedi bırakmadığı gibi, kafir olarak dünyadan ayrılan bir insanı, iyilik ve hayrları ne derece çok olursa olsun ebediyen cennetine sokmaz.

[26]     Buhârî, Tevhid 1, Rikak 37; Müslim, İman 150 (92); Ebu Dâvud, Cenaiz 20 (3116); Müsned: 5/242

[27]     Ebu Dâvud, Cenaiz 20 (3116); Müsned: 3/2445/229; Hâkim, Müstedrek, 1/351

[28]     Müslim, İman 43 (26); Müsned: 1/65; Hâkim, a.g.e, 1/72

[29]     Ayrıca b.k.z: İbn Mâce, Zühd 37 (4307); Müsned: 3/79

[30]     Buhârî, Cenaiz 1; Müslim, İman 153 (94); Tirmizî, İman 18 (2782)

[31]     Hâkim, a.g.e, 1/72

[32]     Müsned: 6/450, 477

[33]     Buhârî, Enbiya 48; Müslim, İman 46

[34]     Ebu Ya’lâ

[35]     Bezzâr

[36]     Müslim, İman 151 (93); Müsned: 3/325, 345, 374, 391

[37]     Taberânî, el-Kebir

[38]     Hz. Peygamber (s.a.v), öldüğünde, pamuktan dokunmuş ince, beyaz üç parça elbiseyle kefenlenmişti. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v), beyaz elbisenin, elbiseler içerisinde en hayrlısı olduğunu söyleyerek ölüleri beyazla kefenlemeyi tavsiye etmiştir (İbn Mâce, Libas 5; Tirmizî, Cenaiz 17). Dolayısıyla da kefenin, beyaz olması; müstehabtır.

        Ölüyü kefenlemek, farz-ı kifayedir. Kefende farz olan, vücudun örtülmesidir. Zaruret halinde ne kadar bulunursa  o kullanılır. Hiçbir şey bulunamadığı takdirde temiz bir hasır parçası veya ot ve benzeri şeylerle de olsa her tarafın tamamen örtülmesi gerekir.

        Kefen konusunda, ergenlik çağına yaklaşmış erkek çocuklar ile kız çocuklar, ergenlik çağına girmiş büyükler hükmündedir. Henüz ergenlik çağına yaklaşmamış çocukların kefenleri, yalnız izar ile lifafedir yada bir kat olarak yapılır. Üç kat yapılması daha iyidir.

        Her şahsın kefeni, kendi malından karşılanır. Kefen harcamaları borçtan yapılan vasiyetten ve varis hakkından öncedir.

        Geriye mal bırakmamış olan bir ölünün kefen masrafı, hayattayken, nafakasını vermekle yükümlü bulunduğu kimselere aittir. Böyle bir kimsesi bulunmazsa, hazine tarafından karşılanır. Bu da mümkün olmazsa, Müslümanlar tarafından kefen ihtiyacı karşılanır.

        Kefenleme şu 3 şekilde olur:

        a. Sünnet üzere olan kefenleme: Bu, erkekler için kamîs (=boyun kısmından ayaklara kadar uzanan gömlek yerinde bir bez), izâr (=bir don veya eteklik yerinde, baştan ayağa kadar uzanan bir bez) ve lifâfe (=sargı yerinde olup baştan yağa kadar uzanan, baş ve ayak taraflarından düğümlenen bir bez)den ibaret olmak üzere üç kattır. Kadınlar için ise, bu, üç parça ile beraber bir başörütüsü ile bir göğüs örtüsünden ibaret beş kattır.

        b. Yeterli olan kefenleme (=Kefen-i kifayet): Bu, erkekler için izar ile lifafe olur. Kadınlar için ise, bunlarla birlikte bir başörtüsü olur.

        c. Zaruri olan kefenleme (=Kefen-i zaruret): Bu, hem erkekler için ve hem de kadınlar için yalnız bir kattır. Bu durumda ölü, bulunabilen bir parça ile elbiseye sarılır. Fakat bir zaruret bulunmadıkça böyle bir kat kefen ile yetinilmez.

        Hanefilere göre; kefenleme de, sarık ve gömleğin bulunması müstehabtır.

[39]     Müsned: 1/102

[40]     Ebu Dâvud, Cenaiz 29, 30 (3153); İbn Mâce, Cenaiz 11 (1471)

[41]     Buhârî, Cenaiz 18; Müslim, Cenaiz 45 (941); Ebu Dâvud, Cenaiz 29, 30 (3151-3152); Tirmizî, Cenaiz 19 (101); Nesâî, Cenaiz 39;  İbn Mâce, Cenaiz 11 (1469)

[42]     İbn Mâce, Cenaiz 11 (1470)

[43]     Bezzâr

[44]     Taberânî, el-Kebir

[45]     Hadis, değişik lafızlarla gelmiştir. Bu şekilde gelen lafızlarda, sahabiler; ölüler hakkında iyi şeyler ve kötü şeyler söylemektedirler. Kötülenen hakkında “Allah’a ve Resulüne buğzeder, Allah’a isyan eder ve bu yolda çalışırdı” denildiği başka lafızlarda geçmektedir.

        “Vacip oldu” sözü, birinci kimse hakkında cennetin vacip olduğunu, ikinci kimse hakkında ise cehennemin vacip olduğunu ifade etmektedir.

        Vacip olmak; sabit olmak, kesinlik kazanmak anlamına gelir.

        Ölü hakkında kötü söz söylenmesi, başka hadislede yasaklandığı halde burada izin verilmiş olması, buradaki cenazenin, münafık bir kimseye ait olmasından dolayıdır. Nitekim Allah ve Resulüne buğzettiği belirtilmiştir. Ayrıca sahabilerin bu sözleri, ahirette yapılacak hesap için de, onlaerın şahitleri konumuna gelmektedir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Cenaiz 86; Müslim, Cenaiz 60 (949); Ebu Dâvud, Cenaiz 76 (3233); Tirmizî, Cenaiz 63 (1064, 1065); Nesâî, Cenaiz 50; İbn Mâce, Cenaiz 20 (1491, 1492); Müsned: 1/22, 30, 45, 46, 3/416, 5/297, 311; Hâkim, Müstedrek, 1/364, 377; Taberânî, el-Kebir; Heysemî, Keşfu’l-Estâr, 1/409; İbn Adiy

[46]     Hadiste; ölen Müslüman çocuklarının cennette olduğu, çocukların anne-babaları için ateşe karşı (bazı rivayetlede) perde olacağı, sağlam kale yada cehennem ateşinin ebeveyni çok hafif bir alevle yalayacağı ifade edilmektedir.

        Bir rivayette; iki çocuğu ölen kimsenin cennete gireceği belirtilmektedir. Bir başka rivayette ise, tek çocuğu ölen kimsenin bile cennete gireceği ifade edilmektedir.

        Anne-baba, küçük yaşta ölen çocuklarına karşı daha fazla acır ve bu acıya katlanmaları nispetinde daha çok sevap kazanırlar. Sevaplarının çok olması, cennete gitmeyi kolaylaştırır. Ayrıca çocukların da, anne-babaya karşı şefaati de sözkonusudur.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, İlim 36, Cenaiz 6, 91, Eyman 9, İ’tisam 9; Müslim, Birr 150-154 (2632-2635); Nesâî, Cenaiz 24, 25; Tirmizî, Cenaiz 64 (1060, 1061, 1062); İbn Mâce, Cenaiz 57 (1604, 1605, 1606); Muvatta, Cenaiz 38; Müsned: 4/183, 5/151, 153, 154, 164, 6/376, 431; Hâkim, Müstedrek, 1/384; Bezzâr; Taberânî, el-Kebir, el-Evsat, es-Sağir; Heysemî, Mecmâ, 3/6-7

[47]     Bu kişi, Ebu Sa’lebe el-Huşenî’yle karıştırılmamalıdır.

[48]     Küçük yaşta ölen Müslüman çocukları, cennetliktir. Çünkü İslam hukukuna göre; ibadette sorumluluk, akıl ve büluğ çağına girdikten sonra başlar. Aıl ve büluğ çağına girmemiş çocuklar da sorumluluk sözkonusu değildir. Dolayısıyla da sorumlu olan kimelerin, cehenneme girmesi düşünülemez. Bir grup alim, bu hususta icmanın bulunduğunu belirtmiştir. Fakat müşriklerin çocuklarının nereye gireceği hususunda ihtilaf edilmiştir. Bazıları bu konuda susarken, bazıları cennete gireceklerini söylemiştir.

[49]     Müsned: 2/326; Hâkim, Müstedrek, 1/384; Ebu Dâvud, Sünnet 17

[50]     Müsned: 1/135

[51]     Buhârî, Cenaiz 93

[52]     Ölüm, insan için büyük bir olaydır. Bu olay sebebiyle insanın ağlaması, hüzünlenmesi ve kederli bir hal alması normal bir davranıştır.

        Hadisi şeriflerden çıkarılan fıkhî hüküm; ölüye sessiz ağlamanın caiz ve mübah olduğudur ki, bunda bütün müctehidler müttefiktirler. Yüksek sesle ve bağırıp çağırara ağlamak ise, Hanefi ve Malikilere göre haramdır. Şafii ve Hanbeliler, ölüye ağıt yakmaksızın ve bir şeyler sayıp dökmeksizin yüksek sesle ağlamayı mübah görmüşlerse de ölünün arkasından iyiliklerini sayıp dökerek bağırıp ağlamak, saçını-başını yolmak, elbiselerini yırtmak gibi hususlar haramdır.

        Bütün müctehidler, aile fertlerinin ve hayattakilerin yasak olan şekilde ağlamaları sebebiyle ölüye azab edilmeyeceğini, ancak eskiden Araplarda olduğu gibi, ölü, böyle yapılmasını vasiyet etmişse o zaman geide kalanların ağlaması sebebiyle azab olunacağını belirtmişlerdir. Böylece ölü, kendi günahı sebebiyle azab görmüş olur. Çünkü böyle vasiyet etmek, haramdır.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Cenaiz 33, 37; Müslim, Cenaiz 16 (927), 20, 22 (928); Tirmizî, Cenaiz 23 (1008), 24 (1009); Nesâî, Cenaiz 14, 15; İbn Mâce, Cenaiz 54 (1593, 1594); Müsned: 4/245, 252, 5/10; İbn Ebi Şeybe, Musannef, 3/391; San’anî, Musannef, 3/355; Taberânî; Ebu Ya’lâ; İbn Hibbân    

[53]     Müslim, Cenaiz 28 (933); Müsned: 4/245, 252

[54]     Müslim, Cenaiz 19, 20, 21; Nesâî, Cenaiz 15

[55]     Hadis, geceleyin cenaze defnedilmesini yasaklamatadır. Resulullah (s.a.v) devrinde sünnete uygun miktada kefen bulmayanla, fakirliğini göstermemek için cenazelerini geceleyin defnederlerdi. Resulullah (s.a.v) ise, iki sebeple geceleyin defni tavsiye etmektedir.

        a. Gece olduğu için cenazeye az sayıda kişinin katılması. Halbuki cenaze namazına ne kadar çok kimse katılırsa, ölen için o kadar iyi ve sevabı artırmaktadır.

        b. Cenaze için iyi bir kefenlik bulunmaması. Halbuki kefenlemede vücudun herhangi bir şeyle kapatılması yeterlidir. Dolayısıyla gündüzleyin  defnedilecek cenazeden bu iki sakınca kalkar.

        Fakat mecbur kalanlara yada bir özür gereği geceleyin defin, caizdir. Çünkü Resulullah (s.a.v)’in kendisi, Hz. Fatıma, Hz. Aişe, Hz. Osman, Hz. Ebu Bekr hep geceleyin defnedilmiştir. O halde ölünün hukukundan gece defnedilmekle hiçbir şey eksilmediği takdide ve zaruret halinde geceleyin defin caiz, aksi halde mekruhtur.

        Üzerine namaz kılınarak defnedilmiş olan bir kimsenin kabri üzerine tekrar namaz kılınması yada cemaatle cenaze kılındıktan sonra namazın tekrar edilmesi, Hanefi ve Malikilere göre mekruh, Şafii ve Hanbelilere göre ise caizdir.

        Şafii ve Hanbeliler, definden sonra kabir üzeine cenaze namazı kılma hususunda Resulullah (s.a.v)’den gelen haberleri delil olarak almaktadırlar.

        Kabir üzerine cenaze namazı kılmanın mekruh olduğunu söyleyen Hanefi ve Malikiler, bu konuda gelen haberlerdeki  kabir üzerine cenaze namazı kılma keyfiyetinin, Resulullah (s.a.v)’e ait özel bir durum olduğu kanaatindedirler. Çünkü onun namazı, duadır. Resulullah (s.a.v)’in duası ise, şüphesiz başkalarınkinden farklıdır. Bu duadan mahrum bırakılanları faydalandırmak için Resulullah (s.a.v) böyle hareket etmiştir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Salat 72, Cenaiz 5, 54, 65; Müslim, Cenaiz 68 (954), 70 (955), 71 (956); Ebu Dâvud, Cenaiz 34 (3159), (3192); Nesâî, Cenaiz 43, 71, 94; Tirmizî, Cenaiz 40 (1035), 46 (1042, 1043), 47 (1044); İbn Mâce, Cenaiz 32 (1527, 1528, 1529, 1530, 1531, 1532, 1533); Muvatta, Cenaiz 5; Müsned: 2/406, 4/388, 444, 445; Taberâîn; Dârekutnî, Sünen, 3/77; Kirmânî; İbn Ebi Şeybe, Musannef, 3/560 

[56]     Hadis; kabir ziyareti hususunda İslam’ın başlangıcında konan yasağın kaldırıldığını ifade etmektedir.

        İslam’ın başlangıcında putperestliğin etkisini azaltmak için kabir ziyareti yasaklanmıştı. İslam, kökleşip iman kalblerde iyice yerleşince eski ysak kaldırıldı. Artık kabirlere tapınmak sözkonusu olmazdı.

        Müslümanlar, İsalm’ı iyice anlayıp “Tevhid Dini”nin ne demek olduğunu öğrenince, artık ölülerden faydalanmak değil, ölülere faydalı olmak gerektiğini anladılar. Kabir ziyaretinin yasaklanmasına sebep olan mahzurlar ve batıl inanç korkusu da ortadan kalktığı için Resulullah (s.a.v) tarafından artık kabir ziyaretlerine izin verilmiş, hatta gerek ölüye, gerekse ziyaret edene yönelik olan faydalarından ötürü  kabir ziyareti teşvik bile edilmiştir. Bu ziyaretlerin nasıl yapılacağı ve nelerin yapılmasında kaçınılacağı da yine peygamberimiz (s.a.v) tarafından bazen sözle ve  bazen de tatbiki olarak fiille öğretilmiştir.

     Kadınların kabirleri ziyaret etmesi ise, belli durumlara ve şartlara bağlanmıştır.

     Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Müslim, Cenaiz 106 (977); Ebu Dâvud, Cenaiz 81 (3235); Tirmizî, Cenaiz 60 (1054); Nesâî, Cenaiz 100; Müsned: 1/145, 452, 3/38, 63, 66; Hâkim, Müstedrek, 1/375, 376, 377; Taberrânî, el-Kebir, el-Evsat; Beyhakî, Sünen, 4/76; Bezzâr; İbn Ebi Şeybe, Musannef, 3/242

[57]     Burada Yahudiler ile Hıristiyanlar, peygambelerinin kabirlerini mescide çevirmekten dolayı lanetlenmektedirler.

        Lanet, Allah’ın rahmetinden uzak kalmalarını dilemektir.

        Kabirlerin, mescit edinilmesi; ya kabir üzerine mescit yapmak ve üzerinde namaz kılmak yada kabrin yanında kabri tazim etmek için secde etmek veya kabre yönelerek namaz kılmak şeklinde olur.

        Yalnız bu yasaktan; mezarlık kenarında yapılmış olan, mezar üstünde olmayan ve etrafı kapalı olan mescitler hariç tutulmuştur.

        Hadiste ifade edilen yasağın asıl sebebi; müslümanları, peygamberleri hakkında önceki ümmetlerin düştüğü bir takım aşırılıklardan korumaktır.   

[58]     Müslim, Mesacid 23 (532)

[59]     Müsned: 5/204

[60]     Buhârî, Salat 48, Cenaiz 61, 96, Menakibu’l-Ensar 37; Müslim,  Mesacid 19 (529); Nesâî, Mesacid 13; Müsned: 6/51, 229

[61]     Müslim, Mesacid 22 (531); Ebu Dâvud, Cenaiz 76 (3236); Tirmizî, Salat (320); Nesâî, Mesacid 13; İbn Mâce, Cenaiz (1575); Müsned: 1/218

[62]     Buhârî, Salat 54; Müslim,  Mesacid 20 (530); Ebu Dâvud, Cenaiz 76 (3227); Nesâî, Cenaiz 106; Tirmizî, Cenaiz 61; Müsned: 2/260

[63]     Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, H. No: 5995

[64]     Muvatta, Medine 17 

[65]     “İki din”le kastedilen; Yahudilik ve Hıristiyanlıktır.

[66]     Muvatta, Medine 17 

[67]     Muvatta, Sefer 85; Müsned: 2/246

[68]     İnsan, ruh ve bedenden oluşmuş bir varlıktır. Ruhun özellikleri ile bedenin özellikleri, yapı itibariyle birbirinden farklıdır. Madem ki ruh, bedenden ayrı bir varlıktır, bunun, doğumdan (=bedenle birleşmeden önce) ve ölümden sonra da var olması demektir.

        Ölümden sonra bedenin fani oluşuna bakarak ruhun da yok olacağını söylemek, ruhu da aynen beden gibi düşünmek olur ki, bu, akıl ve mantık kurallaryıla bağdaşmaz. Çünkü ayrı özelliklere sahip olan iki şey, birbirleriyle kıyaslanamaz. Ruhun bedenden ayrılışı, ruhun değil, bedenin yok olmasıdır. Dolayısıyla bedenin yok olması, ruhun da yok olmasını gerektirmez. Kaldı ki, bedenin yok olmasından sonra ruhun kalıcı olmasına dair Kitap, Sünnet ve İcma’dan deliller getirilmiştir.

        O halde ölüm, insan için yok olmak değil, ruhun göç etmesidir, hayatı devam eder.

        “Ölü” kelimesi, ruhun ceset üzerindeki tasarrufunun son bulması ve ruhun cesetten ayrılışını ifade eder.  

[69]     Berzah: ölüm ile ikinci sura üfürme arasında geçecek zaman içerisinde insaların kaldıkları yerdir.

[70]     İnsan, nerede ve nasıl ölürse ölsün, kabre konduğu zaman ilk karşılacağı şey, sorguya çekilmesi ve bu sorgu işini de Münker ve Nekir adlı iki meleğimn yapmasıdır.

        Dünyada mümin olarak yaşamış ve bu iman üzere ölmüş olan kimselere, yüce Allah, meleklerin sorduğu soruların cevabını ilham eder ve gelen meleklerin heybetinden hiç korkmaksızın kolayca cevap verirler. O andan itibaren de nimet içinde kıyametin kopmasını ve ahiretteki makamlarına kavuşmayı arzuyla beklerler.

        Küfür ve isyan üzere ölmüş olan kimseler ise, sual meleklerinden ççok feci bir şekilde korkarlar ve sorular karşısında şaşırıp cevap veremezler. Azap içerisinde kıyametin kopmasını beklerler.

        Bu iki melek, insanlara, bilmedikleri ve görmedikleri bir şekilde göründüklerinden “Münker” ve “Nekir” isimleriyle isimlendirilmişlerdir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Cenaiz 66, 85, 86, Meğazi 44; Müslim, Küsuf 3, Cennet 70 (2870), 73 (2871); Ebu Dâvud, Cenaiz 72, Sünnet 27; Tirmizî, Cenaiz 70; Nesâî, Cenaiz 109-110, 113, 115; İbn Mâce, Zühd 32; Müsned: 2/146, 172, 3/3, 4, 126, 233-234, 346, 4/63, 139-140, 352, 6/252; Taberânî, el-Kebir, el-Evsat; Hâkim, Müstedrek, 1/370; Bezzâr; Beyhakî, Kitabu azabi’l-kabr, s. 21, 26, 38; İbn Ebi Dünya; İbn Ebi Hâtim    

[71]     Tirmizî, Cenâiz 70

[72]     Tirmizî, Kıyamet  26

[73]     Burada karşımıza birkaç görüş ortaya çıkmaktadır: Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğunun görüşüne göre; ölü, kabirde meleklerin soracağı suali anlayacak ve cevap vermeye güç yetirecek ve yine kabirdeki azabın acısını, nimetin de zevkini duyacak kadar bir hayat ile diriltilir.

        Kur’an-ı Kerim’de “Muhakkak Allah kabirlerde olan kimseleri diriltecektir” (Hac: 22/7) buyurulmuştur ki, kabirdekileri kıyamet günü diriltmeye kadir olan Allah, pekala onları sual, ceza ve nimet için de, bunları hissedecek derecede bir hayatla diriltmeye de kadirdir.

        Kabirde ölünün diriltileceğini söyleyenler de, ruhun tekrar bedene iadesi hususunda ihtilaf etmişlerdir.

        Bazıları, ruh tamamen cesede iade edilir ve öylece diriltilir derken; bazı alimler de bunun tam bir hayat olmadığı için ruhun; yemeyi, içmeyi ve ihtiyari fiilleri gerektirecek şekilde tamamen değil de, kabir hallerini idrak edecek ve yaşayacak derecede iade edileceğini söylemişlerdir.

        Alimlerin bir kısmı da; kabirde sual, nimet ve azabın olacağına inanmayı gerekli ve yeterl görerek keyfiyetini, her şeyi en iyi şekilde bilen Allah’a havale etmenin ve bu hususta görüş belirtmemenin daha isabetli olacağı fikrini savunmuşlardır.

        Kısacası: İster ruhun dönüşüyle, isterse ruhun taallukuyla olsun, kabirde ölüye o halleri  idrak edecek derecede duyuları ve bir çeşit hayat verilir. Ehl-i Sünnet, böyle bir hayatın ölüde meydana getireleceği hususunda ittifak etmişlerdir. Hadislerde bildirilen durumlar, bedeni de hatırlattığı için bu hayatın, hem ruhi ve hem de bedeni olduğu görüşü, daha isabetli olsa gerek.   

[74]     Bir görüşe göre; kabir hayatı, sadece ruhi olacaktır. Ruhlar, kabirde değilde ikinci sura üfürüldükten sonra mahşerde toplanmak için tekrar cesetlere girecektir. İbn Hazm, İbn Hubeyre ve bazı alimler, bu görüşü savunmuşlardır.

        Bir başka görüşe göre ise; ruh cesede girmeksizin sual sadece cesede olacaktır ve ruhsuz olan cesette Allah, suallere cevap verme kudretini yaratacaktır.

        Diğer bir görüşe göre ise; ruhlar, ne kabirde ve ne de kıyamette bedenlere dönecektir. Çünkü ölümden sonraki hayat, sadece ruhidir. Ahiretteki ikinci hayat, cisimle olmayacaktır. Bu görüşü ise, Müslüman Filozoflar savunmuştur.

[75]     Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 55

[76]     Kabir azabından ve nimetinden kasıt; ölümden sonra başlayıp kıyamete kadar sürecek olan dönemdeki azab ve nimettir.

        Aslında berzah hayatındaki azap, nimet ve sorgulamanın kabre izafe edilerek “kabir sorgulaması, azabı ve nimeti” denilmesi; tağlib yoluyla, yani ölenlerin çoğunun kabre konulması sebebiyledir. Yoksa bunların illa da kabirde olacakları anlamında değildir. Öyle olsaydı, çeşitli sebeplerle kabre konmayanların kabirdeki azabtan kurtulmaları gerekirdi.

        Kabir azabının olacağını kabul edenler, sorgulama ve nimeti de kabul edip bu konuda şu ayetleri delil getirmişlerdir: Tevbe: 9/101, İbrahim: 14/27, Meryem: 19/15, Taha: 20/124, Secde: 32/21, Mümin: 40/11, 46, Tur: 52/47, Nuh: 71/25, Tekasür: 102/1-4. Bu ayetlerden bazıları, kabir azabına açıkça delalet etmekte, bazıları ise sadece işaret etmektedir.

        Kabir azabı, geçici ve devamlı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

        Kabir nimetinin varlığı ise, ayetler ve mana yönünden tevatür derecesine ulaşan hadislerle sabittir. Nimeti hak etmiş olanlar, normal yollarla kabre konulmamış olsalar bile, öldükten sonra mutlaka bu nimeti idrak edeceklerdir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Cenaiz 32, 45, 66, 84, 85, 86, 87, 88, Sehv 64, Rikak 42; Müslim, Mesacid 35, Cenaiz 4, 9, 12 (924), 26, 61 (950), 72 (957), Cennet 65 (2866), 67 (2867), 68 (2868), 69 (2869), 76 (2873); Tirmizî, Cenaiz 24, 70, 71, Zühd 5 (2309); Ebu Dâvud, Taharet 11, Cenaiz 73 (3221), Cihad 27 Sünnet (4751, 4750); Nesâî, Taharet 25, Cenaiz 10, 12, 20, 21, 23, 44, 48, 49, 69, 78, 110, 114, 115, 116, 117; İbn Mâce, Taharet 26 (346), Salat 6, İkame 26, Cenaiz 53 (1589), 54 (1594); Dârimî, Rikak 94; Müsned: 2/172, 441, 3/3-4, 38, 259, 296, 353, 4/287-288, 295, 6/364; Hâkim, Müstedrek, 1/35; Taberânî, el-Kebir, el-Evsat; İbn Mende, Kitabu’t-Taharet; Bezzâr; Ebu Musa el-Medini, et-Terğib ve’t-Terhib 

 

[77]     Ölen kimsenin azap çekmesini iki şekilde açıklamak mümkündür:

        1. Ruh açısından. Ölen kimselerin ruhları, kabirdeki sorgulamalarına göre gittikleri berzah hayatında, eğer dünyada günahkar kimselerden iseler orada mutsuz ve huzursuz bir hayat sürdürmeleri, onlar için bir azap şeklidir. Çünkü kıyamet kopuncaya kadar bu şekilde bir hayat geçirmeleri, manevi açıdan onları hüzünlendirir. Bu da onları mutsuz kılar.

        2. Beden Açısından. Ölen kimsenin, kabirde; Yılan-çıyan ve haşerat tarafından ısırılması ve sokulması, cehennemlik olan kimseye sabah-akşam cehennemdeki yerinin gösterilmesi, bazı kötü kimselerin toprak tarafından kabul edilmeyip insanlara ibret olsun diye dışarı atılması gibi hususlar.

        İşte Hz. Peygamber (s.a.v), ümmetinin ve sahabilerinin bu tür kabir azablarına uğramaması için uyarıda bulunmuştur. Bunu, bazen kendi şahsında, bazen de direkt olarak ümmetine karşı ve bazen de hanımlarına karşı yapmıştır.

        Hz. Peygamber (s.a.v)’in, kabir azabından Allah’a sığınması ve kabirde azabtan koruması için Allah’a dua etmesi, duayla azabın hafifletileceğine yada tamamen kalkacağına delalet etmektedir.

[78]     Hz. Peygamber (s.a.v)’in, “Toprak, Peygamberlerin cesetlerini yemez” hadisi ile “Allah’ın peygamberi, diridir ve rızıklanır” (İbn Mâce, Cenâiz 65) hadisi, peygamberlerin, mezarlarında diri olduklarına delildir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v), mirac sırasında Mescid-i Aksa’da bütün peygamberlerin ruhlarıyla buluşması ve semada karşılaştığı her peygambere selam verdikçe, yüce Allah’ın, ona selamı alacak kadar ruhunu iade etmesini ve peygamberimiz (s.a.v)’in selamını almasını da peygamberlerin diriliğine delildir.  

[79]     İbn Mâce, Cenâiz 65 (1636, 1637); Hâkim, Müstedrek, 1/278



1445 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın